BİLİMSEL DÜŞÜNCE

Mutluluk Üzerine Düşünce Kırıntılar…

Giriş

Hayatta ki küçük şeyler karşısında duyulan hazların tarifi... Bazen insanı mutlu eden küçük-büyük sürprizler de olabilir. Zaten bilinen bir şey sürpriz olmaz. Birey eğer her şeyi bilirse ona yapılan bir aksiyon nasıl sürpriz olabilir ki? Sevenler arasında şu sahneler yaşanır, genelde; ‘kapat gözlerini’ denilerek ya bilinmeyen bir tanıdık çıkarılır karşısına ya da beklenmedik bir hediye ya da bir toplu grup eylemi… Ama hepsi bilinmeden sunulan, gösterilen küçük sürprizler… Bazen birey her adımını hesaplayarak, planlı, programlı yaşayarak, attığı her adımı düşünerek, her şeyi önceden bilme gereğini düşünerek, gelecek hakkında işi tesadüfe bırakmadan sürprizlere pek yer vermeyebiliyor… Bence bu tip bireysel tercih çok monoton, tek düze… Hayat dediğin sürprizler içermeli, mutlu olmak için...  Bu varsayım tercih edilebilir bir varsayım mıdır? Bilimin son söz söylemediği bir konuda, her varsayımı “doğru” kabul etmek mümkün mü?

Bu yazımızda temel amacımız, mutluluğu felsefi boyutta irdelemek ve tartışmalı bir platformda düşünce etkileşmesini yaratmaktır… Bu konuda pek çok söylem vardır…

Göreceli bir duygu

Mutluluk kişiye, durum ve zamana göre bireyde farklı duygular uyandıran göreceli bir algılama sistemidir… Örneğin; sağlığından dolayı sorun yaşayan birey için mutluluk, Tanrı’nın verdiği her türlü nimeti bilip, ondan yararlanarak şükretmektir, sağlıklı geçen bulunduğu anı yaşamaktır… Örneğin bir çocuk için mutluluk oyun oynayabilmektir… Karnı aç olan bir insan için mutluluk, karnını doyurmaktır… Seven biri için sevgiliye, hasretliğine kavuşmaktır… Anne için evladının huzurlu bir yaşamını görebilmektir… Dolayısıyla bu örneklemeyi çoğaltabiliriz…

Hasret ve özlemin ilacı

Sevgiliye, hasretle, özlem içinde yaşayan bir insanın özlediğine ulaşmak için mutluluk iksiri sayılan duygulardan uzak hala geçmişin köhnemiş dolambaçlarda dolaşıp, tozlu yollarda yürüyorsa insan, ona ne özlemin derinliği, ne sevdanın büyüklüğü ne de hazını yudumlayacağı mutluluğu anlatamazsınız… Tıpkı farklı tarihi kültür katmanları arasında kalmış çağının antik kullanım aletlerin parçaları olarak algılanır… Böyle bir durumda; özleyen ne duyumla, ne de dokunuşla özlediğine mutluluk iksirini verebilir…

Katılık mutluluk düşmanı

İnat markalı katı yüreğe yüklenmiş çok maskelilik, insanların mutluluk hazına ulaşmalarını engeller, çünkü her duruma göre bir maskesi, çok kimliği vardır. Çok kimlikli bir ruh halinin mutluluk anlayışının da çok farklı olacağı kesindir; bu, mutsuzluktur, karamsarlıktır, şikâyettir, güvensizliktir, inançsızlıktır…

Beşinci kişilik olarak varlığını sanan bireye eşlik eden katı dört duvardan sadece mutsuzluk yankılarını duyabilir. Kendine yakıştırdığı poli-anacılık aslında poli-cadılıktır… Çünkü farklı kişiliklerdeki ruh hali onu farklı maskelerle insanlar karşısında kendi kâh mutlu, kâh karamsar, kâh duyarsız, kâh hafifmeşrep, kâh kaderci vs gösterebilir… Alternatif kişiliklere boğulmuş böylesine dağınık karakterli bireyin mutlu olması ya da ona mutluluğu tattırmak kolay değildir…

Yaşamın bir diliminde yüzünü mutluluk penceresine dönderip teslimiyet duygusuyla gerçek duygularını yaşamak için, geçmişin girdabından kurtulabilse, mutluluk hazını bir şekilde tadacaktır. Esas olan o çoklu maskelerini fırına atıp yakabilme cesaretini göstermesidir. Bunu başarabilmesi de sevdiği, inandığı, güvendiği bir dosta teslim olmaktır, onun önerilerine, katıksız sevgiyle yaklaşan mutluluk denizine yelken açmaktır… Ve gerçekten yaşamadığı, ama hep yaşamak istediği o huzur dolu asude hayat ringinde yaşamaktır tek arzusu… Bunu başarabilir; eğer ayağına bağladığı prangaları söküp atabilirse…

Mizahi boyutu

Hayatın tadında şaka, nükte, mizah vardır… Konusuna göre söylenenler, farklılık gösterme doğallığını yadsımadan söylenen her sözü ‘ciddi’ ya da ‘şaka’ kalıbına sokmanın çok anlamlı olmadığını, her irfan sahibi bilir… Örneğin ‘şaka’ bağlamıyla söylenen bir sözü ‘ciddiyet’ ambalajına sararsanız, bireyler arasında ya da toplumda moral değerler kapsamında düşünülen ‘şakalaşma’ eylemi de bitebilir… Ya da tamamen tersini düşünelim; ciddi bir konuyu konuşan bireylerden biri konuyu ‘sulandırma’ amacıyla ya da bilinçsizce ‘şaka’ olabilecek bir tarzla yaklaşırsa ‘ciddi’ olacak bir konu mecrasından saptırıldığı gibi…

Sürekli ciddiyet ya da sürekli şaka kodunda yaşanmayacağına göre, huzur ve mutluluk atmosferi için ara-sıra sinir sistemini gergiden kurtarıcı, gevşeyici, sakinleştirici aksiyonların içinde olmak yararlı olur. Bu nedenle insanların umursamazlığı dikkate değer hale gelir Nitekim olumsuzluk boyutuyla ‘umursa-ma’ nasihatinin yüklendiği anlam, ‘her şeyi ciddiye alma gel beraber şarj koduna girelim’ anlamında olduğu durumlar çoğunluktadır…

Paylaşmanın sırrı

Mutluluk için olmazsa olmaz olan paylaşmak fiilidir... Bu artık sloganlaşmış bir ifadedir… Duyguları ve arzuları bastırılmış bir insanın aradığı güven duyma kapısını çaldığı zaman nasıl bir varsayımla karşılaşacağını bilmez. Bazen ön hükümlü olur, bazen hayal ettiği bir manzarayı bulacağını umar, bazen de hiçbir şey… Güven duyduğu kapıdan kendisine şöyle bir ses yükselirse; ‘eğer bana güveneceksen açık olmalısın, en derinindeki, en mahremindeki korkularını, sırlarını, hatta utançlarını saklamadan söylemelisin, saklamamalısın… Bunları bana açıkça söylemezsen sana nasıl yardımcı olabilirim ya da seninle nasıl paylaşım yapabilirim?’ denildiğinde anafora kapılmış mutsuz ruhun, benliğin vereceği cevap ve alacağı tavır son derece önemlidir…

Paylaşılmayan sorunlara çözüm üretilmeyeceğini bilen güven kapısı şunu telkin eder; ‘arada da olsa açılmalısın, kendini hapsettiğin karanlık dehlizden çıkıp aydınlığa merhaba dercesine bana tüm güçlerini ve zayıflıklarını anlatmalısın, gücün kadar zayıfını da eksiğini de severek kabullenmek ister ve severim…’ diyecek olduğunda, bunalımlı kimlik önemli yol ayırımında olduğunu anlar…

Güven bunalımı

İşte bu yol ayırımında gerçek boyutuyla mutluluk için şart olan güven duygusudur, karşıdakine güvenebilmektir… Sevdiğine eğer duygularını ve düşüncelerini açık yüreklilikle anlatamıyorsa, belli ki içinde bir korku-endişe var demek… Güven bunalımı var demek… Hâlbuki mutlu olmanın başında karşılıklı güven esastır… Güvenilmezse, seven sevilene ya da sevilen sevene nasıl yakın hissedebilirler ki? Onunla nasıl paylaşımda bulunabilir ki? Kendini karşı taraf nasıl teslim edebilir ki? Bunun çözümü, güven sorunu yaşayanın kendini izole ettiği dar aralıktan çıkarıp, karanlıklardan sıyrılıp karşısındakine güvenmeyi denemekti; buna çalışmalı, böylece karşılıklı güven duygusu gelişirse mutluluğun gereği olan ön koşullardan biri daha aşılmış olur…

Özgürce sevmek

Mutluluk için özgür duygusallığın önemi bilinir… Sevgi ne kadar özgürlük ise mutluluk da o kadar özgürlüktür… Mutluluk, ‘özgür düşünce’ kadar ‘özgür davranışta’ da aranır… Sevdiğinin her yaptığı işe, harekete müdahil olunduğunda, bir taraftan isyanın başlaması kaçınılmaz olabilir… Sevgi zinciri bile bazen seveni ve sevileni ‘bıktırıcı’ faktör olarak algılayabilir… Sevdiğini sevgi zinciriyle bağlama eylemi, seven sevdiğini ne ölçüde sevdiğini ispatlayamaz…

Böyle sınırlayıcı zincir, korku yüklü şu şüpheyi doğurur; ‘beni bırakırsa ya…’ diye bir vesveseli konuma düşer… Aslında bu hal bile ‘güven’ temeline dayalı bir eylemin gelişme potansiyelini yansıtır… Bırakıp bırakmama konusunda korku yaşayacağına, bir seferinde bunu çözmek mümkündür; ‘serbest bırakır, risk alır, sonucunu gözler’ eylemi sonunda özgürce sevmenin tadına varmak ve vardırmak eylemi karşılığında mutluluk meyvesini tatmak mümkün olabilir… Özgür kalmanın geri dönüşü, daha güçlü sevgi bağının kurumuyla mümkün olabilir…

Özverili olmak

Mutluluk için bireylerin karşılıklı özverileri işin temeline konulan ilk “harç” niteliğindedir; o nedenle ‘mutluluk fedakârlıktır’ denilir… Birinin diğeri için yaptığı fedakârlıklar saklı hazine olarak kalmalı… Eğer yapılan öz veriler karşısındakinin yüzüne sıkça vurulup rencide edilirse kişi, yapılan fedakârlıkların anlamı kalmaz… Böyle bir durumda karşıdan bunların değerini bilmek ve anlamayı beklemek çok doğru bir şey olmaz… Başına kakmadan yapılanların ne olduğuna bakılarak bağımsızca yapılanları gözlesin sevdiğin kişi, asaletini idrak edecek kadar zeki ve anlayışlı ise, zaten peşinen teşekkür edecek, saygı duyacaktır…

Tek taraflı konuşmak

Konuşmanın anlaşmak için anahtar olduğunu söylemeye gerek yoktur; ata söylemidir; “hayvanlar koklaşa-koklaşa, insanlar konuşa-konuşa anlaşır” ifadesi, mutluluk için karşılıklı olarak bireylerin birbirini dinleme eylemine uymalarını şart koşar…

Sürekli kendinden, ailesinden bahsedip karşısındakine ‘söz hakkı’ tanımayan bir anlayıştakini anlamak ve onaylamak zordur… Dinlemesini istediği kadar, karşı tarafı da dinleme erdemini yaşamalı kişi, aksi halde nasıl anlaşılabilir? Konuşuyorsa eğer, arada karşıdakine konuyla bağlantılı sorular sormalı ya da soru almalıdır… Konuyla gerçekten ilgileniyorsa, onun da söyleyeceği şeyler vardır mutlaka… Karşı tarafın özelliğini merak etmek, öğrenme isteğinde olmak yakınlaşmayı sağlar…

Saygılı olmak

Mutluluk eyleminde saygı vardır… Saygı en az sevgi kadar gerekli ve önemlidir mutluluk için… Bu bağlamda ‘mutluluk saygı duymaktır’ ifadesini tekerleme olarak alıyorum…

Sevdiğini söylediğiniz kişiyi tenkit yağmuru altında bırakırsa, karşı duran bireyin kişilik tahribine neden olur… Sevdiğinin arkadaşlarını, müzik zevklerini, giydiklerini, takip ettiği modayı, konuştuğu konuları, tavırlarını ve yaklaşımlarını sürekli eleştiri yağmuruna tutuyorsa bir taraf, yanlış bir yaklaşım içindedir demektir; karşısındakinin kişiliğini erozyona uğratıyor demektir… O takdirde tenkite maruz kalanın kendine saygısı kalmadığı gibi tenkit eden de saygısızlık madalyasıyla ödüllendirilir…

Farklı bakış açısı

Olaya bakış açısı kişinin konu hakkındaki anlayışını sergiler… Bu nedenle mutluluk aynı zamanda bir bakış açısıdır, olaya farklı bakmaktır… Bu da, davranışın bakış açısına yansımasıyla oluşur… Sevginin göstergelerinden biri de ilgidir, bakış açısıdır, neye nasıl bakıştır… Örneğin ‘başım ağrıyor’ denildiğinde; konuya ilgisiz davranıp sözgelişi ‘canım git bir aspirin al’ denildiğinde, karşıdaki sevildiğini nasıl anlayabilir ki? Sevgini belli etmekten çekinmemeli… Arada da olsa; ‘başını göğsüne daya, okşa saçlarını, burnunu, yanaklarını mıncıkla’ eylemi bireye ipuçları verir… Başım ağrıyor diyorsa mutlaka ilgi bekliyor demektir; alına elini koyarak ‘ateşin var mı’ diye kontrol etmek, kanepede uzanmışsa üstüne ‘battaniye örtmek’ sevdiğini mutlu eder… Bir de başucunda; geçmiş günlerden ‘romantizm kokan’ anılardan kesitler anlatırsan sevdiğine en yoğun mutluluk hediyesini vermiş olursun…

Sonuç

Mutluluk denizin diminde kumlar arasında yaşamını sürdüren bir midyenin bağrındaki bir incidir. Onu istemek yetmez, kıymetini bilmek, anlamak ve ulaşmak için çok büyük mücadele vermek gerek… Marifet, her şeye rağmen ona ulaşabilmektir… Sizi bekleyen inciye ulaşmanız dileğimle… Sevgiyle kalınız…

Yayın Tarihi
24.05.2012
Bu makale 11001 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Etkili bir anlatım teşkkürler Ramazan Hocam

Kafiye KARAKURT 29.05.2012

Yazara Ait Diğer Makaleler

ÇOK OKUNAN

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!