İstiklal Marşı-Ulusal düttürü-Özgürlük Dinletisi, ne diyeceklerini şaşırdılar artık, aslında bu konu Arap’ın yalellisi veya saksağanın kuyruğu.
Milli Marşımızın tarihçesini irdelediğimizde, 1920'de Maarif Vekâleti’nin açtığı milli marş güftesi müsabakasına sürenin de uzatılmasına rağmen istenen vasıfları taşıyan bir güfte gelmez. Bunun üzerine Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Akif’e hususi mektup yollayarak müsabakaya katılmasını ister. Şair Akif, verilecek mükâfatı almamak koşuluyla teklife “peki” der, zaten bir müddettir arkadaşlarına yazmakta olduğu şiirden bazı kıtalar okumaktadır. Müsabakaya girme kararı verilince kıtalar bütünleşmiş, şiir tamamlamıştır. Şiir, 12 Mart 1921'de Büyük Millet Meclisi’nde alkışlar içersinde Türk Milli Marşı’nın güftesi olarak kabul edilir. İlk beste 1924 yılında Ali Rıfat Çağatay’ca yapılır, ancak bestenin halk tarafından benimsenmemesi, fazla batılı bulunması yüzünden Zeki Üngör'ün bestesi ile değiştirilir.
İleriyi gören, içine doğmuş gibi kaygısını o zamanlar dile getiren Mehmet Akif Ersoy: “Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırtmasın” demiştir.
Ulusların varlıklarını sürdürebilmelerinin en önemli sebeplerinden biri de milli değerlerine sahip çıkmalarıdır. Bu değerlerimiz içinde ilkin İstiklal Marşımız gelir. Henüz ilkokula başlamadan marşımızın anlam ve önemini çevremizden öğrendik. Her cuma akşamüstü ve pazartesi sabahı söylediğimiz, kısık sesle okuduğumuzda çoğunlukla müzik öğretmeni veya müdür tarafından azarlandığımız marşımızın ardından öğrenci andımızı sınıf öğretmenleri, yüzlerce öğrenci korosuyla: “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım. İlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu türküm diyene!” dedirtir ve “Hayırlı dersler arkadaşlar!” temennisiyle merdivenleri ağır ağır çıkardı ama bugün bu ant bile insan haklarına aykırı bulunarak ne yazık ki mahkemeliktir.
İlkokul öğrenciliğim sırasında nezleli halimle ant içerken “armağan olsun” bölümündeki “sun” hecesini vurgularken burnumdan akan sıvının balonlaşmasıyla birlikte rezil-i rüsva olmamı hatırladım şuan ve sonrasında bunu gurur yaparak, utandığımdan okula gitmemek için günlerce diretişimi. İşi, kaydımı okuldan aldırtmaya kadar vardırmıştım. Neyse ki öğretmenimin yatıştırmasıyla paşa paşa, pardon hanım hanım, en doğrusu tıpış tıpış “şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk” şarkısı eşliğinde, uygun adım marşla, gözüm yaşlı yola koyulmuştum.
Nerde kalmıştım: İstiklal Marşımız ülkemizin özgürlük simgesidir. Şimdi üzerinde yaşadığımız topraklardaki sosyal, demokratik, laik, hukuk devleti oluncaya dek geldiğimiz yolun tarihini anlatır bizlere. Gelin görün ki güftesinden bestesine kadar, marşımızı her mekânda yıpratıyor, hırpalatıyoruz. Gerçi nelerimiz kullanılmıyor, heba edilmiyor ki! Hatta yıllar öncesi güftesi değiştirilerek mizah adı altında Cem Yılmaz tarafından televizyon kanallarında sunuldu, bir reklâm filminde fon müziği olarak kullanıldı. Uygar olmak her şeyi istediğim yerde, istediğim zaman kullanırım demek değildir, hele başkalarına ait bir malın bedelini ödemeden bunu yapamazsınız.
Çünkü o marş bize kanlarını dökerek miras bırakanların malıdır, sahip çıkmak, bu topraklarda yaşayan herkesin boynunun borcudur.