“Bir yumruğun perde arkasındakiler” Diye başlamış yazısına değerli gazeteci, araştırmacı yazar Soner Yalçın…
Yazsını birileri de okusun diye sosyal medyada ivedilikle paylaştım ve hatta uyarı yorumu da koydum:
-Bu yazıyı her kese okumalı. Değerli öğretmen arkadaşlarım, anne ve babalar her kes okumalı ve daha çok okunsun diye paylaşmalı. Dedim.
Virgülüne, noktasına, özüne sözüne dokunmadan birkaç kişinin daha dikkatini çeker de okur diye köşemde yayınlamayı bir sorumluluk sayıyorum.
İşte o müthiş ve etkili, ders veren yazı:
----------------------------------------
O yumruk…
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na atılan yumruk.
Yumruklayan 26 suçtan sabıkalı AKP’li Orhan Övet.
Gelelim perde arkasına…
Ama önce…
Büyük müzik insanı Gürer Aykal’ın yıllar önce Odatv’ye yazdığı bir makaleden bahsedeceğim. Konu: Mandolin!..
Cumhuriyetin ilk yıllarında okullarda müzik enstrümanı olarak neden mandolin tercih edildi?
Mandolin, yaylı sazlara, özellikle kemana geçişte müthiş bir kolaylık sağlamasıyla bilinir. Keman ile mandolinin tuş ölçüleri aynı. Bu nedenle mandolin üzerinde çalışan ve eğitilen parmaklar, kemana geçtiği zaman yabancılık çekmiyor. Bu da mandolinin yaylı sazlara geçişteki kolaylığını açıklıyor. Bu yüzden de çok sesli müziğe saygısı olan tüm dünya ülkelerinde, ilköğretim çağındaki çocukların mandolin öğrenmesi teşvik ediliyor.
Türkiye’de daha sonraları mandolinin yerini önce “melodika”, ardından da günümüzde modern kaval diyebileceğimiz “blok flüt” aldı. Her iki müzik aletinin mandolin ile aynı kategoride anılması söz konusu olamaz. Türkiye, çok sesli müzik sanatında cumhuriyetin ilk yıllarındaki temposunu bir daha yakalayamamış ise bunda yürütülen müzik eğitim politikalarının büyük etkisi var.
Yalnızca bu kadarcık bir çerçeveden bakıldığında bile, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitim atağının gücü ve kapsayıcılığı ortaya çıkıyor.
Mandolin… Yumruk… Ve sabıkalı Orhan Övet!..
Ne ilgisi var değil mi?
Çok var.
Albümdeki fotoğraflar
Köy Enstitüsü mezunu Güzel Sanatlar Genel Müdürü Mehmet Özel, yıllar önce “Köy Enstitüleri” adlı harika bir fotoğraf albümü yayınladı. Fotoğraflar bir dönemi tüm gerçekliğiyle ortaya seriyordu.
1930’da Türkiye’nin 40 bin köyünün 35 bininde okul yoktu. Köy çocuklarının yüzde 80’i okula gitmiyordu.
CHP, 1935’teki Dördüncü Kurultayı’nda okul-öğretmen sayısının artırılması için bir dizi karar aldı. Eskişehir Çifteler, İzmir Kızılçullu, Edirne Kepirtepe ve Kastamonu Gölköy’de deneme niteliğinde köy öğretmen okulları açıldı. Arkası geldi.
Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olmasının ardından 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Kanunu çıktı. Köy okullarına acilen öğretmen yetiştirilecekti. Van’dan Kars’a; Diyarbakır’dan Malatya’ya; Adana’dan Samsun’a; Sakarya’dan Sivas’a kadar toplam 21 Köy Enstitüsü açıldı.
Fotoğraf albümünde yırtık elbiseler içindeki yoksul köy çocuklarının gelişimleri kare kare gösteriliyordu. İlgimi en çok öğrencilerin ellerindeki mandolin çekmişti. Gürer Aykal sayesinde öğrendim; mandolini çalmayı neden öğrettiklerini.
İleride öğretmen olacak öğrencilerin ders müfredatı şöyleydi: Yüzde 50 kültür, yüzde 25 tarım ve yüzde 25 teknik dersler. Yani öğretmenler gittikleri köylerde sadece çocukları okutmayacak, köylülere nasıl verimli tarım yapılacağını, yol yapılacağını vs öğretecekti.
Diyeceksiniz ki, sadede gel; sabıkalı, AKP’li Orhan Övet’in arkasında kim var? Anlatacağım…
Hasanoğlan Köyü
Ankara Elmadağ’ın Hasanoğlan Köyü’nde 15’inci Köy Ensitüsü kuruldu.
Kurucularından biri, elini öpme onurunu yaşadığım Rauf İnan’dı. Sıradan eğitimci değildi; 1928’de yurtdışına eğitime gönderilen öğretmenler arasındaydı. Viyana’da Pedagoji Enstitüsü’nde okudu; Viyana Yüksek Halk Okulu’nda Kültür Felsefesi dersleri aldı ve Paris’te Alliance Française’i bitirdi.
Rauf İnan’ın kurucu olduğu Hasanoğlan Köy Enstitüsü simgeydi. Rauf İnan 10 Temmuz 1941’de temeli atılan enstitü binalarını 11 köy enstitüsünden gelen öğrencileriyle birlikte yaptı. İki okul binası, bir yatakhane, on öğretmen evi, sinema, müzik salonu ve açık hava tiyatrosu, bir ahır ve bir kümes yaptılar. 3 km. mesafedeki Hasan Deresi’nden su getirdiler. Çorak araziyi ağaçlandırdılar.
Rauf İnan enstitüye; Enver Ziya Karal (tarih), Ruhi Su ve Aşık Veysel (müzik), Selahattin Batu (zootekni), Muhlis Ete (ekonomi), Sabahattin Eyüboğlu (dil-edebiyat), Kazım Köylü (ziraat), Ferruh Sanır (coğrafya), Mahir Canova (tiyatro), Mualla Eyüboğlu (mimar) gibi isimleri çağırdı, dersler verdirdi.
Sonra ne oldu?
Gerçek failler
Çok partili siyasal yaşamın başlamasıyla Demokrat Partililer, TBMM gündemine Hasan- oğlan Köy Ensitüsü’nü getirdi:
- “Öğrencilere komünist eğitim veriliyor”du!..
- “Okul binası orak şeklinde yapılmış”tı!..
- “Kızlı-erkekli karma eğitim kabul edilemez”di!..
1946 itibariyle CHP, “iktidarı kaybedeceğiz” paniğine kapıldı; “Halk dalkavukluğu modası” Cumhuriyet’in kurucu partisini de etkiledi. Artık önemli olan gerçekçi politikalar değil, halkın oyuna yönelik popülizm’di.
Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer, 1947’de Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün kapısına kilit vurdu. 1954’te ise DP Köy Enstitüleri’ni kapattı. Enstitü önünden geçen yola “Adnan Menderes” adı verildi!..
Ve tarih: 8 Nisan 2014.
Hasanoğlan Köyü doğumlu 26 suçtan sabıkalı AKP’li Orhan Övet, köylerine enstitü kuran CHP’nin liderine yumruk attı.
Kuşkusuz Kılıçdaroğlu bir yumrukla korkup sinecek karakterde biri değil.
Kuşkusuz Orhan Övet’in arkasında bambaşka hesaplar içinde bulunan karanlık odaklar var.
Fakat…
Bu yumruk aslında, Kemalist Devrim’i satıp Ortaçağ bağnazlığıyla ittifaka girenlerin yarattığı/doğurduğu bir şiddet/suç değil mi?
Hasanoğlan Köyü’nde mandolin tutması gereken eller, 26 suçu nasıl işledi? Öğretmen olması gereken Orhan Övet nasıl sabıkalı oldu? Asıl fail kim?
Faili/failleri bulmak isteyenler:
Ankara’nın yanı başında bugün yıkılma tehlikesi altındaki Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gitsin…
Binaların mimari üslubunun güzelliğini görsün…
Bahçesinde öğrencilerin 60 yıl önce yaptığı heykellere baksın. Çocukların diktiği ağaçlara şaşırsın…
Ve eminim, Cumhuriyet’in dününü ve bugününü görünce diyecekler ki: Gerçek failler Kemalist Devrimi satanlardır!