Antalya’da Amerikalı casus var mıdır? Bilmem, belki işbirlikçi birileri vardır. Elbette “iş” yapanlarla “işbirlikçi” olanları ayırmak gerekir. Onlar ticaret yapıp para kazınıyor. Aslında ”işbirlikçi”de iş yapıp para ve güç kazanıyor diyebiliriz. İşbirlikçi ne yapar, kime ner servis eder, bu işbirlikçiler aslında vatan haini midir, yoksa hepsi iki ülke arasında işbirliğini güçlendirmek için mi çalışır, inanın bilmiyorum!
Son zamanlarda seyrettiğim pek çok casus filminde CIA’nın Akdeniz çanağındaki bazı ülke topraklarında gerçekleştirdiği faaliyetlerinden bir çıkarım yapmaya çalışıyor da olabilirim. Belki de Antalya’ya sık sık gelen Amerikan Filosu’nun üzerine bir senaryo geliştirmiş de olabilirim. Yada “üstün açık yatmışsındır, hayırlara vesile olsun” diyeceksiniz. Zaten hayrı da kalmamışken Amerika neyin hayrına vesile olacak ki! Komik değil mi?
Bu işbirlikçi, işgüzar işadamının hikayesi sanırım şöyle yazardım; “Antalya’da, işbirlikçi, işgüzar bir işadamı, oyuncakcı dükkanı işletmektedir. Sattığı ürünlerin hepsi büyükler için oyuncaklar!
Zaten şirketi de oyuncak gibi kullandığı için yaptığı iş ile mükemmel bir uyum içinde.. Yaşadığı şehirde “şehir kulübü” “tacirler odası” gibi bazı yerlerde de adı geçen, hayalleri olan bir işadamımız bu.. Senaryo bu ya! Böyle biri var işte hikayede.. Amerika’ya gidip gitmediğini bilmiyoruz. Gitmişse de nereye gittiğini kestiremiyoruz. Koca Amerika! Kanada ile Meksika arasında kocaman bir ülkede nereye gitmiş olabileceğine dair elimizde bir bilgi yok. Ne önemi var! Pensilvanya’ya da gitmiş olabilir.. Zaten hikaye bu! Hormonlu, Gedeol’u bir hikaye!
Peki Nasıl tanışırlar? Bu “işadamı” bir gün dükkanına gelen bir Amerikalı ile karşılaşır. Amerikalı zabit, gemideki askerler için oyuncak silah, maytap ve havaifişek almak ister. Bizim artizz de sorar “Hey mister coni, bu kadar silah, maytap ve havaifişek ile ne yapacaksın?” der. Amerikalı zabit de “Hey adamım sen çok soru soruyorsun, ilgilisin yani.. demokrasi götürdüğümüz ülkelerde kutlamalar yapmak için alıyorun bunları..” ve ekler; “Seni sevdim.. Bundan sonra irtibatı koparmayalım.. İstişare içinde olalım adamım” der ve Amerikalı zabit çeker gider. Birkaç gün sonra da limandaki gemi filosu da gitmiştir.. Bizim artizz, kendini artık Amerikalılarla ciddi işler yapan önemli biri olarak görür.. Önce etrafındakilerden saklar, sonra da yavaş yavaş gizli pr yaparak yayılmasını sağlar bu işbirliğinin.. Ama “coni”nin haberi bile yoktur.. Çünkü Coni, adamın şirinliğini ve canayakınlığını sevmiş muhabbet olsun diye laflamış ve çekip gitmiş..”
Hikayenin devamını artık getirmek çok kolay. Nedense sabah sabah böyle basit ve manidar bir hikaye geliverdi aklıma..
Hayra alamet derler ya! Düşünsenize, limana bir İngiliz donanma gemisi yanaşıyor, gelip sizin dükkanınızdan alışveriş yapıyor. Ayaküstü de meraktan sorduğunuz soruları soğuk İngiliz zabit, ağız ucuyla cevaplıyor.. Sonra da parasını ödeyip çıkıyor. Şimdi İngiliz Kraliyet ailesine yakın bir ilişkiniz olmuş mudur sizce? İşte ben buna “bir yeriniz açıkta kalmış, rüya görmüşsünüz” diyebilirim..
Bu bir şey değil, sabah erken kalktığımda daha ne hikayeler uyduruyorum.. Allah affetsin.
Bir de “tacirler odası” ile ilgili bir hikayem var! Ve gerçek üstü hikayeler üstelik! Seviyorum ben “komple teorilerini”. Burda elinden oyuncağı alınan bir işadamının “oyuncağın hikayesi”ni aratmayacak serüvenleri geliyor aklıma! Ama bunun için de Amerikalılar veya İngilizler yok! Bu çevrimiçi bir hikaye olacak yani! Burda, aldatılanlar, ihanetler, hesaplar, pensilvanya, ayçöreği gibi acayip güzel şeyler var!
Bakarsınız bir gün yazarım bu hikayeleri, 32 tekmili birden! Film gibi hikayeler! Meraklısına yerinde servis de yaparım!
Kimbilir!