Birinci Dünya
Savaşında dokuz cephede savaşıp, Çanakkale cephesi hariç diğer tüm cephelerde
yenilen ve yüz binlerce esir bırakan Osmanlı Devleti teslim bayrağını çeker;
Mondros Mütarekesini imzalar, ardından Sevr Antlaşması masaya konulur.
Mütareke hükümleri
gereğince tüm ordularımız dağıtılmış (Doğu Anadolu’daki 3. Ordu kısmen devam
eder), silahlar toplatılmış, sağ kalan gaziler, esir düşmeyen yorgun askerler
köylerine dönmüştü…
İstanbul tek kurşun
atılmadan teslim edilmişti…
Kısaca Damat Ferit
hükümeti direnmemiş, devleti emperyalistlere teslim etmişti…
**
İzmir işgal edilir…
Türk milletini
bekleyen kara günler ufukta yaklaşır…
Umutsuzluk hat
safhada…
Yokluk, fukaralık,
savaş yorgunluğu çabası…
En önemlisi de
liderin belirsizliği…
Böyle bir
atmosferde Anadolu emperyalistler tarafından paylaşılmış, her taraftan işgaller
başlar…
En çarpıcı olanı da
İzmir’in işgalidir…
Bu işgal, Türk
Milletini çok etkiler, sarsar adeta…
**
Direniş için
örgütlenmek…
Milli mücadele için
bir direnişin planlarını yapan Mustafa Kemal, bu tarihlerde İstanbul’dan
Anadolu’ya geçmenin yollarını arar…
Mustafa Kemal’e
göre Türk Milleti için tek yol vardır; “Ya istiklal ya ölüm…”
15 Mayıs 1919
düşman İzmir’i işgal eder…
Başta ABD, İngiliz,
İtalyan, Fransız bayraklı büyük gemiler, Yunan palikaryasını karaya çıkarmak
için limana girerler…
Karaya çıkan
Yunanlılar katliama başlarlar…
Ne diyor Namık
Kemal;
“Vatanın bağrına
düşman dayamış hançerini
Yok mudur
kurtaracak bahtı kara maderini!..”
Mustafa Kemal de;
“Varsın dayasın
vatının bağrına düşman hançerini
Bulunur elbette
kurtaracak bahtı kara maderini…”
İşte bu ruh ve
inançla, işgal ve katliama devam eden Yunan askerlerine karşı Hasan Tahsin
“revolvari”ni çeker “takk… takk... takk…” ateş eder ve ilk kurşun hedefini
bulur…
Düşman Anadolu’nun
içlerine doğru ilerler…
Düzenli bir ordu
gücü yoktur…
Mustafa Kemal’den
dinleyelim;
“Ben 1919 senesi
Mayıs’ı içinde Samsun’a çıktığımda elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu… Yalnız
büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve
manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete ve bu Türk milletime
güvenerek işe başladım…”
Türk yurdunu işgale
başlayan emperyalizmin kuklaları her türlü melaneti işlemeye devam ediyordu…
Ege’den iç taraflara
doğru dalgalar halinde göç başlamıştı…
Düşman ayaklarıyla
kirlenen vatan toprağında hayli uzun sürecek bir mezalim başlamak üzereydi
artık…
Halk çaresizdi…
İzmir işgaliyle
Türk Milleti uyandırıldı…
Çanakkale’deki
diriliş ruhu yeniden alevlendi, kısaca uyumakta olan dev artık uyanmıştı…
Ege’de ve Rumeli’de
dağlarda ateşler yanmaya başladı…
Direniş başlamıştı…
Ama örgütlü
değildi, bunun örgütlenmesi gerekiyordu…
Doğu Anadolu’da Erzurum,
Sivas Kongreleri yapılmış TBMM toplanmış vatan savunması için sevk ve idare
başlamıştı…
Ankara, Manisa
Demirci kazasına bir kaymakam tayin eder…
Tayin edilen İbrahim
Ethem…
Kaymakam sıfatı
kullanılarak direnişi örgütlemekle görevlendirilir… Yöredeki milis güçleri
organize eder...
**
Sivil direniş
başlar…
Sivil direnişin
önden gelenlerinden bazı önemli isimleri burada vermekte yarar vardır;
Yörük Ali Efe…
Bergama-Soma
Efeleri…
Akhisar Efeleri…
Çete Ayşe…
Gördesli Makbule…
Ve diğer isimsiz
kadın kahramanlar…
Erzurumlu Kara
Fatma ve Çetesi…
İnebolu’dan cephane
taşıyan kadınlar….
Sökeli Cafer Efe…
Bergamalı Arap Ali
Osman Efe…
Gökçen Efe destanı…
Nezahat onbaşı…
Afyonda ray döşeyen
kadınlar…
Danişmendli İsmail
Efe…
Batı Trakya’da
gönüllü müfreze…
Çukurovalı Kuva-i
Milliyeciler…
**
Ve Mustafa Kemal’in
kararı;
“Hattı müdafaa
yoktur sathı müdafaa vardır, o satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış
toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz.”
Kocatepe’de büyük
taarruz başlar…
Dumlupınar ve
Sakarya meydan muharebeleri…
İstiklal Savaşının
tüm kahramanları, Türk milletinin topyekûn savaşta…
O günlerde Batı
emperyalizmine karşı verilen savaşın sonucunu tüm dünyanın mazlum milletleri
merakla bekliyordu; ezilen halkların gözü Anadolu’daydı…
Yokluk içinde
verilen mücadeleye destek gerekiyordu…
Farklı ülkelerin
samimi Müslümanları yardım elini uzatıyordu…
Örneğin; Hindistan
Müslümanları yüzüklerini satıp Anadolu’ya gönderirler…
Buhara
Cumhuriyetinin önemli maddi yardım yanında, ayrıca TBMM’ne 3 (üç) tane altın
kaplamalı kılıç gönderir…
Bu kılıçların biri
Mustafa Kemal’e, biri İsmet Paşa’ya hediye edilir…
Üçüncü kılıcın da
kime hediye edileceğine dair istekleri olur Buhara hükümetinin…
Altın kaplamalı
üçüncü kılıç, İzmir’e ilk girecek olan birliğin komutanına verilmesi istenir…
**
Vatan için
şehitler…
Dumlupınar
şehitliğini gören, gezen bilir; sembol kahraman Onbaşı Kara Ali’nin 11
yıl boyunca cepheden cepheye koşarken, 8 yaşında bıraktığı oğlu Mehmet ile
Sakarya Meydan Muharebesinde “Sancaktar Mehmet Çavuş” olarak
karşılaşırlar ve baba şehit olur…
Onbaşı Kara Ali’nin
hazin ama onurlu hikâyesini ayrıca anlattım…
Merak eden
sayfamdan okuyabilir…
Sembol heykelin
kucağında babasını taşıyan sancaktar Çavuş Mehmet de İzmir’e girerken şehit
olur…
Analar evlatlarını
akıbetini sorar savaştan geri dönenlerden…
Sakarya’da şehit
olan Yüzbaşı Basri’nin annesi Teğmen Şevket’i yakalar, yakasından tutar;
“Basri’m nerede!” diye sorar…
İçi çekilir
Şevket’in…
“Arkadan geliyor!” diyebilir…
Arkadan
gelmeyeceğini bilerek…
**
26 Ağustos büyük
taarruz öncesi Buharalı Türklerin gönderdikleri üç kılıçtan üçüncü kılıç
hikâyesi tüm birliklere duyurulur… Onurlanma teşvikidir bu duyuru…
26 Ağustos sabaha
karşı büyük taarruz başladığı zaman ordunun birlik komutanlarının ilk hedefi
İzmir’e girmek ve bu onurlu mertebe sayılan üçüncü kılıca sahip olma hayali ve amacı
vardı…
İzmir’e ilk girecek
birlik olma şerefine nail olma hayalini yaşadılar…
Afyonkarahisar
süvari birliklerin başında Niyazi komutan ve diğerleri vardır…
Öncü kuvvet olarak
hareket halindedirler…
30 Ağustos Zafer
haberleri tüm yurda ayılır…
31 Ağustos günü
düşman yel gibi kaçmaktadır…
Düşman panik içinde
canını kurtarmaya çalışırken yolunu şaşırıp kaybolanlar da vardır…
Tüm birlikler
Mustafa Kemal’den çok kısa bir telgraf gelir;
“Ordular ilk
hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Ordu düşmanı
kovalar…
Afyon-Uşak hattında
kaçan Yunan ordusundan birlikler vadilerde kaybolur ve dağılır…
Komutanları General
Trikopis yakalanır…
Esir alınır…
Mustafa Kemal onu
tam bir asker onuruyla karşılar…
**
İstanbul’da, işgal
kuvvetleri başkomutanı İngiliz General Charpy deliye dönmüştür… Odasında
yerinde duramamaktadır…
Bir o yana bir
diğer yana gidip gelmektedir…
Panik ve korku
sarmış bedenini…
Şu ifadeler
dökülür; “Bu hızla yarın İzmir’e girerler” der…
Her türlü silah ve
lojistikle destekli 250 bin kişilik devasa Yunan ordusu darmadağın olmuştu…
İzmirli Rumlar
paniklenmişler…
İşgal sırasında
Yunanlıyı sevinçle karşılayan bu azınlıklar, artık işin sonuna gelindiğini
tahmin etmiş olmalılar ki İzmir kordonunda bir yandan yalılar taşınmakta ve
satılmaktadır…
Bir yandan da
akıllarda işgal edilen İzmir ve “Küçük Asya” dedikleri mümbit
toparlarıyla Anadolu vardı hayallerinde…
**
Zafer haberleri
dalga halinde yayılır Anadolu’ya…
Bayraklar dikilir
her yerde…
Türk orduları ve
öncü süvariler, Fahrettin Altan komutasındaki birlikler, İzmir’e doğru
kanatlanmış uçuyordu adeta…
Yunanı İzmir’e
doğru, Ege Denizine sürüyordu…
Tarih 8 Eylül 1922
Manisa kurtarılır…
8 Eylül akşamı
İzmir’e girecek ilk komutanın ve birliğin kim olacağına karar verilir; birlik
belirlenir…
Bu şeref, 2. Süvari
Tümeninden 4. Süvari Alayı müfrezelerinindir…
Yüzbaşı Şerafettin
emri alır…
Sabaha kadar
gözlerine uyku girmez…
Tarih 9 Eylül 1922…
Gün ağarırken 4.
Süvari Alayı Sabuncu Belinden İzmir’e iniyordu…
İzmir’in dağlarda
çiçekler açmaya başlamıştı…
Mustafa Kemal de Bel
Kahve’de onları gözlüyordu…
Tarih 9 Eylül 1922;
saat 9.00, Ordu Bornova’da…
Fakat orada bir
aksilik olur; Bornova bağlık bahçelik bir semttir…
Rum milisler
bahçelerden ateş açarlar…
Fakat Yüzbaşı
Şerafettin Bey uğraşmaz onlarla “İleri!” der…
Mustafa Kemal’in şu
ifadesini anımsar yeniden;
“Bağımsızlık benim
karakterimdir…”
Tarih 9 Eylül, saat
9.30…
Halkapınar
Tuzakoğlu fabrikasının yakınına gelinmiştir süvari birlikleri…
Orada da bir
aksilik görür Yüzbaşı Şerafettin Bey…
Tuzakoğlu
fabrikasında, ismine uygun olarak, tuzak kurulmuştur…
Yüzbaşı Şerafettin
Bey “At in!” emrini verir…
Çatışma olur, 4 er
şehit olur..
Yüzbaşı Şerafettin
Bey hatıralarında;
“Hepsinin gözleri
açıktı ve İzmir’e dönüktü…” diye kayıt eder…
Şehitler; Konyalı
Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet, Balkan göçmeni Bergamalı Veysi…
Bu kahramanlar
oracıkta vatan toprağının bağrıyla kucaklaşırlar…
Şimdi “Kahramanlar”
denilen Halkapınar şehitliğinde yatıyorlar…
Tarih 9 Eylül, saat
11.30…
Süvariler artık
Alsancak’a girmiştir…
Kordonda Türk’ün at
nal sesleri duyulmaktadır…
Evlerine düşman
korkusundan sinen Türkler evlerinden çıkıp süvarilerin atlarının boyunlarına
sarılan, öpenler vardır…
Çiçeklerle
karşılanırlar…
Rumlar gemilerle
kaçma telaşındadırlar…
Pasaportta bir Rum
el bombası atar…
Yüzbaşı Şerafettin
Bey’in atı ölür, kendisi de omzundan yaralanır…
Atını değiştirir...
Dörtnala konağa
doğu gider…
Bu arada taciz
ateşleri yapılır…
Yüzbaşı Şerafettin
Bey hatıralarında şunları yazar;
“Üstüm başım kan
içinde kalmıştı… Önem vermedim… Ölsem de ne gam! İzmir’i kurtarmıştık ya…
İzmir’e girmiştik ya…”
**
Bayrak asılıyor..
Tarih 9 Eylül, saat
12.30…
Saat kulesini
gördüklerinde gözyaşını tutamazlar…
Balkonunda Yunan
bayrağı olan hükümet konağına yönelirler…
Hükümet konağına
yaralı gelen Yüzbaşı Şerafettin Bey, 16 yaşlarında İzmirli bir gencin verdiği
Türk bayrağını alır ve koynuna sokar…
Yüzbaşı Şerafettin
Beyin ve şehitlerimizin kanlarıyla sulanan bayrağımızı sonsuza kadar orada
dalgalanmak üzere direğe çeker…
“Bayrakları bayrak
yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer
uğrunda ölen varsa vatandır”
Diyor şair…
Yüzbaşı Şerafettin
Beyin hatıralarından; “Hemen balkona koştum, Yunan bayrağını indirdim,
halkımızın öpe-öpe getirdiği şanlı bayrağımızı aldım, önce öptüm, öptüm… Öptüm…
Yüzümdeki kanlar ve gözyaşlarım ay yıldıza bulaşmıştı…”
Öğleden sonra
piyadeler de İzmir’e girer…
O gün tebrikleri
kabul ederler; ilginç olan ise tebrik edenlerin başında da İngiliz başkonsolosu
bulunuyordu…
Halk kahramanları
bağrına basar…
Tarih 10 Eylül 1922
gecesini
Nif köyünde geçirir Mustafa Kemal…
Tarih 10 Eylül,
genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak, yaveri Salih Bozok’la İzmir’e girer Mustafa
Kemal…
İzmir tarihi gün
yaşar…
Mustafa Kemal
Konaktadır…
Bir tören
yapılacaktır; Buharalıların şartı olan 3. Kılıç törenle Yüzbaşı Şerafettin
Bey’e verilir…
Tarih 14 Eylül
1922…
Emperyalizmin
şımarık çocuğu Yunan palikaryası kaçarken geride her şeyi yakıp yıkar…
İzmir hala
yanmaktadır…
Vatan kurtulmuş,
İzmir kurtulmuş, Türk milleti esaret zincirine layık gören Batı emperyalizmi,
hayatları boyunca asla unutamayacakları bir tokat yemişti Türk milletinden…
O kin ve hınç
bitmedi… Hırslandılar… Bilendiler… Öç almak için fırsat kolluyorlar… Bu gün de
ülkemizi yerli uşak ruhlu, kiralık beyin ve nesebi karışık kişiler aracılığıyla
içten yıkmaya, parçalamaya çalışmaktadırlar… Hedef yenilginin öcünü almak…
Görevimiz, doğruyu
zamanında görmek ve elimizdeki medeniyet, demokrasi silahı OYUMUZU doğru ve
isabetli kullanmaktır...