Numan Kurtulmuş Bey’e.. münevveri pek bulun(a)mayan ülkeme…

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş Beyefendi; ‘Sivil Dayanışma Platformu’nun Fındıklı’daki merkezinde düzenlediği “Modern Türkiye’de Siyasal İslamcılık Tecrübesi ve İslamcılığın Gelecek Öngörüsü” konulu konferanstaki konuşmasında; B(irleşmiş)M(illetler)’nin, dünyanın yükünü taşıyabilecek bir yapıda olmadığını ifade ederek, şunları da söylüyor; “BM’deki değişikliğin öncülüğünü Türkiye yapacak. 10 sene evvel konuşsaydık etkisi yoktu ama şimdi bu fikir dünyanın birçok yerinde taraftar bulacak. İnşallah önümüzdeki dönemde G-8, IMF ve Dünya Bankası gibi dünyadaki güçlü kurumların fonksiyonlarının değiştirilmesini teklif edeceğiz.” diyordu..

Numan Bey’in bu görüşlerine karşı, bu yazımda, ‘bir tek kelime’ bile belirtmeyeceğim.. Tarihe göndermek için yazdığım da zaten bilinebiliyor..

2009 yılı Ocak ayında çıkan, “Nabucco Babil Yolculuğu Küresel Isınma Tuzağı” isimli eserimde yer alan; “Birleşmiş Hayaller Ülkesi İnşâsı” başlığı altında çıkan bölümü -Birleşmiş Milletler’i ve diğerlerini siz değil, ‘ancak kuranlar’ değiştirir, diyerek - aynen aşağıya koyuyorum… 

 

Birleşmiş Hayaller Ülkesi İnşâsı

Birleşmiş Milletler (BM), 24 Ekim 1945’te kurulmuş uluslararası bir örgüt oluyor. İlk olarak, ‘Birinci Dünya Savaşı’nın akabinde, “uluslararası kardeşlik ve barış” gibi gerekçeler ile 28 Nisan 1919’da, ‘Cemiyet-i Akvam’ ismi ile kuruluyordu. Bu ilk kuruluşun amacı da bugünkü BM gibi, uluslararası sorunları barışçı yollarla çözümlemek ve yeni savaşları durdurmaktı ama, o da ‘evladı’ BM gibi, savaşlara engel olmayı bir tarafa bırakın, savaşları hem destekliyor, hem de taraf olarak bulunuyordu.

Birinci Dünya Savaşının bitmesinden sonraki yoğun açlık ve sefalet döneminde, ‘yeniden kurulacak Dünya’da söz sahibi olmayı hedefleyen ABD’denin, Başkanı Thomas Wilson, 8 Ocak 1918’de Kongre’ye gönderdiği mesaj ile, “ondört maddelik Wilson prensiplerini” açıklıyor; Dünya Barışının tesisi için bir cemiyet oluşturulmasını istiyordu. Wilson’un katkıları ile Cemiyet-i Akvam ya da Milletler Cemiyeti oluşturulmuşsa da, diğer devletlerin bu cemiyete üye olmalarına rağmen de ABD kongresi, cemiyete üye olmayı reddediyordu. Bu durum tıpkı, ‘Küresel Isınma yaşanıyor’ olduğunu kabul edip de, varolan Küresel Isınma felaketi (!) için çözüm olarak önerilen Kyoto Protokolünü imzalamayan, ama Küresel Isınma iddiası üzerinden gelen değişimleri ülkelerin kabul etmesini isteyen bugünkü ABD ve Başkan Bush’un ‘kandırmaca’ örneği gibi oluyordu. 

I. Dünya Savaşının ardından Dünya Barışını tesis etme amacıyla kurulan ‘Milletler Cemiyeti’, bu amacına ulaşamıyor, II. Dünya Savaşının çıkmasına engel olamıyordu. ‘Cemiyet-i Akvam’’ın devamı olan Birleşmiş Milletler Örgütü de, (!), İkinci Dünya Savaşı sürerken; 26 ülkenin temsilcilerinin, Amerika’nın San Fransisko kentinde toplanıp, yine dünyayı savaşlardan korumak amaçlı’ kararlar da alıp, ortak bir bildiri yayınlamaları, yasasını da hazırlayıp onaylamaları ile, 24 Ekim 1945 tarihinde kuruluyordu.

BM, Rio/1992 zirvesi ile ‘Sürdürülebilirlik’ kavramının ülkelerin hayatına sokması sonrası günümüz dünyasında, hükümetler dahil hemen herkes; ‘küresel sorunlara’ ‘küresel çözümler’ bulunması gerektiğine giderek daha fazla inanıyor, ‘Küresel Isınma yaşanıyor’ iddiası, bu ‘olumsuz’ düşüncenin oluşmasına katkı koyuyordu. Sürdürülebilirlik ilkesi ile, ülkeler/insanlık, sorunlara en etkin çözümlerin BM çatısı altında bulunabileceğinin daha fazla farkına varıyordu! İklim değişikliğinin gerçek (!) olduğunu ve insanların faaliyetlerinden kaynakladığını inanılması da, bunun gibi oluyordu. Rio,1992 ile oluşturulan ‘karşılıklı bağımlılığın’ artması ile küreselleşmeye başlayan dünyamızda, daha güçlü bir BM, bunlardan daha fazlasını da yapabilir bulunuyordu. Küresel soruna küresel çözüm gerektiği, neredeyse tüm dünya devletlerini çatısı altında toplaması ve küresel gündemin belirlendiği yer olması hasebiyle, Birleşmiş Milletler (BM), ‘Küresel Tek Yapı’ sağlanması için eşsiz bir konuma sahip bulunuyordu. BM üzerinden insanoğluna, ‘Ortak Gelecek’ biçiliyordu. Rio/1992 Zirvesi’nden Poznan/2008 konferansına kadar yapılan ‘tüm’ BM toplantılarını  değerlendirdiğimizde bu görülebiliyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında düzenli aralıklarla gerçekleştirilen ‘Taraflar Konferansı’ndan, sınırlı sayıda ülkenin devlet başkanlarını bir araya getiren üst düzey ‘Konferanslara/Zirvelere’ kadar tüm görüşmelerde sağlanan, Küreselleşme, yani ‘Küresel Tek Yapı’ inşâsı oldu, oluyordu. BM’in, ABD güdümünden çıkılamayacağı bilinebildiğine, ABD denildiğinde de, Anglosakson-Judea (Protestan Hıristiyanlık ve Yahudilik) anlaşılması gerektiğine göre, kimin için ne istendiği de anlaşılabilir oluyor.

BM’li ABD’nin, 11 Eylül sonrasında başlattığı ‘terörle küresel savaş’ konseptinin uygulanmasının getirdiği başarısızlıklar, ‘Küresel Tek Yapı’ amacına ulaşma araçları olan “askeri modeli (sopa-sert güç modeli-BOP/GOP)” ve “yumuşak güç (havuç uzatma-AB, Sorosculuk) modelini” yenilemeyi gerektirip, ‘Küresel işbirliği’ öngörüsünü esas alan Akıllı güç’ modeli, yani, güçlü bir askeri yapıya olan ihtiyacın önemini vurgulayan, ama aynı zamanda, Amerika'nın nüfuzunu yaymak ve ABD girişimlerine meşruiyet kazandırmak için ‘ortaklıklara’ yaklaşımı esas alan model geliştirilmiş bulunuyor (1). İster “Sopa-Sert Güç modeli (BOP-GOP)”, isterse de  Yumuşak Güç (havuç uzatma-AB-Sorosculuk) modeli” ya da bunların karışımı olan ‘Akıllı Güç modlei’ olsun, tüm bu modeller (küreselciNler arasında tartışma konusu olsalar da) esasta hepsi aynı amaçlı; her üçü birden Batılı Beyaz için Sürdürülebilir gelecek (Sürdürülebilir Tek Yapı) amacı için uygulanıyor. Sürdürülebilirlik, Amerika’nın küresel amacına, ‘Babil Yolculuğu’ sonunda varılacak olan, ‘Birleşmiş Hayaller Ülkesi’, yani ‘Babil Sendromu çözümü’ düşüne ulaşma yolunda kullanılan ‘yol haritası’ oluyor.

Bu hayale ulaşma yolundaki uygulamalar esasta BM üzerinden yürütülmesine rağmen de, BM’nin temel belgelerine dahi tam katılım sağlanamıyor olunması ya da bütün sözleşmelerini çekincesiz imzalayan hiçbir ülkenin bulunmaması gibi zorluklar, BM üzerinden ‘tasarlanan planın’ kolay hayata geçemeyeceğini de gösteriyor. Rio/1992 Zirvesi sonrası doğan Küresel Isınma Politikası uygulaması bağlamında, çok taraflılıktan “tek taraflılığa (küreselliğe)” doğru bir kayış süreci yaşanıyor olması, bu durumun, 2002 Johannesburg Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde gündeme gelmesi ‘tehlikeli’ bulunuyordu. Sorun/lar küresel olduğuna göre, çözümlerinin de küresel olması lazım (!) öngörüsünden hareketle, bunu sağlayabilecek olan kurumun, bütün ülke ve toplumların temsil edilebileceği zemin (!) olan BM çatısı olması iddiasının kimilerince kaygı verici bulunması, ‘KüreselciNleri’ endişeye sevkediyor olsa da, yine de, ‘tek taraflılık’, şimdilik BM süreci vasıtasıyla (onun çatısı altında) sağlanıyor. Buna karşın, BM dışındaki şeyler, mesela da, devletler/ülkeler sorunları çözemez’ öngörüsü ile BM’nin ‘küresel kararlar alması; gelecekte BM’nin, kendisini kullananlarca bir başka yapıya dönüştürüleceği veya bizzat kendisinin yeni bir yapı, yani ‘Küresel Tek Devlet’ halini alacağı düşüncesi yaşanıyor ki, bu durum, ‘akil insanlar’ için endişe verici oluyor.

BM’nin geleceğinin ne olacağı da zaten, ‘KüreselciNler’ arasında tartışma konusu gibi görünse de, aslında geleceği şekillendirme çalışması gibi oluyor. Küresel yönetişimin, yaniKüresel Tek Yapı’nın inşâsı bakımından BM’nin yerinin ne olacağı konusu, iki kutup arasında gidip geliyor. Bir ta­rafta, BM’yi yeniden yapılandırmak suretiyle ABD’nin patronlu­ğunu yaptığı ‘küresel yapıya’ uygun hale getirmek; diğer tarafta ise, tamamen bu yapının terk edilmesi görüşü ileri sürülüyor. BM’nin geleceği ile ilgili, sentez bir öneride bulunan çalışma ise, 2005 yılında UNDP'nin (Birleşmiş Milletler Kalkınma Teşkilatı) başına getirilen Kemal Derviş ile, Ceren Özer tara­fından, aynı yılın ilk ayında ‘Daha İyi Bir Küreselleşme: Meşruiyet, Yönetişim ve Reform (A Beter Globcdization: Legitimacy, Governance, and Reform)’ başlığıyla yayınlanmış bulunuyor. Sözkonusu bu eser, BM Güvenlik Konseyi'nin küresel yönetişime uygun bir yapıya kavuştu­rulması için reform öneriyor. Önerinin temel gerek­çesi, ‘küresel düzendışı” devletlerin ‘istikrarsızlığına’, yani ‘Küresel Tek Yapı’ya uymamasına karşı yapılacak etkili bir savaşın ancak, küresel meşruiyet ile sağlanabi­leceği ve bunun da en meşru kaynağının, BM olduğu düşün­cesi oluyor. Çünkü, her ne olursa olsun, BM; Dünya Bankası (DB) ve IMF gibi yıpranmamış bir kurum oluyordu. “…Kemal Derviş ve Ceren Özer'in birlikte kaleme aldığı kitabın temel politika önerisi BM Güvenlik Konseyininin yeniden yapılandırılmasıdır… Derviş, ABD’nin liderliğinde, fakat diğer güçlü küresel aktörleri de hesaba katan bir küresel meşruiyet sistemi önermektedir. Kitap, önerdiği BM reformu sayesinde, diğer ülkelerin ABD liderliğindeki küresel yönetişimi sorgulamayacakları ve meşru görecekleri iddiasındadır. Zira önerilen reform, BM'nin karar alma mekanizmalarını dünyanın güçlü ülkelerine açmayı planladığı gibi, Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi büyük nü­fuslu yerleri de hesaba katmaktadır. Bu yolla IMF, DTÖ, DB gi­bi küresel yönetişimin parçası olan kurumların, ülke halkları tarafından sahiplenilmesi de mümkün olabilecektir.” (2).  Anlaşılabileceği gibi de, ‘Küresel Tek Yapı -Sürdürülebilir İdare/Yönetim-’, yani ‘Küresel Tek Aile sorunu’ çözümü için, BM kullanılıyor.

Bir başka çok açık ve net olan da, BM üzerinden ülkelerin kendilerini ‘tasfiye ediyor’ olmaları oluyor. Üstelik de bu, neredeyse ‘gönüllülük esasına’ dayalı “teslimiyet” şeklinde oluyor. Bizim gibi dışa bağımlı Yoksul/Güney ülkeler rahat ikna edilebildikleri, idarecileri ‘işbirliğine uygun oldukları’ için, bu tip gönüllü ülkeleri sistemin içine almak kolay olabiliyor. Rio,1992’de başarılan da zaten asıl, bu oluyordu. Türkiye, ülkemiz insanı da; ‘idarecileri eliyle’ ‘Küresel Yapı’ya ‘gönüllü olarak’ sunulmuş; STÖ’leri, küresel şirketlerle işbirliğinde bulunan şirketler ve işadamları ve bilim adamı denilenleri ile ‘Küresel Tek Yapı’ya ‘yolcu’ durumunda oluyordu! İşbirlikçi Kemal Derviş’e göre, BM Reform planında Türkiye’nin de ‘görevi’ bulunuyordu: “Birleşmiş Milletler'in reform planlarında, Türkiye'nin kendi boyutunu aşan bir işlevi olabileceğine işaret eden Derviş'e göre ‘Türkiye, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin'den oluşan ve BRIC diye adlandırılan grupla birlikte hareket ederse, küreselleşmenin ve G – 7’nin aşırı gücünü azaltan gelişmelere destek olabilir.” deniliyordu (3). Burada söz edilen, Küreselleşme yolculuğu uygulamasından doğacak ‘sorunların’, Türkiye üzerinde de giderilmesi oluyor, yoksa Türkiye düşünülmüyordu. Bu sebeple de Türkiye, AKP Hükümeti döneminde ‘Güvenlik konseyi üyeliği’ kazanıyor (!), fakat bu durum sizi yanıltmasın, BM’nin ‘yeni rolünde’, BM Güvenlik Konseyi’nin ülkelerin nüfusu, milli geliri ve askeri gücüne göre “yeniden yapılandırılması gereğini” isteyen ve bu yeni yapılandırmada Fransa, İngiltere gibi ne nüfus ne de ekonomik hacim açısından en tepelerde olmayan ülkelerin veto hakkı bulunmaması gerektiğini savunan görüşün yansıması bu oluyordu. Turgut Özal’lı dönemle yeşeren, devlet örgütlenmesini değiştirme, yani “küreselleşmeye uyumlu hâle getirme” süreci, özellikle 28 Şubat darbesinden sonra gelen her iktidar ve de ‘Küresel Isınma iddiaları’ üzerinden sürdürülüyor. Ülkenin tarım ve enerji politikaları başta olmak üzere tüm toplumsal yapı, kurulmasına çok yaklaşılan “Küresel İktidar (Tek Yapı) Mo­deli”ne uygun olarak dönüştürülüyor. Şöyle ifade edersek de; Birleşmiş Milletler zirve, konferans ve toplantıları, idarecilerimiz birtakım kararlar alacak, bu kararlar uygulanacak ve sorunlarımız çözülecek (!) gibi olsa da, aslında olan bu olmuyor. Konferanslar veya Zirveler; ülkelerin, Hükümetleri eliyle, ‘Sürdürülebilir kalkınma’ amacını benimsemesi ile, milli olandan (milli vatandaşlıktan) çözülüp, Küresel Yapı’ya entegre olmasını (Tek Devlet Vatandaşlığını) pekiştiren toplantılar, ‘idarecileri eliyleçözülen ülkelerin (insanlığın) Babil Yolculuğu yapan ‘Küresel Tren’e yüklenmesi (!) oluyor.

BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, Bangkok/2008 müzakereleri açılışında yayımlanan görüntülü mesajında; “Tarihin akışını değiştirmek amacıyla görüşme sürecini başlatmak için toplandınız.” diyordu (4). Tarihin akışını değiştirmekten kastedilen, ABD’li ideolog Francis Fukayama’nın, Tevrat kaynaklı öngörüsü, “Tarihin (Günlerin) Sonu”; 2012 (-2014)’de başlayacağı düşlenen ‘Yeni Çağ’ amacı oluyordu. BM’nin İklim Değişikliği Konvansiyonu Başkanı Yvo de Boer’un; uluslararası topluluğun, 'tarihin en karmaşık uluslararası anlaşmalarından biri olabilecek bu anlaşmayı hazırlamak için iki yıldan kısa süresi bulunduğunu, bu süreçte kesinlikle KAZANANLAR (-İyiler) ve KAYBEDENLER (-Kötüler) olacaktır açıklaması da (5), Francis Fukayama ve diğer ABD’li ideolog Samul Huntington’un öngördüğü; Tarihin Sonu’na gelmiş olan ülkelerin ya da Medeniyetler Çatışmasında kaybetmesi gerekenlerin, yani Türkiye dahil Yoksul/Güney ülkelerin, ‘Küresel Tek Yapı’ya tabii olmaları arzuları oluyordu.

Hiç şüphesiz ki de, Küresel Tek Yapı tartışmalarının  zirvesinde ya da Babil Yolculuğu’nun son durağında, Tanrının Krallığı/Tarihin (Günlerin) Sonu, yani, Anglosakson-Judea işbirliğinin ‘ortak inancı’, ‘Babil Sendromu çözümüdüşü bulunuyor…

 

 

http://www.ahmetmusaoglu.org

Yayın Tarihi
02.12.2012
Bu makale 11060 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!