Türkiye gündeminin içinden

Türkiye’nin bir karmaşanın içine girdiği ve hatta batağa saplanacağı, AKP’nin ilk programları ve ilişkileri ile görülmüştü. Ardından gelen “Ergenekon” korkutmasıyla, doğabilecek cumhuriyet ve Atatürkçü aydınlanma hareketlerin önünün kesilmesi hedeflendi. Bu işlem zaman zaman yeni çıkışlarla gündeme geliyor. Bir süredir de hedefin ordu olduğu artık açıkça görülüyor.

Bu gelişmeler içinde, meclisin dışında kalmış kimi partilerin sesini bırakın soluğu bile duyulmazken, iki muhalefet partisi liderinin seslerinin, birkaç perde daha yükseldiği görülüyor. Eller kollar sallanıyor, bakışlar sertleşiyor, sesler yükseliyor, iktidar tarafından da benzer suçlamalar, alaylar gelmekte gecikmiyor.

Meclisten başlayıp, basın toplantılarına, açılış, temel atma törenlerine kadar hep birbirini kıyasıya eleştirir görünen “meclis partileri” yaygarası izliyoruz. Amaç, yine Anadolu’nun geçmişi Sevre kadar uzanan paylaşımı… Artık bunu konulara en uzak insanımız bile anlamaya başladı.

Anadolu sahnesindeki görüntü 1919’dan farklı değil.  Bu kez ülke içindeki işbirlikçileri daha fazla ve etkin görevdeler.  1919’da ki zafer çığlıkları her noktada çınlıyor. Ben geliyorum diyor. Yılların emeği ile kurulmuş, alın teri ile yurt ekonomisine katkı sağlayıp; bağımsızlığımızın, egemenliğimizin direnç noktalarını oluşturan işletmelerimiz, fabrikalarımız ya kapanmış, ya da yabancı sermayeye satılmış. Turistik yörelerden başlayarak topraklarımızın yabancılara satışı da gelecek açısından ayrı sorunlar taşıyor.

Fazla uzağa gitmeye gerek yok, ne oldu Antalya’nın Ayçiçek ve Pamuk üretimi, çırçır ve dokuma fabrikaları, yağ sanayi, narenciye bahçeleri? Yerleri yabancı şirketlere satılarak; toprak bütünlüğümüzün parçalanmasının ötesinde, insanlarımızın çalışma alanları da daraltıldı. Antalya, çoğunluğu yabancı şirketler tarafından işletilen Turistik otellerin hamallığına terk edildi. Bir iki işletme hariç, sahnede Antalyalı, hatta Türkiyeli yok. Bu tesislerin Antalya ekonomisine katkısı da tartışılır. Sanırım mevsimsel olarak çalıştırılan personel ücretlerinden ve yiyecek alımından öte geçmiyor. Gerçek anlamda turizmden söz etmek olanaksız.

Türkiye siyasetinde ise, eskinin yenilenmesine benzer değişimler yaşanıyor. Sanki ulusalcılığın parçalanmasını artırmayı hedeflemişçesine yeni partiler kuruluyor. Son değişim, dış destekli darbe lideri tarafından kapatılmış parti ile, onun yokluğunda kurulup birkaç ay içinde iktidara tırmanıp, Türkiye’nin pazarlanmasında en önemli rolü üstlenen partinin birleşmesiyle yaşanıyor. Birleşilen parti adı da, çok eskiyi çağrıştırma amaçlı bir görüntü sergiliyor. Oysa birleşip güçlenmeyi hedeflemiş partiler, geçen süreçte çok değişmişler, her iki parti de, ilk kuruluşlarındaki etkinliğe sahip değil.

Yeni bir güç ve açılım oluşturabilecek mi, o coşku ve ivme yok. O nedenle sanırım, DYP’de etkin görevler üstlenmiş, Antalya’da birçok değişime imza atmış Hasan Subaşı, birleşme kararı alınan kongreyi değerlendirirken, gelişmelere uzak bir duruş içinde görünmeye çalışıyor. Ancak “hem içindeyim, hem dışında zamanın” bakışı, geleceği kendisi için de olumsuz etkileyebilir.

Türkiye’nin iç yapısı içinde, siyasetin yapısı da, iktidarın dışa bağımlılığının, muhalefete yansıması gibi.  Muhalefet partisi konumundaki iki parti liderinin ara sıra birbirlerine de saldırarak, yüksek sesle konuşmaları bir anlık bir meltem esinti gücünü gösterse de, arkadan gelen salvolarla toplumun iktidara bağlı kesimi mutlu edilmiş oluyor.

Ancak Başbakan’ın aşı uygulamasına ilişkin, Sağlık Bakanını eleştirir bir durum içine girmesi ilginç. Bu anlık bir tavır olabileceği gibi bir iç çekişmenin dışa yansıması da olabilir. Şurası bir gerçek ki, “Domuz Gribi” adıyla ortaya çıkan tartışmalar, Türkiye’nin içine düştüğü; hem siyasi, hem de bilimsel çıkmazın hatta açmazın bir başka belirtisi. Aşının ilk kez Türkiye’de denenmesi Türk toplumunun kobay olarak kullanıldığının en açık işareti.

Kuşkusuz Türkiye’nin yaşadığı çıkmaz ve karmaşanın çözümü konusu, siyaset bilimcilerinin işi. Ben sadece genel görüntü içindeki gözlemlerimi aktarmaya çalıştım. Aslında çıkmazlarda ve sıkıntılarda artışın hedefi belli ve herkes  ne yapılması gerektiğini de biliyor. Toplumsal paylaşımın gücünü görmesi gerek.  Ne diyelim, Atatürk’ün, Namık Kemal’in dizelerinden esinlenerek belirttiği gibi, “Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”

Yayın Tarihi
04.11.2009
Bu makale 9209 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!