“Yerli Uçağımız Göklerde” mi?

 

 

12 Haziran 2011 seçimi gerçekten Türkiye’nin geleceğiyle ilgili önemli bir seçim.Bu sav benim değil… Pek çok aydın ve yurtseverin inancı bu.

Bu nedenle iktidara gelme iddiasındaki partiler meydanlarda, iletişim araçlarında varlarını yoklarını ortaya koyuyorlar.

Koyuyorlar ama neleri koyuyorlar?

Bu konuda en çok eleştirilen parti lideri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.

Akıllarda kalan en büyük yanlışı Karaelmas Üniversitesinin kuruluşuyla ilgili sözleri.

Anımsarsınız,bir Açıkhava toplantısında “Karaelmas Üniversitesini biz kurduk” demişti. Aslında bu üniversite 1992 yılında kurulmuş,o tarihte Erdoğan bırakın başbakan olmayı daha belediye başkanı bile değildi.

12 Haziran 2011 seçimleriyle ilgili afişler var bilbordlarda En çok da  Erdoğan’ın afişleri göze çarpıyor.

Afişin birinde fotoğrafı ve yan tarafında da bir slogan.

“YERLİ UÇAĞIMIZ GÖKLERDE”

Mesleki açıdan konuyla ilgili bilgilerim var kuşkusuz.

Tarihlere baktım,Recep Tayyip Erdoğan iktidarı 3 Kasım 2002 tarihinden sonra başlıyor.Başbakanlığı ise Mart 203’ten sonra.Slogan’a bakarsanız ilk Türk Uçağı onun iktidarı döneminde uçmuş gibi algılamanız gerekir.

Acaba öyle mi?

Türk Havacılık tarihine baktığınızda Türkiye’de ilk uçak fabrikası 1934 yılında oluşturulmuş. 1937’de Danimarka’ya 8 uçak,Mısır’a 4 uçak satılmış; Atatürk Ürdün Kralına 4 uçak armağan etmiş.

Yani ilk yerli uçak 1930’lu yılların ortalarında uçmuş.

Bir ek bilgi daha.

Ben Hava Harp Okulu 1959 yılının 30 Ağustos’unda mezun oldum. 1959-60 yıllarında da, yani 51 yıl önce, ilk uçuş eğitimimi Türk yapımı UĞUR uçaklarında yaptım. Anılan tarihte Türk yerli uçakları Türk semalarındaydı.

Şu anda da Türk yapımı yani havada uçan yerli uçağımız olduğunu, hem bir gazeteci, hem Hv.Harp Okulu çıkışlı bir subay olarak  duymadım, görmedim.

Buradan çıkan sonuç şu:

Ya başbakan’a yanlış bilgi veriliyor, ya da ” bize oy veren halk bunu bilmez,bizim dediklerimize inanır” anlayışıyla böylesi ilgi çekecek gerçek dışı haberler veriliyor halka.

Hangi amaçla olarsa olsun halka  gerçek dışı haber vermek bir iktidarın görevi değildir ve en azından ayıptır.

Dileğimiz  her parti lideri ve danışmanları  halka gerçek dışı bilgi vermekten sakınmalıdırlar.

Yayın Tarihi
05.06.2011
Bu makale 16987 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Türkiyenin ve Dünyanın İlk Kadın Savaş Pilotu yenidenergenekon.com/565-turkiyenin-ve-dunyanin-ilk-kadin-savas-pilotu-sabiha-gokcen/

Göklerin Türk Kızı 10.03.2012

TÜRKİYE NİN HAVACILIK EFSANESİ NURİ DEMİRAĞ www.kayseri.net.tr/yazar.asp?yaziID=5792 teşekkür ederim elinize sağlık

Oğuzhan Saygılı 27.11.2011

TASFİYE, İnönü ile başladı! * Türkiye’nin ağır sanayi kurması gerekmez. * Karabük Demir Çelik kapatılmalı, uçak, makine, motor projeleri derhal iptal edilmelidir. * Demiryolu yerine karayolu yapılmalıdır. * Sanayi yerine tarımla kalkınmaya geçilmelidir. * Aksine proje geliştirenlere izin veren yöneticilere Amerikan düşmanı gözüyle bakılmalıdır. Türkiye’nin bütün birimlerine Amerikalı “uzmanlar”, yani “Ajanlar” yerleşir. Marshall Yardımı ile Kurtuluş Savaşı kazanımlarının Tasfiyesi başlamış olur. YeniCagGazetesi.com.tr/a_haberdetay.php?hityaz=6119 ================================= CUMHURİYET ÖNCESİ TÜRK DENİZ KUVVETLERİ Anadolu Selçuklu Devleti Dönemi: Oğuz Türkleri, Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alparslan liderliğinde 1071 yılından itibaren Anadolu’ya yerleşmeye başlamış ve 1081 yılına kadar öncü Türk Beylikleri, Ege ve Marmara kıyılarına ulaşmışlardır. Geniş bozkırlarla kaplı Orta Asya’dan gelip Anadolu’yu vatan olarak benimseyen Atalarımız, başlangıçta ufukta güneş ve gökyüzü ile birleşen coşkun ve hırçın denizi biraz ürkütücü ve şaşkınlık verici bulmuşlarsa da kısa sürede ona dostluk elini uzatarak, mavi sularda kendilerine yer aramaya başlamışlardır. Türkleri denizlerle kaynaştıran ilk öncü, Emir Çaka Bey olmuştur. Çaka Bey, Selçuklu Ordusunun gözüpek akıncı liderlerinden birisi olarak, Türklerin savaşa savaşa Batı’ya yönelik ilerleme sürecinde, 1078 yılında Bizans’a esir düşmüş ve İstanbul’a gönderilmiştir. Çaka Bey, İstanbul’daki esaret döneminde deniz ve denizciliğe karşı tutku derecesinde bir ilgi duymaya başlamıştır. Bizans İmparatoru’nun 1081 yılında değişimi sebebiyle İstanbul’daki karışıklıklardan yararlanarak kaçmayı başaran Çaka Bey, Beyliğinin askerleri ile yeniden bir araya gelmiş; İzmir, Urla, Çeşme ve Foça’yı alarak bu bölgede, diğer Türk Beyliklerinden oldukça farklı yeni bir Beylik kurmuştur. Emir Çaka Bey, denizci kimliğini Beyliğin tüm kurumlarına yansıtarak, Türklerin, artık rakipleriyle denizlerde de kıyasıya mücadele edebilecek bir duruma gelmesini sağlamıştır. Çaka Bey, İzmir’de o döneme göre modern sayılabilecek bir tersane yaptırmış ve tersane civarındaki bölgeyi deniz üs kompleksine dönüştürmüştür. Bu aşamadan sonra gemi inşa faaliyetlerine geçilmiş; kürekli ve yelkenli gemilerden oluşan 50 parçalık ilk Türk Donanması 1081 yılında inşa edilmiştir. Bu yıl, Türk Deniz Kuvvetleri açısından son derece önemlidir. Çünkü, 1081 yılı Deniz Kuvvetlerimizin kuruluş yılı olarak kabul edilmektedir. Öncü denizcimiz Emir Çaka Bey, 1081 yılında 50 parçadan oluşan ilk Türk Donanması ile Ege’nin sıcak sularına yelken açmıştır. Bu seyir sıradan bir seyir değil, tarihi şan ve şerefle dolu Türk Deniz Kuvvetlerinin doğuşudur. Bu seyir, 922 yıllık tarihi bir miras ve köklü bir geleneğe sahip olan Türk Deniz Kuvvetlerinin Akdeniz (Ege Denizi) ile kucaklaşması ve denizlerdeki rekabetin saygın bir oyuncusu olmasıdır. İlk Türk Donanması 1089 yılında Midilli, 1090 yılında ise Sakız Adası’nı fethederek denizlerin dünyasına hızlı bir giriş yapmıştır. Türkler denizlerle tanışmış; onunla arasında gönül köprüsü kurmuştur. Ancak, denizlerde dolaşmanın bir bedeli olmalıydı: 19 Mayıs 1090 tarihinde Karaburun ile Sakız Adası arasında kalan Koyun Adaları civarında Çaka Beyin Donanması, Bizans Donanması ile karşılaştı. Savaş kaçınılmazdı. Çaka Bey, İstanbul’daki esaret günlerinden beri kendisini bu gün için hazırlamıştı: Sınırsız bir uyum sağladığı denizin, insanın akıl ve yaratıcılığını harekete geçirdiğinin bilincindeydi. 17 çektiri ve 33 yelkenli olmak üzere toplam 50 savaş gemisinden oluşan Donanmasını, seri taktik manevralarla ustalıkla sevk ve idare ediyor; düşmana en zayıf yerlerinden ard arda darbeler indiriyordu. Bizans Donanması ağır kayıplarla geri çekilmek zorunda kalmıştı. İlk Türk Deniz Zaferi’ni, Öncü Denizci Emir Çaka Bey sayesinde kazanan Türkler, denizlere artık daha büyük bir umut ve güvenle bakmaya başlamışlardır. Emir Çaka Bey, bu zaferinden sonra denizlerdeki kontrol sahasını genişletmiş ve Donanması ile Çanakkale önlerine kadar yaklaşmıştır. Bizans’ın, Emir Çaka Beyi durdurmak için kullandığı yöntem, tarihimizin çeşitli dönemlerinde ve hatta günümüzde de sık sık karşımıza çıkan, artık klasik olarak adlandırılabilecek bir nitelik taşıyordu: Anadolu Selçuklu Sultanı I.Kılıç Arslan’ı kışkırtarak, ona karşı kullanmak. Emir Çaka Beyin 1095 yılında zamansız ölümü, yükselen bir değer olan Türk Denizciliği’nin gelişim hızını yavaşlatmıştır. Çaka Bey sadece usta bir denizci komutan değil, aynı zamanda bir deniz düşünürü idi. Çaka Beyin ateşlediği denizci yaklaşımın ivmesini kaybetmesi belki de, İstanbul’un Fethi’ni 350 yıl gecikmeye uğratmıştır. Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleri, Avrupa’da Türk ve özellikle müslümanlık karşıtı akımları körüklemiş; bu da Müttefik Haçlı Orduları’nın teşkiline neden olmuştur. Haçlı Seferleri’nin 1096 yılından başlayarak Anadolu’da yoğunlaştığı dönemlerde,Türkler büyük baskı altında tutulmuş; genellikle Anadolu’nun iç kesimlerine yerleşmek zorunda kalmış; ayrıca Doğu’dan gelen Moğol istilalarının da etkisiyle daha ziyade varlıklarını korumaya çalışmışlardır. Bu gelişmeler, Anadolu Selçuklu Devleti’nin denizlere yönelik faaliyetlerini büyük ölçüde engellemiştir. Denizcilik faaliyetleri Sinop, Antalya ve Alanya’daki küçük çaplı gemi inşa ve onarım tesisleri ve liman ticareti ile sınırlı kalmıştır. Ancak, yine de bu dönemde, İki Denizin Sultanı (Sultan-ül Bahreyn) ünvanı verilen Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat, Alanya ve Sinop Tersanelerinde inşa ettirdiği gemilerle filolar kurmuş; Bizans’la denizlerde mücadele etmiş ve Azak Denizi kıyısında bulunan Sudak’ı ele geçirmişti. Alanya Tersanesi, Türklerin kurmuş olduğu ilk organize tersane olarak kabul edilmektedir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol baskısına dayanamayarak 1308 yılında parçalanmasından sonra özellikle Batı Anadolu’da bir takım Uç Beylikleri kurulmuştur. Beylikler Dönemi: Bu Uç Beylikleri, (Karesioğulları, Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Candaroğulları) Türk Deniz Tarihi’nin hızını kaybeden gelişim sürecine yeni bir ivme, yeni bir heyecan kazandırmışlardır. Balıkesir ve civarında kurulan Karesi Beyliği (1302-1361) döneminde denizlere büyük önem verilmiş; Edincik’te bir tersane kurularak, gemi inşasına başlanmıştır. Bu gemiler hem Marmara’da hem de Kuzey Ege’de Bizans Donanmasının hareket serbestisini kısıtlamış; bölgedeki deniz güçleri için ciddi bir rakip olmuştur. Osmanlı deniz gücünün ilk çekirdeğini de bu Beylik oluşturmuştur. Aydın civarında kurulan Aydınoğulları Beyliği (1308-1390) özellikle Umur Bey döneminde denizcilikte büyük atılım yapmıştır. Umur Bey, 1334-1348 yılları arasında adeta bir deniz aslanı gibi Ege’de, Bizanslılar ve Cenevizlilere karşı büyük başarılar kazanmış; Rodos’tan Çanakkale Boğazı’na kadar, Mora ve Rumeli kıyıları da dahil olmak üzere denizlerde kesin bir kontrol sağlamıştır. Düşmana karşı son derece atak ve taktik baskın şeklinde manevralar yapan Umur Bey, çetin deniz muharebelerinin birisinde şehit olmuştur. Manisa ve civarında kurulan Saruhanoğulları Beyliği (1313-1390) sürekli olarak Umur Beyin denizdeki faaliyetlerine destek sağlamıştır. Özellikle Süleyman Bey, Umur Beyin Donanmasına gemi, üs ve onarım yönünden büyük kolaylıklar sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu genişledikçe, Anadolu’daki Türk Beylikleri’nin etkileri kaybolmuş ve bu Beylikler Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) döneminde tamamen İmparatorluk sınırlarına dahil olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu, bu Beyliklerin denizcilik birikimi, üs ve liman kolaylıkları ve tersanelerinden önemli ölçüde istifade etmiştir. Fatih Sultan Mehmet, o döneme kadar akın donanması hüviyetinde olan Osmanlı Donanmasını ateşli silahlarla teçhiz ederek, stratejik bir boyut kazandırmıştır. Beyliklerdeki denizci karakter, bir anlamda Akdeniz’e kök söktürecek güçlü Osmanlı Donanmasının doğal alt yapısını oluşturmuştur. OSMANLI DÖNEMİ TÜRK DENİZ KUVVETLERİ Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişme ve gerileme süreci ile deniz gücü arasında çok ilginç bir paralellik vardır. Osmanlı İmparatorluğu bir “Cihan Devleti” ünvanı kazanarak, başarıdan başarıya koştuğu dönemlerde çok güçlü bir deniz gücüne sahip olmuştur. Denizlerdeki duraksama ve gerileme, benzer şekilde İmparatorluğun diğer kurumlarında da bozulma ve çürümelere yol açmıştır. Aslında, jeopolitik açıdan da üç Kıtaya yayılan bir Devletin, denizlerde gerileyerek, denizleri ihmal ederek ayakta kalması mümkün değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Deniz Tarihi 3 ana döneme ayrılabilir: Derya Beyleri Dönemi (1324-1390)’ni, Kaptan-ı Derya/Kaptan Paşalar (1390-1867) Dönemi takip etmiş ve daha sonra İmparatorluğun yıkılışına kadar olan dönem, Bahriye Nazırlığı Dönemi (1867-1922) olarak isimlendirilmiştir. Derya Beyleri Dönemi: Söğüt/Bilecik’te 1299 yılında yeşermeye başlayan Osmanlı Beyliği’nin, tarih sürecinde kısa sayılacak bir zaman kesitinde hem bölgesel hem de global bir düzeyde bir “Cihan Devleti” olacağını hiç kimse tahmin etmemiştir. Osman ve Orhan Beylerin ilk tohumlarını attığı bu Beylik, o döneme göre sosyo-kültürel, siyasal, stratejik ve ekonomik tercihlerinde en doğru kararları alıp, dogma ve tutuculuktan uzak kalınca hızla gelişmeye başlamıştır. Karamürsel’in 1323 yılında fethi ile Marmara Denizi’ne ulaşan Osmanlı Beyliği, 1324 yılında Batı komşusu Karesi Beyliği’nden yardım maksadıyla Mürsel Bey komutasında gönderilen 24 gemiden oluşan kuvvet sayesinde denizlerle tanışmış ve güçlü bir Deniz Kuvvetine gidecek uzun yoldaki ilk kararlı adımlarını atmıştır. Mürsel Bey: Denizcilik bilgisi, kahramanlığı ve denizlerdeki çatışmalarda göstermiş olduğu üstün başarılar nedeni ile Osmanlı Beyliği içerisinde haklı bir şöhrete sahip olmuş; kendisine, cesaret ve atılganlığı nedeniyle, Kara Mürsel Bey ünvanı verilmiştir. Osmanlı Beyliği, Doğu Marmara’da kesin bir hakimiyet sağlayınca, deniz gücünün kurumsallaşması için çalışmalar başlatılmıştır. Karamürsel’de 1327 yılında ilk Osmanlı Tersanesi kurulmuş; burada ilk Osmanlı savaş gemisi inşa edilmiştir. Donanma hiyerarşik bir sistemle teşkilatlandırılarak, Donanma Komutanı’na, “Derya Beyi” ünvanı verilmiştir. Kara Mürsel Bey, Osmanlı Devleti’ndeki ilk “Derya Beyi” olarak Türk Deniz Tarihi’nin öncüleri arasında yerini almış, ölümünden sonra isminin verildiği şimdiki Karamürsel İlçemizde ebedi istirahatine çekilmiştir. Kara Mürsel Beyin aşağıdaki vasiyeti, Türk Denizciliği’nin temellerinin ne kadar sağlam kurulduğunu göstermektedir; “Ölünce beni öyle bir yere gömün ki; sırtım dağlara dayansın, kucağıma denizi verin, daima Donanmayı göreyim.” Karamürsel’in fethinden sonra 1334 yılında Gemlik, 1337 yılında ise İzmit alınmış; böylelikle 1353 yılında Osmanlıların Rumeli’ye geçişinde büyük kolaylık sağlanmıştır. Karamürsel’den sonra Türk Denizciliği’nin merkezi önce İzmit, daha sonra Gelibolu ve en sonunda İstanbul olmuştur. Kaptan Paşalar Dönemi: Osmanlı İmparatorluğu’nun modern bir devlet anlayışı ile denizlere yönelik teşkilatlanması Sultan Yıldırım Bayezid döneminde (1389-1403) başlamıştır. Yapımına 1390 yılında başlanan Gelibolu Deniz Üssünün 1401 yılında tamamlanması ile birlikte “Kaptan-ı Derya/Kaptan Paşa” terimi de Osmanlı Deniz Kuvvetlerinde ve devlet hiyerarşisinde yerini almıştır. Kaptan-ı Derya’lık (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı) makamı ilk kez bu dönemde kurulmuş ve Saruca Paşa tarihimizin ilk Kaptan-ı Deryası olmuştur. Bu dönemde, Gelibolu, Çanakkale Boğazı ve Marmara’yı korumada önemli roller üstlenmiş; aynı zamanda Osmanlı Ordusunun Rumeli Seferleri’nde ileri üs görevi yapmıştır. Bir çok ünlü Türk Amirali gibi, iki büyük deniz haritacısı Piri Reis ve Ali Macar Reis de Gelibolu’da yetişmiştir. Gelibolu Tersanesinde Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u Fethi’ne kadar 150 parça gemi inşa edilmiştir. Ünlü Türk Bilgini İbn-i Kemal tarih kitaplarında Gelibolu’yu şöyle tasvir etmektedir: “Gelibolu’da doğan çocuklar timsah gibi su içinde büyürler. Beşikleri ecel tekneleridir. Sabah ve akşam gemilerin silistre avazesiyle (sesiyle) uyurlar.” Ancak, Yıldırım Bayezid’in 1402 yılında Orta Asya’dan gelen Timur’un ordularına Ankara Ovası’nda yenilmesi Türk Denizciliğini olumsuz yönde etkilemiştir. Durağan bir dönem geçiren Osmanlı Donanması, İstanbul’un Fethi’nden sonra atağa kalkmış ve Türk Denizciliği, tarihinin en parlak dönemini yaşamıştır. Saadet Yüzyılı veya Zaferler Yüzyılı olarak adlandırılan bu döneme (1453-1571) Türk denizciliği, hem askeri denizcilik hem ticaret filoları hem de deniz bilimleri açısından damgasını vurmuştur. İstanbul’un Fethi’nden sonra Bizans mirasına sahip olan Osmanlılar, Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481) Karadeniz ve Ege’den sonra Akdeniz’e yönelmiştir. Bu konuda Katip Çelebi’nin yapmış olduğu değerlendirme, deniz stratejisi açısından tarihi belge niteliği taşımakta ve dönemin devlet adamlarının ileri görüşünü ve jeopolitik dehasını ortaya koymaktadır: “Gizli değildir ki bu Osmanlı Devleti’nin en büyük dayanağı olup şanına iş güç edinip, önem verilmek ön sırada bulunan deniz işleridir. Zira bahtı gelişen devletin revnak ve ünvanı iki denize ve iki karaya (Burada kasıt Akdeniz, Karadeniz, Anadolu ve Rumeli’dir.) hükmetmektedir. Bundan başka, Osmanlı Ülkesi’nin çoğu adalar ve kıyılar olduğundan, hele saltanatın yöresi, yani İstanbul’un velinimetinin iki deniz olduğundan şüphe yoktur.” Aslında, İstanbul’un Fethi için gemilerin 1453 yılı ilkbaharında karadan getirilerek denizlere indirilmesi, Osmanlı Devleti’nin stratejik açıdan Deniz Kuvvetlerine verdiği önemin bir göstergesi ve belki de Türk denizciliğinin Saadet Yüzyılı’nın ilk habercisi olmuştur. İnebahtı (Lepanto) Yenilgisi (1571)’ne kadar sürecek olan yaklaşık bu 100 yıllık dönemde Osmanlı Donanması zaferden zafere koşmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in 1455 yılında Kasımpaşa’da kurmuş olduğu İstanbul Tersanesi (Tersane-i Amire), uzun yıllar dünyanın en büyük tersanelerinden birisi olarak tüm yabancı ülkelerin hayranlığını kazanmıştır. Sultan II.Bayezid döneminde (1481-1512), Burak ve Kemal Reisler denizleri kullanmada gösterdikleri maharet ve deniz muharebelerindeki kahramanlıkları ile büyük saygınlık kazanmışlardır. Venedik gemileri tarzında 1495 yılında inşa edilen “GÖKE” adı verilen iki büyük gemi bu dönemin eseridir. Türk Deniz Tarihi’nin en büyük bilim adamlarından biri olan ve özellikle kartografi çalışmaları ile tüm dünyada büyük yankılar uyandıran Muhiddin Piri Reis, 1513 ve 1528 yıllarında iki ayrı dünya haritası yapmıştır. Piri Reis'in Dünya Denizcilik Tarihi’ne diğer bir hediyesi de 1521 ve 1525 yıllarında iki kez yayınladığı ünlü, “Bahriye (Kitab-ı Bahriye)” adlı kılavuz kitabıdır. Bu emsalsiz çalışmada, usta bir denizci gözlem ile Ege ve Akdeniz her açıdan incelenmektedir. Yavuz Sultan Selim (1512-1520)’in Mısır’ı fethetmesi ile Kızıldeniz ve Hint Okyanusu da Türk Denizciliğinin ilgi alanına girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a yönelik kara harekatında Türk Donanması çok büyük lojistik destek sağlamıştır. Yavuz Sultan Selim’in başarıları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’da bir güç merkezi haline gelmesi, Akdeniz’de bağımsız olarak faaliyet gösteren Türk ve Müslüman denizcileri Osmanlı Devleti ile kaynaştırmıştır. Yavuz Sultan Selim, güçlü bir deniz gücü olmadan Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da tutunamayacağını bilerek, Veziri olan Piri Mehmet Paşaya şu direktifi vermiştir: “Hristiyan ülkeler denizi gemilerle örtüyorsa, benim sularımda Papa’nın, Fransa, İspanya Kralları’nın sancakları dalgalanıyorsa, bunun sebebi, senin tembelliğin, benim de hoşgörümdür. Artık çok güçlü bir Donanmaya sahip olma zamanı gelmiştir, büyük bir Donanma istiyorum.” Bu tarihi direktif, Türk Denizciliğinin fikri alt yapısının gelişmesinde ve döneme uygun güçlü bir deniz gücü oluşturulmasında kilit rol oynamıştır. Önce İstanbul’daki tersanelerin kapasiteleri artırılmış; denizcilerin eğitimi daha bilimsel esaslara dayandırılmış; daha sonra Kuzey Afrika’daki Türk Denizcilerini Osmanlı İmparatorluğu bünyesine katmanın yolları aranmıştır. Yavuz Sultan Selim’in, Barbaros Hayreddin Paşanın temsilcisi Aydın Reis ile İstanbul’da yaptığı görüşme sonrasında Türk denizcileri hızlı bir bütünleşme sürecine girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Aydın Reis ile Barbaros Hayreddin Paşaya hediye olarak gönderdiği som sırma ayetler yazılı yeşil sancak ve flandra, sürekli olarak Donanmanın sancak gemisinde Osmanlı Devleti’nin gücünün ve denizcilik bilincinin bir sembolü olarak dalgalanmıştır. Yavuz Sultan Selim’in ölümünden sonra Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) da Osmanlı Donanmasına büyük önem vermiş, Türk Denizciliğine altın çağını yaşatmıştır. Bu dönemde Barbaros Hayreddin Paşa (Hızır Hayreddin Reis, Barbaros ismini daha çok yabancılar kullanmış, ancak bu isim yaygınlaşmıştır.), kardeşleri Oruç ve İlyas Reisler, Selman Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis gibi bir çok ünlü Türk Denizcisi Akdeniz’de adeta rakipsiz kalmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman, 1533 yılında Barbaros Hayreddin Paşayı İstanbul’a davet ederek, Kaptan-ı Derya ilan etmiştir. Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul Tersanelerinde yeni gemiler inşa ettirerek, Donanmayı daha da güçlendirmiş ve Deniz Kuvvetini Osmanlı Devleti’nin denizlerdeki uzantısı ve dış politikasının vazgeçilmez bir unsuru haline getirmiştir. Barbaros Hayreddin Paşa, üstün denizcilik bilincinin yanı sıra emsalsiz bir taktisyen olduğunu, 27 Eylül 1538 tarihinde Haçlı Donanmasına karşı yaptığı Preveze Deniz Savaşı’nda göstermiştir. Osmanlı Donanması, kendisinden üstün düşman kuvvetleri ile en iyi yer ve zamanda ve taktik baskınla savaşa başlamış, Haçlı Donanmasının en zayıf kesimine üstün kuvvetlerle ve ustalıkla manevralar yaparak, taarruz etmiştir. Taktik baskının yarattığı sürpriz etkisi Andrea Doria komutasındaki birleşik Haçlı Donanmasını şaşkına çevirmiş; Haçlı Donanması panik içerisinde dağılarak, büyük kayıplarla geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu zafer, Akdeniz’deki Türk hakimiyetini tam anlamıyla pekiştirmiştir. Preveze Deniz Zaferi, büyük bir şeref ve gurur abidesi olarak Türk denizcilerine ışık tutmakta ve zaferin kazanıldığı 27 Eylül günü her yıl Deniz Kuvvetleri Günü olarak coşku ve heyecanla kutlanmaktadır. Diğer taraftan, Hadım Süleyman Paşa 72 parçadan oluşan Donanma ile 1538 yılında Umman Denizi’ne açılarak Aden’i ele geçirmiş; daha sonra Hindistan’a ulaşarak burada Portekizlilerle çarpışmıştır. Osmanlılar, doğudaki deniz ticaret yollarının kontrolü uğruna uzun yıllar yoğun çaba sarf etmiştir. Bu kapsamda, Selman Reis, Piri Reis, Murat Reis ve Seydi Ali Reis gibi ünlü denizcilere, “Süveyş Kaptanı” ünvanı verilmiş ve bu Amiraller, Umman Denizi ve Hint Okyanusu’nda uzun yıllar Portekiz Donanması ve diğer ülkelere karşı deniz kontrolü uğrunda mücadele vermişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman, 1543 yılında İspanya karşısında zor durumda kalan Fransa’nın yardım talebi üzerine Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Donanmayı Fransa’ya göndermiş ve bu sefer Barbaros Hayreddin Paşanın son seferi olmuştur. Turgut Reis, Barbaros Hayreddin Paşanın 1546 yılında ölümünden sonra Kaptan-ı Derya’lık makamı için en uygun kişiydi. Kaptan-ı Derya, bilindiği üzere Osmanlı Hükümeti’nin vezir seviyesinde doğal bir üyesiydi. Bu makam için seçim, zaman zaman bir takım entrikalara da sahne olmuş; denizcilikle hiç ilgisi olmayan kişiler de bu makama atandırılmıştır. Kaptan-ı Derya’lık makamına getirilmemesine rağmen, Turgut Reis bütün gücüyle Osmanlı Donanmasına hizmet etmiştir. Türkleri Kuzey Afrika’dan çıkarmak için Trablusgarp’ı geri almaya gelen Haçlı Filosu’na karşı ani bir taktik baskın düzenleyen Kaptan-ı Derya Piyale Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması, 14 Mayıs 1560 günü icra edilen “Cerbe Deniz Muharebesi” sonucunda Haçlı Donanması karşısında kesin bir zafer kazanmıştır. Bu zafer, Akdeniz’de Türkleri adeta rakipsiz bırakmıştır. Cerbe’de kazanılan bu zaferde en büyük pay sahiplerinden biri olan Turgut Reis, 1565 yılında ileri yaşına rağmen katıldığı Malta Kuşatması’nda şehit olmuştur. Türk Denizciliği, “Saadet Yüzyılı” adını verdiğimiz bu dönemde Salih Reis, Aydın Reis, Murat Reis, Selman Reis, Seydi Ali Reis, Hasan Reis, Piyale Paşa, Kılıç Ali Paşa gibi ünlü denizcileriyle başarıdan başarıya koşmuş; bu yüzyılda Türk savaş gemileri Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda faaliyet göstermiş; bu denizlerde üstünlüğünü rakiplerine kabul ettirmiş; İmparatorluğun dış politikasının ideal bir uygulama aracı olarak, güç göstererek veya güç kullanarak siyasi hedeflerin ele geçirilmesinde önemli rol oynamıştır. Türk Denizciliği, 16’ncı yüzyıldaki göz kamaştırıcı başarısını: Üst düzeydeki denizcilik bilgisine, gemi yapımındaki üstün tekniğine, günümüzde bile hayranlık uyandıran lojistik destek sistemi ve üs zincirine, sahip olduğu mükemmel düzeydeki deniz haritalarına ve en önemlisi tüm bu konuları değerlendirip uygulayabilecek, üstün nitelikte denizciler yetiştirmesine borçludur. Osmanlılar, kadırgaları, barçaları, pergendeleri, baştardeleri ile mavi enginliklerde dolaşan usta denizcileri, ünlü haritacıları, gök bilimcileri ve savaş kahramanları ile 16’ncı yüzyılda tarih yazmış ve bu çağa tartışmasız olarak damgalarını vurmuşlardır. Kanuni Sultan Süleyman’ı takip eden hükümdarların deniz sorunlarına aynı duyarlılıkla yaklaşmamaları, Kaptan-ı Derya’lık makamına denizcilikle ilgisi olmayan, ancak Saray’a yakın olan paşaları getirmeleri Osmanlı İmparatorluğu’nun denizlere hakim olduğu altın çağının yavaş yavaş etkisini kaybetmesine sebep olmuştur. Nitekim bunun ilk acı örneği, 1571 yılının Ekim ayında İnebahtı (Lepanto)’da İnebahtı Deniz Savaşı'nda yaşanmıştır. Katip Çelebi, “Tuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l-Bihar (Deniz Seferleri Hakkında Büyüklere Armağan)” adlı eserinde, Saadet Yüzyılı’ndan sonra ortaya çıkan denizlerdeki gerileme ve çöküntüyü denizcilerin daha önceki meslektaşlarının bilgi ve beceri düzeyinde olmamasına bağlamakta ve onları uyarmaktadır: “Reisler deniz ilmini bilmeye sıkı önem vereler, pusula ve harta (harita) işlerinde gafil olmayalar ve bilenlere de büyük iltifat edeler. Onunla bilmeyenler de heves edip öğreneler.” Bu savaşta göstermiş olduğu cesaret ve feragatın karşılığı olarak Sultan II.Selim: Uluç Ali Reise, “Kılıç Ali Paşa” adını vererek, Osmanlı Donanmasına Kaptan-ı Derya olarak atamıştır. Donanmanın yeniden inşası yönünde ilk anda umutsuzluğa kapılan Kılıç Ali Paşayı dönemin Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa tarihe geçen şu sözleri ile harekete geçirmiştir: “Paşa, sen henüz bu Devlet-i Aliye’yi bilmemişsin. Vallah böyle itikat eyle, bu devlet o devlettir, murad ederse cümle Donanmanın lengerlerini (demirlerini) gümüşten, resenlerini (halatlarını) ibrişimden, yelkenlerini atlastan etmekte suubet (güçlük) çekmez.” Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ve Kılıç Ali Paşanın büyük çabaları sonucu kış mevsimi olmasına rağmen, beş ay gibi kısa bir sürede İstanbul ve Gelibolu Tersanelerinde olağanüstü bir gayret gösterilerek en az eskisi kadar güçlü bir Donanma yeniden inşa edilmiştir. Ancak, bu kez de savaşta şehit olan denizcilerimiz nedeniyle ciddi bir personel sorunu yaşanmıştır. Kılıç Ali Paşanın yoğun çabaları neticesinde, 158 7 yılındaki vefatına kadar geçen on beş yıllık sürede Akdeniz’deki deniz kontrolümüz bazı güçlüklere rağmen devam etmiştir. Duraklama-Gerileme Süreci XVII.yüzyıl, Venediklilerle Girit Adası üzerine yapılan yoğun mücadelelerle geçmiştir. Bu dönemde, Osmanlı devlet adamları politik hedeflere sadece Kara Kuvvetiyle ulaşmak istemiş; deniz ötesi güç intikalinde Deniz Kuvvetlerini kullanma yönünde planlamalar yapmamışlardır. Kara Orduları uzun seferlerle karadan kriz bölgelerine gönderilmiştir. Politik hedeflerin ele geçirilmesinde deniz gücünü ihmal etmek, en azından orduların lojistik yönden ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olmuş ve bu da, genellikle toprak kaybı ile sonuçlanan ağır yenilgileri beraberinde getirmiştir. İlk büyük toprak kaybı Karlofça Antlaşması (1699) ile başlamış ve Deniz Kuvvetleri de toprak kayıplarına paralel olarak giderek önem ve önceliğini kaybetmeye başlamıştır. Kaptan-ı Derya Mezamorto Hüseyin Paşanın 1695 yılında başlatmış olduğu reform girişimleri ve Venedik Donanmasına karşı Sakız Adası civarında kazandığı Koyun Adaları Zaferi de Donanmanın Saadet Yüzyılını geri getirmeye yetmemiş; denizlerdeki gerilemeyi durduramamıştır. Osmanlı yönetimi kendi içerisindeki siyasi ve ekonomik sorunları aşamadığı için Batı’nın yükselen teknolojik değerlerine de ulaşamamıştır. Bütün gemilerin yelkenli (kalyon) hale getirilmesi, ancak XVII.yüzyıl sonları ile XVIII.yüzyıl başlarında tamamlanabilmiştir. 26 parçalık Osmanlı Donanması, 06-07 Temmuz 1770 gecesi Çeşme/İzmir’de, Rus Donanmasının baskınına uğramış ve tüm gemilerimiz batmıştır. Bu yenilgi ile birlikte yaşanan olumsuz gelişmeler, Sultan III.Mustafa’yı çağdaş bilgilerle donatılmış deniz subayı yetiştirilmesi konusunda harekete geçirmiş ve bu kapsamda, Baron de Tott isimli Fransız mühendis Donanmayı iyileştirme çalışmalarında görevlendirilmiştir. Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından, 18 Kasım 1773 tarihinde, “Tersane Hendesehanesi” adıyla Tersane’deki küçük bir bölümde bugünkü Deniz Harp Okulunun temeli atılmıştır. Bu olay, sadece bir okulun açılması değil, yüzyıllar boyunca Türk Ulusuna devlet adamları ve nitelikli deniz subayları yetiştirecek bir dönemin başlangıcı olmuştur. Okul, 22 Ekim 1784 tarihinden itibaren “Mühendishane-i Bahri Hümayun” adını almıştır. Cezayirli Gazi Hasan Paşa döneminde, denizlerdeki gerilemeyi durdurmanın çareleri aranmıştır. Fakat yoğun çabalara rağmen, devletin idari yapısındaki kargaşa, sürekli iç isyanların çıkması yapılan reform gayretlerini baltalamıştır. Bu karışık dönemde, Sultan III.Selim (1789-1807) yenileşme yönündeki çabaları nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Bu yüzyılda, Avrupa’da Sanayi Devrimi başlamış; bu gelişme Osmanlı Devleti ile Batı arasındaki mesafeyi iyice açmıştır. Avrupa, XVIII.yüzyıl sonlarında buhar makineli (stimli) gemileri devreye sokmuş, Osmanlı Donanması, yelkende olduğu gibi yarım asrı aşan bir gecikme ile XIX. yüzyıl ortalarında bu yeniliği takip edebilmiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk buhar makineli gemisi olan SÜRAT, 1826 yılında İngiltere’den satın alınarak hizmete girmiş; bu gemi halk arasında “Buğu Gemisi” olarak isimlendirilmiştir. Osmanlı Devleti, ilk ahşap tekneli stimli gemiyi (ESER-İ HAYR) 1837 yılında, ilk çelik tekneli stimli gemiyi (İZMİT) ise 1874 yılında inşa etmiştir. Her iki gemi de yolcu ve yük gemisi olarak hizmet vermiştir. Sultan II.Mahmut (1808-1839), “Vaka-i Hayriye” adı ile bilinen olay sonucunda 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nı kapatmıştır. Bu dönemde, Kara ve Deniz Kuvvetlerinin eğitim felsefeleri ile üniformaları değiştirilmiş; aynı zamanda eğitim maksatlı olarak yurt dışına personel gönderilme süreci başlatılmıştır. Bu yenilikler çerçevesinde, 1852 yılında, Bahriye İdadisi (Deniz Lisesi), Heybeliada’da kurulmuştur. Yenileştirme çabalarının sürdüğü bu dönemde de, Osmanlı Donanması büyük felaketlerle karşılaşmaktan kurtulamamıştır. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından bir yıl sonra, 20 Ekim 1827 tarihinde Yunan İsyanı sebebiyle Mora’nın Navarin Limanı’nda bulunan Osmanlı-Mısır Donanması, İngiliz-Fransız-Rus ortak filolarının baskınına uğrayarak, 58 gemi ve 6000 denizcisini kaybetmiştir. Navarin Faciası’nda Osmanlı Devleti, yalnız Donanmasını değil, fakat aynı zamanda uzun yıllar içinde yetiştirdiği tecrübeli denizci personelin de hemen hemen tamamını kaybetmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, 1853-1856 Kırım Harbi’nde, tarihinde ilk defa Batı ülkeleri ile işbirliği yapmıştır. Donanmamız, 30 Kasım 1853 tarihinde Sinop’ta Ruslar tarafından ani bir baskınla yakılmış; bu baskın büyük gemi ve personel kayıplarına neden olmuştur. Bu baskın üzerine, İngiltere ve Fransa Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında Rusya’ya karşı harbe girmişlerdir. Kırım Harbi’nde, başta MAHMUDİYE Kalyonu olmak üzere diğer gemilerimiz Ruslara karşı önemli başarılar elde etmişse de, bu sonuç Sinop Baskını’nın ağır maddi ve manevi kayıplarını hafifletememiştir. Kırım Harbi aynı zamanda, Donanmadan yoksun bir kuvvetin Osmanlı İmparatorluğu’nun bekasını koruyamayacağının da bir göstergesi olmuştur. Bu harpte, Osmanlı Donanması, Müttefik Donanmaya ait buhar makineli ve zırhlı gemiler ile birlikte harekat yapmış; bu harekattan alınan dersler ışığında, Donanmanın özellikle stimli ve zırhlı gemiler ile güçlendirilmesi yönünde planlamalar yapılmıştır. Donanmanın gelişmesine ve modernize edilmesine büyük önem veren ve bu konuda her türlü imkanı seferber eden Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde, dış borç alınarak gerek yabancı ülke tersanelerinde gerekse İstanbul, İzmit, Gemlik ve Mudanya Tersanelerinde 25’i zırhlı olmak üzere 100’ü aşkın gemiyi ihtiva eden bir gemi inşa programı realize edilmiş ve büyük bir deniz gücü oluşturulmuştur. Bu Donanma, döneminde nicelik bakımından Dünya’nın üçüncü, Akdeniz’in ise ikinci büyük donanması olarak gösterilmiştir. Kurmay subay yetiştirmek üzere 1864 yılında “Erkan-ı Harbiye-i Bahriye Mektebi” (Deniz Harp Akademisi), Kasımpaşa’da Divanhane binasında (Bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargah Binası) kurulmuştur. Yine bu dönemde, Sultan Abdülaziz, denizciliğin devletin geleceği için ne kadar hayati olduğunu değerlendirerek, denizcilikle ilgili bir Nezaretin kurulmasını kararlaştırmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda, Osmanlı Devleti’nin bir Deniz Kuvvetine sahip olmasından itibaren en yüksek makam olan, Yıldırım Bayezid döneminde Saruca Paşa ile başlayan “Kaptan-ı Derya’lık/Kaptan Paşa’lık” makamı 1867 yılında kaldırılmış; yerine 1922 yılına kadar sürecek olan “Bahriye Nazırlığı” makamı kurulmuştur. CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK DENİZ KUVVETLERİ Bahriye Vekaleti Dönemi : Türk Deniz Kuvvetleri, Osmanlı Devleti’nden miras olarak sadece harekat imkan ve kabiliyeti son derece sınırlı, az sayıda gemi devralmıştır. Bu gemilerin önemli bir kısmı Kurtuluş Savaşı süresince Haliç’te enterne edilmiş; Haliç trafiğini aksatabileceği düşüncesiyle, Kontrol komisyonunun talebiyle İzmit’e gönderilen YAVUZ Muharebe Kruvazörü, İstiklal Harbi sırasında İngilizler tarafından İzmit’ten Tuzla’ya çekilmiştir. Mudanya Mütarekesi’nin 11 Ekim 1922 tarihinde imzalanması ile birlikte 14 Kasım 1922 tarihinde Kasımpaşa’daki Bahriye Nezareti binası “İstanbul Bahriye Kumandanlığı” karargahı haline getirilmiş ve küçük tonajlı harp gemilerinin (BURAKREİS, SAKIZ, İSAREİS ve KEMALREİS gambotları ile “TAŞOZ” Sınıfı üç muhrip) bakım ve onarımlarının yaptırılarak “harekata hazır” hale getirilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. Ayrıca, bu çalışmalar paralelinde okul gemisi olarak kullanılması planlanan HAMİDİYE Kruvazörü onarıma alınmıştır. Lozan Antlaşması gereği, Boğazlar bölgesinin özel bir komisyon tarafından idare edilecek tarafsız bir statüde olması nedeniyle Marmara Denizi içinde Donanmaya ait üs teşkil edecek bir liman yapılmasına karar verilmiş ve bu maksatla en elverişli bölge olan İzmit Körfezi’nde uygun yerlerin fizibilite çalışmaları yapılmıştır. 1923 yılında “Marmara Üssü Bahri ve Kocaeli Müstahkem Mevki Kumandanlığı” adı altında yeni bir komutanlık İzmit’te teşkil edilmiş ve aslında Kilise olan Fransız okul binası satın alınarak, Komutanlık Karargahı bu binaya nakledilmiştir. İzmit Bahriye Kumandanlığı ise bu Komutanlığa bağlanmıştır. İzmir Bahriye Kumandanlığı Karargahı, İstiklal Harbi’ni takiben Kordon Boyu’ndakiralanan bir bina içinde kurulmuştur. Bu Komutanlık deniz emniyet ve müdafaa işlerini yürütmüştür. Emrine Mayın Grubu, Müstahkem Mevki Bahriye Müfrezesi, Uzunada İşaret İstasyonu, İzmir Atölyeleri ve Tayyare Bölüğü verilmiştir. Donanma Komutanlığı, İstanbul Bahriye Komutanlığı binasında küçük bir bölümde faaliyet göstermiştir. Gemilerin hemen hepsi hurda durumda olduğundan bu Komutanlık öncelikle çalışmalarını gemilerin bakım ve onarımı üzerinde yoğunlaştırmıştır. Cumhuriyet’in ilanından bir yıl gibi kısa bir süre sonra ATATÜRK, 11-21 Eylül 1924 tarihleri arasındaki Karadeniz seyahatini Cumhuriyet Donanmasının denize çıkan ilk gemisi olan HAMİDİYE Kruvazörü ile yapmış ve 20 Eylül 1924 günü, geminin şeref defterine Deniz Kuvvetlerimiz açısından tarihi belge niteliğinde olan şu sözlerini kaydetmiştir: HAMİDİYE Kruvazörü, maziden kalan Donanma aksamı içinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin denizlerinde faaliyete geçen ilk gemisi oldu. Beş seneden beri mütehassiri olduğum deniz hayatını bana yaşatan bu gemi oldu. Türk Donanması kumanda ve zabitan heyetini bu gemide ve buna refakat eden PEYK-İ ŞEVKET Torpido Kruvazörü’nde tanıdım. Temas ettiğim, ruhu genç, mefküresi genç, bu istikbal kumandan ve zabitleri bende Bahriyemiz için kuvvetli ümitler hasıl etti. Bu kıymetli, şedit arzulu heyeti yadigarı mazi olan bu gemi içinde bırakmakla iktifa olunamaz. Onları, müsait ve müstahak oldukları kadar inkişafa mazhar edebilmek için bugünün icabatına başvurmak lazımdır. Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devleti’nin Donanması da mühim ve büyük olmak gerektir. O zaman Türkiye Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır. Mükemmel ve kaadir bir Türk Donanmasına malik olmak gayedir. Bunun ilk azimet noktası, sefain-i harbiye tedarikinden evvel onları muvaffakıyetle sevk ve idareye muktedir kumandanlara, zabitlere, mütehassıslara malikiyettir. HAMİDİYE’de ve PEYK-İ ŞEVKET’te tanıdığım arkadaşlar, gayeye yürüyebileceğimizin canlı ve kıymetli delilidirler. Bugün için bu güzide heyet büyük alaka ile muhafaza olunacaktır. Mevcut büyük, küçük gemilerimizden yalnız kabili istifade olanlar tefrik ve ihya edilebilir. Donanmamız Heyet-i Umumiyesi’nde, faal ve nafi unsurlardan mütevazı bir bahri cüz’ü tam vücuda getirmek imkanına kani oldum. Bunun için Hükümet-i Cumhuriyetin, tedbir ve teşebbüsleri ile şahsen alakadar olacağım. Esaslı ve kıymetli bir nokta-i azimeti bulduktan sonra ondan muazzam gayeye yürümek ve ona vasıl olmak elbette müyesser olacaktır.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Karadeniz gezisinin ardından ATATÜRK, Deniz Kuvvetlerine verdiği önem ve önceliği, 01 Kasım 1924 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeni dönem açılış toplantısında;: Efendiler! Bahriye’yi esaslı ve ciddi bir biçimde geliştirip, düzenlemek düşünülmelidir. Bu konuda başlangıç noktası, özellikle seçkin elemanları hak ettikleri gibi yetiştirip, onlardan memleketin ivedi gereksinimlerinde yararlanmak ve herhalde memleketin gücünün üzerinde hayallerden de uzak durmak olmalıdır. Asırların nadiren yetiştirdiği bir dahi olan ATATÜRK, Deniz Kuvvetleri gibi çok pahalı bir yatırım ve zaman gerektiren bir gücün bir anda oluşturulamayacağını çok iyi bilmekteydi. Bu nedenle, Deniz Kuvvetlerinin mevcut durumunu geliştirecek ve geleceğini planlayacak özerk bir Vekaletin kurulması gerekliliğine içtenlikle inanmaktaydı. ATATÜRK’ün bu açık ve kesin desteğinden sonra, Kastamonu Milletvekili Ali Rıza Beyin önerisi ile Türkiye Büyük Millet Meclisinden 30 Aralık 1924 tarihinde Bahriye Vekaleti (Denizcilik Bakanlığı)yasası çıkarılmıştır. Bahriye Vekaleti, Milli Müdafaa Vekaletinden ayrı bir kuruluş olarak görev yapmaya başlamış, eğitim, tatbikat, denetleme gibi alanlarda Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği (Genelkurmay Başkanlığı)’ne bağlanmıştır. Bahriye Vekaletinin öncelik verdiği konu, ülkedeki ekonomik koşulları da gözardı etmeden, mevcut imkanlar dahilinde Donanmanın çekirdeğini meydana getirmek olmuştur. Bu çalışmalarında Bahriye Vekaleti kararlı ve emin adımlarla mesafe almış ve Deniz Kuvvetlerinin gelişimini uzun vadeli bir programa dayandırmıştır. Başlangıçta yurt dışı gemi alımından ziyade, mevcut gemilerin onarılarak, Donanmaya kazandırılması hedeflenmiştir. İlk olarak, YAVUZ Muharebe Kruvazörü’nün onarımı için bir Fransız şirketi ile anlaşma yapılmıştır. Ancak İstanbul’da YAVUZ’u havuzlayacakkapasitede büyük bir havuzun bulunmaması nedeniyle, öncelikle bir Alman şirketinin Gölcük Bölgesinde YAVUZ için uygun bir yüzer havuz yapmasına, daha sonra geminin bir Fransız şirketi tarafından onarılmasına karar verilmiştir. YAVUZ’un havuzlanma ihtiyaçları, bir anlamda Gölcük’ü Deniz Kuvvetleri ile özdeşleştirecek olan yolun başlangıcı olmuştur. Gölcük’te havuzu yapan Alman Flender Şirketi ile müştereken çeşitli onarım atölyeleri, barınma barakaları ile mayın, akümülatör ve torpido fabrikaları kurularak, faaliyete geçirilmiştir. Bu tesisler Deniz Kuvvetlerinin Gölcük’teki ilk onarım teşkilleri olarak tarihi bir misyon üstlenmiş; daha sonraki yıllarda ard arda yapılan yeni tesisler ve modernizasyon projeleri ile o dönemlerde büyük bir bataklık, küçük bir göl ve fındık tarlaları ile kaplı olan bugünkü Poyraz Rıhtımı ve Gölcük Tersanesinin bulunduğu alan, Türk Deniz Kuvvetlerinin ağırlık merkezini oluşturan görkemli bir yapıya kavuşturulmuştur. Diğer taraftan, Lozan Antlaşması’nın Boğazlar bölgesini askerden arındırması nedeniyle Haliç’te ve İstinye’de bulunan Deniz Kuvvetlerine ait alt yapı tesisleri ilerleyen yıllar içinde bir plan dahilinde Gölcük’e transfer edilmiştir. Gölcük, bu dönemde ana üs olarak belirlenmiştir. İzmit açıklarında demirli ve yaralı bulunan YAVUZ Muharebe Kruvazörü’nü ziyarete giden ATATÜRK, 1925 yılının Eylül ayında Donanma Komutanı Yarbay Necati’ye ;: YAVUZ Gemisine ilk defa geliyorum. Yaralı da olsa bugünkü şekli o zamandan daha pek çok değerlidir. Bu gemiyi Türk Milleti’nin ihtiyacı olan sağlam ve kudretli bir zırhlı şekline sokacağız. Bu kudret, silah bakımından sizlere, dış politika bakımından da bizlere büyük hizmetler görecek, gurur sağlayacaktır. YAVUZ Muharebe Kruvazörü, 1927 yılında Gölcük’te havuzlanarak overhol edilmiştir. Halihazırda dünya çapında fırkateynler ve denizaltılar inşa eden Gölcük Tersanesinin ilk filizleri de bu dönemde atılmıştır. Bu çalışmalara paralel olarak, Donanma personelinin eğitim ve öğretimine özel bir önem verilmiş; çeşitli konularda talimnameler hazırlanarak, kurumsallaşma yönünde ilk adımlar atılmıştır. Ayrıca, o döneme göre modern sayılabilecek yabancı ülke Deniz Kuvvetleri ile irtibat kurularak, yenilikler takip edilmeye çalışılmış ve Hollanda ile iki adet denizaltı inşası yönünde sözleşme imzalanmıştır. Bahriye Vekaleti, 27 Aralık 1927 tarihinde lağvedilmiştir. Ancak, günümüzün modern ve çağdaş Türk Deniz Kuvvetlerine erişimde Bahriye Vekaletinin oynadığı tarihi ve yaşamsal rol bugün daha da iyi anlaşılmaktadır. Bu dönem, Türk denizciliğinin, ancak denizi tanıyan ve denizcilikten gelen yöneticilerin mevcudiyeti durumunda mesafe kat edebileceğini sergilemesi yönünden de önem arz etmektedir. Bahriye Vekaletinden sonra Türk Deniz Kuvvetlerinin gelişim süreci daha güvenli ve bilinçli olarak devam ettirilmiştir. Deniz Müsteşarlığı Dönemi : Genelkurmay Başkanlığında Milli Müdafaa Vekaletine bağlı olarak 1928 yılı Ocak ayında Deniz Müsteşarlığı kurulmuştur. Bu yeni teşkilatlanma ile Donanma Komutanlığı, idari ve lojistik bakımından Genelkurmay Başkanlığına bağlanmıştır. Bu dönemde, envanterinde YAVUZ, TURGUTREİS, HAMİDİYE, MECİDİYE Kruvazörleri, PEYK-İ ŞEVKET ve BERK-İ SATVET Torpido Kruvazörleri ile SAMSUN, BASRA ve TAŞOZ Muhriplerini bulunduran Donanmamız, ana unsurları ile Gölcük’te faaliyet göstermiştir. Hollanda’ya sipariş verilen ve Kurtuluş Savaşı’nın coşkusunu yansıtan I.İNÖNÜ-I ve II.İNÖNÜ-I Denizaltıları da 1928 yılında Deniz Kuvvetlerimize katılmıştır. Kurmay subay yetiştirmek üzere, 02 Kasım 1930 tarihinde Deniz Harp Akademisi Yıldız Sarayı’ndaki binasında eğitim/öğretim faaliyetine başlamıştır. İtalya’da yapılmış olan ADATEPE-I, KOCATEPE-I, TINAZTEPE-I ve ZAFER-I Muhripleri, DUMLUPINAR-I ve SAKARYA-I Denizaltıları ile MARTI-I, DENİZKUŞU-I ve DOĞAN-I Hücumbotları 1931 yılında Deniz Kuvvetlerine katılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayı ile 1933 yılında Donanmanın ana üssünün Gölcük olmasına karar verilmiştir. Aynı yıl Gölcük Tersanesinde inşa edilen ilk gemi olan GÖLCÜK Tankeri kızağa konmuş ve bir yıl içerisinde denize indirilmiştir. Bu dönemde YAVUZ Muharebe Kruvazörü, 1930 yılında onarımının tamamlanmasından sonra Deniz Kuvvetlerinin Sancak Gemisi olarak, 1950 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin denizlerdeki gücünün bir simgesi olmuş; bir çok devlet büyüğü ve yabancı konuk bu gemide ağırlanmıştır. Bu kapsamda, YAVUZ Muharebe Kruvazörü, ZAFER-I ve TINAZTEPE-I Muhripleri ile birlikte 1933 yılında Başbakan İsmet İNÖNÜ’nün Bulgaristan’ı ziyareti münasebetiyle Varna’ya, 1936 yılında ise beş muhrip, dört denizaltı ve bir denizaltı ana gemisi ile eğitimler yapmak ve Akdeniz’de varlık göstermek maksadıyla Malta ve Yunanistan’a ziyaretlerde bulunmuştur. YAVUZ Muharebe Kruvazörü, tarihindeki belki de en acı görevini 19 Kasım 1938 tarihinde ATATÜRK’ün naaşını İstanbul’dan İzmit’e nakletmekle yapmıştır. Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 1936 yılında imzalanması ile birlikte Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği pekiştirilerek, uluslararası topluma kabul ettirilmiş ve bu sözleşmeyi takip eden günlerde İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nda birer Müstahkem Mevki Komutanlığı ve bu komutanlıklara bağlı olarak Deniz Komutanlıkları kurulmuştur. Aynı yıl, Almanya’da inşa edilmiş olan SALDIRAY-I Denizaltısı Donanmaya katılmıştır. Ayrıca, Taşkızak Tersanesinde inşa edilen ve isimleri bizzat ATATÜRK tarafından verilen ATILAY-I ve YILDIRAY-I Denizaltıları denize indirilmiştir. BATIRAY Denizaltısına 1939 yılı Eylül ayında Alman Deniz Kuvvetleri tarafından el konulmuştur. II.Dünya Harbi yıllarında Deniz Okulları emniyet açısından İstanbul’dan Mersin’e nakledilip, eğitim ve öğretim bu bölgede sürdürülmüştür. Savaş sırasında, 23 Haziran 1941 günü, REFAH Şilebi, İngiltere’den 4 denizaltı gemisini teslim alacak personel ve staj yapmak üzere İngiltere’ye gönderilen 20 Pilot adayı Kara Harp Okulu öğrencisi ile Mersin’den İskenderiye’ye intikalde iken bir denizaltı gemisinin attığı torpido ile batmış ve 167 kişi şehit olmuştur. Çanakkale Boğazı çıkışında sualtı savunma sistemleri ile ilgili denemeler yapan ATILAY Denizaltısı, 14 Temmuz 1942 tarihinde I.Dünya Harbi’nden kalma mayınlara çarparak batmış ve 39 denizaltıcımız şehit olmuştur. II.Dünya Harbi’nin bütün dünyayı kan ve gözyaşına çevirdiği bu karanlık günlerde meydana gelen bu iki olay, Türk Ulusu’nu derinden yaralamış ve yasa boğmuştur.TÜRK'ün aLnı Sadece ALLAH'a Secde Eder Denizi Medeniyet olarak gören Oğuz Öncü Örnek Öğretici Onurlu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, denizciliğin gelişmesi için de deniz sporlarının temel olduğunu 1937 yılı Hükümet Programında, Denizcilik sadece ulaştırma işi degil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşaa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü: Toprakların üçü deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududunu Deniz çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci millet yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk'ün büyük MiLLi ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız. 9.ordu karargahı mensuplarıyla istanbul'da Bandırma Vapuru'nun Kız Kulesi açıklarında aranmasına takiben düşman zırhlıları arasından geçerek güvertekilere :; Gazi Mustafa Kemal Atatürk :; Bunlar işte böyle Yalnız Demire Çeliğe, Silah kuvvetine dayanırlar Bildikleri şey Yalnız MADDE.! Bunlar Hürriyet uğruna ölmeye Karar verenlerin Kuvvetini anlayaMazlar.! BiZ, Anadolu'ya Ne silah, Ne cephane ; BiZ ülkü ve iMaN taşıyoruz '' ülkü ve iMaN Atatürkçü, yurtsever aydinlar; israrla ve yakindan takip ederek bu büyük ve iç içe planin parçalarini bir araya getirmelidir. Türkiye’yi bekleyen büyük tehlikeyi, buna karsilik Türkiyeyi (YILLARDIR) yönlendirenlerin ihanetini milletimizin gözleri önüne sermelidir. Ve bunu gecikmeden yapmalidir Çünkü Atatürk Türkiyesi’nin içi her geçen gün biraz daha bosaltiliyor. Atatürk yoksa, Türkiye de yoktur. www.kayseri.net.tr/yazar.asp?yaziID=2651 www.kayseri.net.tr/haber_detay.asp?haberID=9318 Arkadaşlar bir ülkede namus sahipleri en az şer ehli yani namussuzlar kadar cesur olmadıkça o memleket mutlaka batar! insanlar cesaretleri kadar vardır Ölümü göze almayanın yaşama hakkı yoktur Ya istiklal Ya ?

Hasan Demir 22.11.2011

Yerden göğe haklısınız Güngör ağabeyciğim. Sizlerden önce rahmetli babam, Rahmetli Tuncer ağabeyim siz ve sizler gibi nice pilotlar o Türk uçaklarında uçtular. Sanırım cennette bile ruhları tedirgin olmuştur. Bütün ebediyete göçmüş pilotlarımız yattıkça tanrı size hayırlı ömürler versin. Saygılar. sevgiler, selamlar.

Neşe Karel 10.06.2011

GÜNGÖR TÜRKELİ' ÇOK ESKİDEN YETMİŞLİ YILLARDAN TANIRIM DÜRÜST TARAFSIZ BİR GAZETECİDİR ONUN YAZILARINI ÖZLEMİNİ ÇEKİYORUM,,,,

mustafa eser 10.06.2011

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!