Tanrı Parçacığı.. Taş kafalılar!..

Son iki yazım olan, “Allah’a inanmayan TEK TANRI İNANCI OLMAYAN Çok tanrıcıdır” ve “Çetin Altan ‘Ne inançsız’ olmakla da” başlıklı yazılarımda, “Tanrı/Allah inancının reddedenin çok tanrıcı olduğunu ve yaşamın/insanın tanrısız olamayacağını”; bu gerçeğe rağmen de, “Gerçek/Tek tanrı yerine ‘pek çok’ tanrıya inananların, yine de ‘Gerçek tanrı’ inancına sahip olamayacaklarını” yazmıştım. Tevafuk bu ya, o yazılarımın peşinden İsviçre’nin Cenevre kentindeki CERN Laboratuvarı’ndan gelen, “Tanrı Parçacığı bulundu” haberleri, bu yazımı yazmamın sebebi oluyordu…

***

Kafataş (bilimdışı) olunca’, ‘taş kafalılar

Üniversiteli olduğum 1970’li yıllarda, ateist demeyelim de, “sol kültür(süzlük)den” beslenen arkadaşlarımız diyelim, onlar;         Dinin ‘doğma’, bilimin ‘deneyselleştirilen’ olduğunu” iddia ederek, “Dine/İslama inanan” Bizlere, “dinin ‘kabul’ olduğunu, deneysellenemeceğini söylüyorlardı. Bu bakış açısında, o dönemlerin “ünlüsü/kalitesizi”, Marksist-felesefeci George Politzer’in, “Felsefenin Başlangıç İlkeleri” kitabı temel dayanak teşkil ediyordu.  Çünkü, Politzer, ‘Yaradılış’a karşı çıkarak; “Evren yaratılmış bir şey değildir. Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde, evrenin Tanrı tarafından belli bir anda yaratılmış olması ve evrenin yoktan var edilmiş olması gerekirdi. Yaratılışı kabul edebilmek için, her şeyden önce evrenin varolmadığı bir an’ın varlığını, sonra da hiçlikten (yokluktan) bir şeyin çıkmış olduğunu kabul etmek gerekir. Bu ise bilimin kabul edemeyeceği bir şeydir.” diyordu. Kendisinin kabul etmediği “gerçeği”, bilim denilen olgunun da kabul etmeyeceğini zannediyordu. Kafa ‘taş (bilimdışı) olunca’, ‘taş kafalılar’ da bu bilimdışılığı savunuyordu. Oysa, bilim, ‘bilimdışı kafaların’, “eğer öyle olsaydı bir Yaratıcı olduğunu kabul etmek gerekirdi” dedikleri gerçeği, yani, “Kainatın (Evren’in) başlangıcı olduğu; Yaratıldığı gerçeğini ispatlamış bulunuyor. “Tanrı/ALLAH gerçeği”, bugünlerde açıklanan, “Tanrı Parçacığı bulundu” açıklamalarından önce kesinleşmiş bulunuyordu.

***

Yaradılış deneysellenmiştir:

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın, 18 Kasım 1989 tarihinde uzaya gönderdiği COBE (Cosmic Background Expllorer) adlı keşif uydusu,  kainatın ‘Büyük Patlama’ sonucu meydana geldiğini ileri süren ‘Big-Bang’ teorisini ispatlayan kozmik delilleri uzayın derinliklerinde bulmuştu. Evren’in/Kainatın paleontolojik fosili denilebilecek olan ışıma;kozmik fon radyasyon”, 1992 yılında Cobe uydusu tarafından  gözleniyordu (1). Cobe uydusunun ilk keşfi; Kainatın/Evren’in Yaratılmış olduğunun delillerinden biri olan, “kozmik fon radyasyon (mikro dalga radyasyon enerjisi) fosili”; uydunun 1992 yılındaki keşfinden önce, 1963 yılında da tespit edilmişti. New Jarsey’deki Bell Laboratuvarları’nda çalışan Arno A.Penzias ve Robert W.Wilson isimli iki elektronik uzmanı, kainatın her noktasında hiç değişmeyen ve hep aynı değerde kalan 3 derece K mutlak sıcaklık derecesini (3 derece K derecelik bir sıcaklıkta yansıyan, -270 derece radyasyon; kozmik fon ışımasını) tespit etmişlerdi. Penzias ve Wilson’un, Nobel ödülü almalarına sebep olan bu buluş ile tespit edilen ‘sabit ışımaya’, hem Güneş Sistemi’nin gezegenleri arasında, hem ışığı bize 4,5 yılda gelen en yakın sabit yıldız olan Century’nin bulunduğu noktada, hem de, gökadamız Samanyolu’nun uzak, sönük ve soğuk yıldızları arasında ve de en uzak galaksi olan Cluster salkımlarında da rastlanıyordu. Bütün kainatı dolduran bu ışıma, kainatın ilk yaratılışı sırasında açığa çıkmış ve o zamandan zamanımıza intikal etmişti.

Cobe uydusunun ikinci keşfi, “radyasyon yüklü madde dalgaları” oluyordu. Madde dalgalarının, ‘Büyük Patlama’dan 300 bin yıl sonra oluştuğunu söyleyen bilimadamları, bu dalgaların, bir uçakla okyanus üzerinden uçarken aşağıya baktığımızda gördüğümüz düzensiz deniz dalgalarının biçimine benzediğini ileri sürüyor; ‘Büyük Patlama’ sonucu dağılan maddenin ‘yeniden birleşme’ aşamasını oluşturduğunu ileri sürüyordu. Bugünden yaklaşık 10-12 milyar öncesine bakan Cobe uydusu, Kâinatın bugünkü hâlini almak üzere olan bu yapısını görüntülüyordu: “1992 yılında Kozmik fon Kaşifi (kosmik fon radyasyon kaşifi) Cobe uydusu, mikrodalga fon ışıması üzerinde çok küçük (yüz binde 1 ölçeğinde) sıcaklık farkları belirledi. Bu farklılıklar, evren (kainat) oluştuktan hemen sonra ortaya çıkan çok küçük yoğunluk farklarına işaret ettiğinden, hem Büyük Patlama kuramını doğruladı, hem de evrenin bugünkü topaklı yapısını açıkl(ıyordu)” (2).

Cobe uydusunun üçüncü görevi ise, “galaksi oluşumu”nun ilk evresi’ni tespit etmekti. Yani, madde kütlelerinin; bugünkü galaksi, yıldız ve gezegenlerin oluşmasında başrolü oynayan ‘çekim gücü’ ile biraraya geldiği ilk aşamayı; zamanın ve mekanın başlamasından sonraki 300 bininci sene civarına rastlaması gereken safhayı tespit ederek, Big-Bang teorisindeki tüm halkaların gerçek olduğunu doğrulamak oluyordu. Çok geçmeden de uydu, pek çok uzakta izlenen zigot halindeki galaksi kümelerinin mikrodalga haritalarını Dünya’ya gönderiyordu. Bunlar, Kâinatın, “doğumu”ndan hemen sonra çekilmiş resimleri oluyordu. Araştırmayı yürüten ekibin lideri George Smoot; “Bu manzaraya baktıkça Allah’ı görür gibi oluyoruz.” derken, Santa Cruz Üniversitesi’nden Joel Primack sözkonusu bu haritaları, God Hadwriting -Allah’ın el yazısı- olarak tarif ediyordu (3).

Big Bang/Büyük Patlama/Yaradılış öngörüsü, bilim tarafından pek çok deney, gözlem ve hesap ile teyid edilmiş; teoremi destekleyen en az da “beş tane” bilimsel delil bulunuyor. Bunlar, “Genişleyen Evren, Kozmik Arka Alan Radyasyonu, Evrendeki hafif elementlerin kimyasal çeşitliliki, Olbers Paradoksu, Mikro Dalga Arka Alanda Buruşukluklar (oluyor).” (4). Adında, ‘Bilim’ de olmasına rağmen “bilimdışı kalan” TÜBİTAK’ın “Bilim ve Teknik Dergisi”nde bile; Büyük Patlama (Big-Bang) Kuramı’nı bugün de kabul edilebilir kılan, bu modelin öngördüğü ve temel önem taşıyan üç olayın -evrenin genişlemesinin, kozmik fon radyasyonun varlığının ve hafif element -2H, 3He, 4He, 7Li- bolluğunun öngörümündeki isabetin- deneysel olarak gözlenmiş olmasıdır denilmesi de (5), Yaradılışın deneyselleştirildiğinin delilleri oluyor...

Kainatın ‘Yaratıldığı gerçeği:

Evren Sistemimiz ile ilgili olarak yapılan gözlemlerden biri de, “Evren’in genişlemesi”nin tespiti oluyordu. Belçika’lı astronom Georges Lemaitre’nin, Evren’in başlangıcı olduğu ve bu başlangıçtan itibaren sürekli genişlediği öngörüsü, her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir Evren (Kainat) karşısında olduğumuzu, bu durumun ise, maddenin başlangıçta, “Tek/Bir An”da ve “aynı nokta”da bulunması demek oluyordu ki, işte, bu ‘ilk zamana’ zaten, ‘Big Bang (Büyük Patlama)’ deniliyordu..

Büyük Patlama, maddenin uzay içerisinde patlaması değil, uzayın kendisinin patlaması oluyordu. Dolayısıyla, ‘Büyük Patlama öncesinde ne olmuştu (?)’ gibi bir sorunun anlamı yoktu (6). Çünkü, Evren her zaman var değildi; sıfır hacım yokluk anlamına geldiğine göre de, Kainat/Evren “yokluktan  var hâle” gelmiş bulunuyordu. Büyük Patlama’dan sonraki ilk 10-43 saniye, Evren’in “varolduğu an” oluyor. Planck zamanı adı verilen bu en minik zaman dilimi, erişilmiş ve erişilebilecek en küçük zaman parçasıdır: “10–43 saniye demek, 1 sayısını, 1 sayısının yanına 43 tane sıfır koyduktan sonra elde edilen sayıya bölmek demektir...Bu değer, bir saniyenin milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda birinin, milyonda birinin onda biridir.” (7). Bu en minik zaman aralığı bize, ilk Evren maddesi’nin oluştuğu/yaratıldığı andan 10-43 saniye önce hiç ama “hiçbir şey” olmadığını göstermekte; herşeyinyok’tan, var olduğunun” kesin ve şüphe götürmez bir ifadesi oluyordu. Bir başka ifadeyle de, Kainatın yok’tan var’olduğu gerçeği, rastgele-kendiliğinden oluş iddialarının iflası, “Yaratılış ve Tanrı Gerçeği”nin ispatı oluyordu

***

Asıl doğma kim ne?.. Din ile yürüyen bilim :

Büyük Patlama’yı ispatlayan “bilimsel gerçekler” karşısında, “Durgun Durum  Modeli (Steady State)” adı altında ileri sürülen; “kainatın yaratılmadığı, her şeyin sonsuz bir zaman öncesinden beri varolduğu” zırvaları çöküyor; buna karşın, “Standart (Büyük Patlama/Big Bang) Model Kuramı” ile, “kainatın Tanrı tarafından Yaratılmış olduğu deneyselleş(kesinleş)tirilmiş görüş” oluyordu. Haliyle de, Büyük Patlama’yı ispatlayan sözettiğimiz ve etmediğimiz “deneysellikler”, “dinin/İslamın ‘doğma değil bilim’ olduğunu, asıl ‘doğmatik’ kafaların, taş kafalılar (bilimdışı kafalar) olduğunu’ gösteriyor/du.

Big-Bang Modeli’nin ortaya koyduğu gerçekler aynı zamanda, “dinsiz bilim olamayacağını” ortaya koyuyordu. Colorado Üniversitesi’nden Gerrit L.Verschuut, Starscapes adlı kitabının 187’inci sahifesinde şunları yazıyor; “Big-Bang teorisi, dini inançların gösterdiği, dünyanın ve gökyüzünün yaratılmış olduğu gerçeği ile uygunluk göstermektedir. Bu, astronominin din’le beraber olduğunun sürprizli olmayan bir sonucudur.” diyordu (8). Ortada bir sürpriz yoktu, çünkü, ‘Yaratılış vardı ve “yoktan varoluşu” gerçekleştiren “Güç” de zaten, bunu önceden bildirmiş bulunuyordu:  

 

“Bir şeyin olmasını isteyince ona OL deriz o da oluverir.” İmran (3) 47

 

Bir “OL” emriyle herşey olmuştu… Kâinatın (Evren’in) “yok’tan var’edildiği” Kur’an-ı Kerim “bildirisi” oluyordu…

***

Büyük Patlama (Big Bang) ve Kur’an-ı Kerim :

Kur’an-ı Kerim’in, hemen her gün okuduğumuz halde bir türlü fark edemediğimiz ayetlerinden ikisi (Felak Suresi’nin 1 ve 2’nci ayetleri), evreni ortaya çıkaran “şiddetli patlama”yı (Büyük Patlama’yı) bize heber vermiş bulunmaktadır:

 

“De ki:"Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım,” Felak (113) 1

“Yarattığı şeylerin şerrinden,” Felak (113) 2

 

Rahmetli Nurbaki, Felak Suresi’nin “ilk ‘iki’ ayeti”nde, Allah’ın; “yaratılmışların şerrinden kendisine sığınmamızı” emrederken, kendi sıfatlarından bir değişik terkibi, Rabbil Felak’i kullandığını, bu kullanımda “Rab sıfatı” ile, şiddetli infilak (Büyük Patlama) sonucu ortaya çıkan nesneler (varlıklar) anlamına gelen “felak” kelimesinin birleştiğini, ayetlerin bu yönüyle Evren’in ilk başlangıcına (şiddetli patlamadan doğan nesnelere, varlıklara) işaret ettiğini ifade etmektedir: “Felak kelimesinin etimolojik açıdan pek çok manası vardır. Ancak kelimenin tam manası, birdenbire çatlayıp, şiddetle patlamadan doğan demektir....diğer bir tarife göre; -infilak ettirilmiş- anlamına gelmektedir. Yani infilak olayının sonucuna verilmiş bir kavramdır. Felak şiddetli infilak ile ortaya çıkan nesnedir...felak kelimesi, şiddetli patlamadan (Büyük Patlama’dan) çıkan sonuç, varlıklar demektir...Kur’an varlıkları tanımlarken Büyük Patlama’dan sonra var olanlar anlamına -felak- kelimesi ile tanımlıyor. Ayeti kerimenin en can alıcı noktası, Rab sıfatı ile felak kelimesinin sentezidir...Rab sıfatı; düzenleme, fiziki nizam verme, yetiştirip olgunlaştırma demektir....Allah, maddesel evrenin şekillerini (kainatın yaratılışını) murad etmiş ve Kün (OL) emri ile bir patlama yaratmıştır. Sonuçta felaklar (yani, patlamadan doğan varlıklar), Allah’ın Rab sıfatı ile akıl almaz fiziksel bir kompitür nizamına sokulmuştur.” demektedir (9).

 Pek çok müfessirin zaten, “Büyük Patlama (Big Bang) Modeli” henüz ortaya çıkmamışken, teoriyi tarif etmiş gibidir. Elmalı tefsirinde, Felak Suresi’nde geçen -felak- kelimesine en uygun anlamın “infilak ettirilmiş-çatlatılıp yarılmış” olacağını ifade ederken, yaptığı yorumlama ile de, Büyük Patlama sonucu -yokluktan varlığa çıkışın- (Big Bang’ın) tanımlamasını yapmış gibidir: “Şafak vezninde felâk, bir çok manalara gelen...derin bir kelimedir...en esaslı manası....yarmak, birdenbire çatlatıp ayırmak...infilak ettirilmiş….Mesela bir çekirdeği (başlangıç maddesini) çatlatmak bir felk, çatlaması bir infilâk, bir infitar....O felakın fâlikı (sabahı ortaya çıkaran) : yarıp yaratıcısı, ölüden diri (yokluktan varlığa çıkarıcı), diriden ölü çıkarıcı ve zulmeti yarıp sabahı açıcı ve bu suretle yokluktan çıkarılarak doğup doğuran....hâlık ve mürebbisi demek olur...bir tazyık ve şiddet manası dahi bulunur...bir asıldan (tekil noktadan) ayrılıp çıkan mahlûkat...olur.” demektedir (10). Tefsirde ifade edildiği gibi de, bir başlangıç maddesinin (asılın) şiddetli patlaması; Büyük Patlama (Kuramı) ile, “ölüden (yokluktan) diri (varlıklar)”; Evren Sistemi’miz ortaya çıkıyordu...

***

Bilim ile TANRI inancının buluşması: Tanrı Parçacığı

Büyük Patlama’yı öngören Standart Model, yaklaşık 60 yıldır, dünyanın dört bir yanında binlerce fizikçi tarafından oluşturulup, geliştirilirken, modelin bir eksik parçası sözkonusu oluyordu. Parçacıkların “enerjiden kütleye” nasıl dönüştüğünün mekanizması, bir türlü tam oturtulamıyordu.

İşte, Evren’in oluşmasında büyük rol oynadığı düşünülen, ancak varlığı kanıtlamayan ‘Higgs bozonu’ ya da 1993’te Nobel ödüllü fizikçi Leon Lederman tarafından ‘Tanrı Parçacığı’ olarak adlandırılan ‘atomaltı parçacığın’ bulunduğu, Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) tarafından, 04.07.2012 tarihinde İsviçre, İngiltere, Avusturalya’da eşzamanlı olarak düzenlenen konferanslarda açıklanıyordu.

Bu yeni keşif ile, enerjinin Standart Model’de öngörüldüğü gibi madde haline geldiği doğrulanmış oluyordu. Elde edilen sonuçların iki bağımsız deney tarafından birbirini doğrulaması ‘Tanrı Parçacığı’nın varlığının önemli bir delili oluyordu.

“Evreni inşa eden tuğla”, “Yaradılış meleği” ve “Tanrı parçacığı” olarak adlandırılan Higgs Bozonu, 13.7 milyar yıl önce yaşanan Büyük Patlama’da (Big Bang) oluştuğu düşünülen Higgs Bozonu’nun, galaksilerin, yıldızların ve gezegenleri ortaya çıkaran uzay enkazının kaynağı oluyordu. Parçacıklar, ‘Tanrı Parçacığı’ alanından geçerken kütle kazanıyordu. Bu keşif, Bilim ile TANRI inancının buluşması oluyordu.  CERN’de atom altı parçacığının, ‘Büyük Patlama ortamında’ yoktan varedilmesi, Kur’an-ı Kerim’in; “Kainatın, Tanrı/Allah tarafından yoktan varedilme” bildirimiyle örtüşüyordu.

***

Bilim, ‘Tanrı’nın varlığını’ ortaya koydu diye…

“ ‘Tanrı Parçacığı’ bulundu” diyen “Bilim”, bu bildirisiyle, “yaşadığımız Evren Sistemi’ için, “Tanrı yarattı” demek istiyor..

Peki de…

Bilimsel çalışmalar “Yaradılışı kesinleştirip, Tanrı’nın varlığını” ortaya koydu diye, bu durum, “herkes Tanrı’ya inanacak mı?” demek mi oluyor?..

Tabii ki hayır..

Mesela, “İsmet Berkan AKLI”; “28 yıl önce nasıl bir deneyle kanıtlanacağı yazılmış olan Higgs bozonunun veya bozona adını veren Peter Higgs’in nefret ettiği ismiyle ‘Tanrı Parçacığı’nın varlığı deneysel yöntemle de kanıtlandı. Yani artık, kütlenin nasıl oluştuğunu kesin biçimde biliyoruz. Kütle dediğiniz de bizleriz, dünyamız, etrafımızdaki her şey, evrende görebildiğimiz her şey. Doğanın bir Higgs mekanizması olmasaydı bunların hiçbiri, hiçbirimiz olmazdık.” diyordu (11). Berkan, “Tanrı olmasaydı, bu olamazdı” demesi gerekiyor ama, demiyor, “İnsanoğlunun sonsuz merakı bir zafer daha kazandı..” zırvasından söz ediyordu.

Bir başka zırva da, ‘Tanrı Parçacığı’ için; “Gündelik yaşamda ne işe yarar?” sorusu ve bu yanlışlığa verilen, “şu bu teknoloji doğar” cevapların anlamsızlığı oluyor. Çünkü, bu keşfin “gündelik yaşamdaki en büyük işe yaraması” asıl, “Tanrı inancının” artık reddedilemeyeceği gerçeği oluyor. Haliyle de, insanlığın huzur ve barış için,  “Evren Kitabı” gibi “okunması” gereken bir diğer kitap olan, Kur’an-ı Kerim’i de “okumak” gerektiği gerçeği oluyor.

Bu “okuma” yapıldığında; yüce kitabımızın, “Hz.İbrahim ve putları kırılan müşrikler” kıssasında (Bakz: Enbiya Suresi (21); 52-65’nci ayetlerinde) görülebileceği gibi de; bir putun diğer putları kıramayacağını akledebilen putperestler, bir an için vicdanlarında “dini/tanrıyı” kabul etseler bile, “akledemeyiş sorunu” yaşamaları sebebiyle, yine de “putlara tapma” tercihleri göstermeleri; “Tanrı Parçacığı bulunmuş olsa da, bugünlerde “Akledemeyiş” yaşayanların ya da yarınlarda “Akledemeyiş” yaşayacak olanların yine de inanmayacaklarını bize gösteriyor…

Demek ki de, insanlığın huzuru için de, “Akledip & Akledemeyiş” çok önemli oluyor. Tabii ki de, herkes istediği ‘Tercihi’ yapmakta ‘özgürdür’.. ama kabul edilebilir ki de, “Seçme İradesi” de göstermek gerekiyor.

İşte bu noktada da, Kur’an’ın, “AKLETMEZ MİSİNİZ?” çağrısı bir kez daha yankısını buluyor!..

Ez cümle…

Yakın yıllarda bazı üniversitelerde/üniversitelilerde; “dini/tanrıyı konuşanları üniversitelere sokmamak” düşüncesi sergileyen bir ‘anlayış/akıl’ sergilenmişti..

Sahi, öyle ‘taş (bilimdışı) üniversiteler’ hâlâ var mı!.. o ‘taş kafalar’ hâlâ da bilimadamı mi olarak bulunuyorlar!..

 

http://www.ahmetmusaoglu.org

 

Yayın Tarihi
11.07.2012
Bu makale 10494 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Bu bey arka kapıdan jeoloji "mühendisi" olarak mezun olmuş ama bilim'in ne olup ne olmadığı hakkında zerre kadar bilgisi olmadığı her taraftan sırıtıyor. Sadece "taşkafalılar" diye gerçek bilim insanlarına, üstelik gene onların kesif ve birikimlerinden yarım yamalak (anlamadan) aktardıkları üzerinden hakaret etme cüreti gösteriyor. Bazı yerlerdeki ingilizce hatalarından bile belli ki yaz desen kullandığı isimleri bile yazamayacak durumda. Şöyle soralım acaba tüm bu bilgiler neden taşkafalı bilim insanlarından gelmiş de bizim bu süper zeka! buna hiç bir şey katamamış?

Ergenekon KURT 20.05.2014

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!