Açan Çiçekler, Yaşanan Gerçekler

Hepimiz Cumhuriyet çocuklarıyız. Ulu önderimizin sorumluluk yüklediği nesillerdeniz. 

Kurtuluş için kan döken, can verenlerin neslinden geliyoruz. Bedelini ödemeliyiz. Emanet taşıyoruz, aktarmalıyız gelecek kuşaklara.

Geçmişte tarih yazdılar, bize yol gösterdiler. Şimdi görev bizde.

 Geleceği aydınlatmalıyız.

Geçmişini bilmeyen geleceğini kuramaz.

Biz dünyaya iki kez dama dedik.

Anadolu’da Nisan ayı iki kez çiçek açtı.

Kuralına uyalım, Kurtuluş destanını başa koyalım.

İlki, 23 Nisan 1920.

 
Ateşlenen top,

Kurtuluşu sağladı, 

Cumhuriyeti kurdu,

Özüne ulaştı, Türk yurdu.


Yirmi yıl sonra, 17 Nisan 1940.

İkinci çiçek açtı, bütün dünya Köy Enstitüleri ile tanıştı.

Çiçekler solmuş görünüyor, tohumu bu toprağa dökülüyor. Yaşamın kuralı işliyor. 

 Zaman bir kavram. Elle tutulmaz, gözle görülmez, ancak yaşanır.

Zamanı tutan unutulmaz, bilinir.

Yutan silinir.

Tutanlar, insanlığa hizmet edenler, tarihe geçenler.

Yutanlar, vatanı satan, milleti soyanlar, gün olur lanetle anılır.

 Tutanlardan Mustafa Kemal Atatürk, tarihte bir kilometre taşı. Unutulmaz, unutturamazlar.

Dünya dönüyor, milyonlar meydanlarda yürüyor, hep bir ağızdan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyor.   

Zamanı tutanlardan, çağdaşlık yolunda iki kişi.Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç. Unutulmayacak, sürekli anılacak.

Bu iki kişi, aydınlık geleceği düşündü.

 

17 Nisan 1940, Köy Enstitüleri Yasası kabul edildi.

Kapı açıldı, bahçeye geçiyoruz.

Bilinmesini isterim. Yazılarım bana özgü.

Anlatım lirik, eleştiriler ironik.

Amacım, okuyan dinleyen sıkılmasın. 

İroni buldum, taşı gediğine koydum.

**

7 Ağustos 1943 günü Aksu Köy Enstitüsü’ne geldim, kayıt oldum,mutluyum.

Babama, müjdeyi vermek için cep telefonumu açtım.

-Baba, ben okula geldim, kayıt oldum. Çarıkları çıkardım, Ankara postalı giydim. Şalvarı, işliği (gömlek) attım, tulum giydim.

İnandınız mı? Yoksa, “Hadi canım sen de mi?” dediniz?

O zamanlar telefon denilen aletin cebi yok, kendisi kıt. Ancak makamlarda oturanlar kullanır.

Jandarma karakollarında manyetolusu var. Çakaralmaz tüfek gibi, isterse çalışır, isterse çalışmaz.

Gerçek olan bu, babama telefon ironi. O günlerin şartlarını başka nasıl anlatabilirdim ki!

 Bilmeden eleştiri yapanlara benden bir uyarı.


**

74 yıl, üç nesil demek. Köy Enstitüleri’ni anlatacaklar azaldı. Sevindirici yan, çok yazıldı, çok konuşuldu. Daha da yazılıyor, konuşuluyor.

Kimsenin, bilmiyordum deme hakkı yok.

Burasının, Köy Enstitüsü kurulmadan önceki adı Karanlıksokak. Antalya’nın doğusu. Nasıl gelinirdi oraya? 

Antalya’da Ali Çetinkaya Caddesi daha açık değil. Üçkapılar, Değirmenönü, Çırnık Köprüsü, Karahayır ovası (şimdi havaalanı) ve Karanlıksokak. 15 kilometre.

Yollar toprak, araba harap.

Tekerlekli taşıta ilk kez biniyorum.

Solda büyük büyük yazılmış bir yazı: AKSU KÖY ENSTİTÜSÜ

 

***

Yazıyı okudum, “Amca ben burada ineceğim,” dedim.

Sağda koca çınar, altında çeşme akar.

Ellerimi, yüzümün tozunu yüdüm (yıkadım). Ağustos sıcağı. Kana kana suyumu içtim. Yanda yıkık dökük bir yapı, bir yanı kahve, bir yanı bakkal.

Serik köylerinden Antalya’ya gelen, dönen tokmak arabacıların mola verdiği yer.

 Serik yolundan sola saptım. Sağda iki bina, biri Jandarma karakolu, biri bucak müdürlüğü. Sol taraf Aksu Köy Enstitüsü.

 
**

İsmail Hakkı Tonguç, okulun burada kurulmasına karar verince, adına “Karanlıksokak”, “Murtana” veya “Perge” dememiş. 5 kilometre doğudaki Aksu Çayı’ndan “Aksu”, okula ad olmuş.

Bir söylemiş, pir söylemiş Tonguç Baba.

Şimdi Aksu ilçesinde oturan binlerce insana sorsak, acaba bu gerçeği kaç kişi bilir?

 Konumuz okul.

Burada Murtana İlkokulu diye bir bina var.

Köy Enstitüsü açıldıktan sonra, Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nden bir ekip gelmiş, yedi–sekiz baraka kurmuş. Sonraki yapılar öğrencilerin emeği. Yaz aylarında eğitmenler de katkı sağlamış.

Yatakhanelerimiz, dershanelerimiz baraka. Tabanı toprak, tıpkı bizim ev gibi. Pencereleri cam, üstü kiremit, bizim köyde olmayan. Tavanı yok, bizim evin de yok. Burada olmayan, bizim evde, ocak var.

Yatağımız yastığımız ot, kışın üşüyoruz. Yazı sıcak, yaylaya gidemiyoruz. Bizim köy göçerdi.

 Bir ayrı yan, bizim evde biz, 5-6-7 kişi yaşıyoruz, burada yatakhanemiz, dershanemiz 60-70 kişilik.

 Şikayetimiz yok mu, var. Geceleri anarşistler başımızın belası. Kimler mi? Sivrisinekler ve tahtakuruları. Durdurmak, yok etmek imkansız.

**

İş mi, köyden çok…

Köyde çalışma zamanı, güneşle başlar, güneşle biter. Burada saatlere bağlanmış.

 Köyden bir başka farklı yan, Cumartesi öğle sonu, Pazar günleri tatilimiz var. Yılda bir ay izinliyiz. İş de, ders de planlı, programlı.

Köy Enstitülerinde Teori (kuram) ve pratik (uygulama) bir bütünün iki yüzü. Bir sikke (demir para) düşünün. Dersler, kitap, gazete okumak yazılı yan. İnşaatta, tarımda, atölyelerde (işliklerde) çalışmak tura.


**

Öğretmenimiz Mehmet Başaran, kültürü bir tümce ile tarif etmişti (tanımlamıştı).

-El ile beynin birlikte üretmesi.

Ne kadar da bize benziyor?

Öğrenerek yapıyor, yaparak öğreniyoruz.

Çırak girdik, kalfa olduk, usta çıktık.

Köy Enstitüleri’nde çalıştık, ürettik. Sonuç mu?

Zaman, bize çatalla çorba içilmeyeceğini öğretti.

Lafla karın doymuyor.

Köylünün çağa ulaşması istenmedi.

1946 seçimlerinde, iktidar değil, karar vericiler değişti. Hemen bir iftira kampanyası başlattılar.

Ellerinde gizli kamera görüntüsü, ya da CD ler yok, dilleri yetti. İlk adımda yöneticilerimizi görevden aldılar. Sonra da eğitim öğretim kadrosunu dağıttılar. Adını da 1954 de sildiler.

İşte orada zaman durdu.

Öngörüsü olanlar birleşemedi. Yalan gerçeği boğdu. Bu tiyatro oyununun perdesi 68 yıldır kapanmadı.

Demokrasiyi sayısal gösterdiler, toplumla dalga geçtiler.

49 profesörü, 51 işçinin yönetmesi dediler.

Sonuç:

Aydınların aymazlığı, sahtekarların cambazlığı, soygunun kurnazlığı çığ oldu, devrimleri boğdu.

**

Cumhuriyetin ilk yılları. Nüfusun % 80 i köylerde. Genelde, okuryazar oranı % 07. Köylerde bu oran daha da düşüyor.

Yazı Arapça.

Cumhuriyetten önce Anadolu’da yaşayanların yarısı gayrı soydan, gayrı dinden. Üstelik ayrıcalık tanınanlar. Sanat, zanaat, ticaret onların elinde. Yerleşim yerleri kasaba ve kentler.

Anadolu köylüsünün üç görevi var:

1. Ekip biçmek, bağ bostan yetiştirmek, Sarayı ve azınlıkları beslemek,

2. Osmanlıya vergi vermek. Baş vergi üründen alınan aşar (ondalık) vergisi,

3. En önemlisi asker olmak. Osmanlının şanını, azınlığın rahtını ve rantını korumak.

İsterseniz, siz bunun adına “asri (çağdaş) kölelik” deyin.

 Osmanlıdan kalma bir söz var:

-Hak yok, vazife var…

Mustafa Kemal der ki..

-Hakkın olmadığı yerde, vazife de olmaz.

Sanat sayılmayan bir halk ozanları geleneğimiz var. Cumhuriyetten sonra anladık, ozanın dili, teli sanatmış.

Köylünün kullandığı aletlerden bazıları saban demiri, tahra, balta, bıçak, kazma, kürek.

 Bunların ustası azınlıklar, bulacağımız yer kasaba ve kentler.

Köylü kasabaya bir gün gidecek, bir gün işini görecek, üçüncü gün dönecek.

Bir tahra, 5 kuruş + üç gün mü diyelim?

Bakkal eşyasını da, yırtım malını da onlar satıyor.

Köylü bir deyim üretmiş:

-Gavur olsan, adamı duzsuz (tuzsuz) kırarsın.

Köylü ölmeden önce eline para geçerse, kefenini alır, sandığa koyar.

 Ölü, gömülmek için üç gün bekler mi?

Şehit değil ki, kanlı elbisesi ile gömülsün.

Lozan Andlaşmasına göre azınlıklar mübadil (muhacir) oldu. 1 milyonu geçkin insan gitti, yaklaşık yarım milyon (450 bin kişi) geldi.

Anadolu’da zanaat, ticaret bitti.


**

Ankara’dan bir ses duyuldu…

-Türk milleti zekidir. Türk milleti çalışkandır. Bu millet Mustafa Kemal Paşayı asla utandırmadı. İhtiyaçlar, Köy Enstitüleri’ni doğurdu.

O zaman izleyelim tarihimizi:.

1928 yılında yazı devrimi yapıldı. Arapça atıldı. Yeni Türk harfleri kabul edildi. Okuma yazma kısa bir süre için sıfırlandı. Yeni yazıda ilk öğretmenimiz Mustafa Kemal. Bu millet ona “Başöğretmen” dedi. Geçiş, yıllar sürer diyenler yanıldı.

Devlet dairelerinde yeni yazı ile işlemler 1929 yılı Ocak ayı başında resmen başladı.

Hız korunmalı, gelecek kurulmalı. Yolu eğitim öğretim, millet okumalı.

Osmanlıdan kalma söze uyulmasın.

-Oğlan okursa “kadı”, kız okursa “cadı” olur.

Mustafa Kemal, umut olan gençleri Avrupa’ya, inceleme, araştırma, yapmaya gönderir. Bunlardan biri de İsmail Hakkı Tonguç.

Milli Eğitim Bakanı, Saffet Arıkan, İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Müdürlüğü’ne getirir.                           

Özetle Türkiye’de manzara…

Kültür Bakanlığı Dergisi sayı 20. Tarih Sonkanun (Ocak) ayı, yıl 1937.

Bakalım ne yazar?

1935-1936 ders yılı dökümü, il il sıralanmış. Sözü uzatmak istemiyorum, sadece dökümlerin sonuçlarını aktaracağım.

Türkiye’de 4 ilde, buna il merkezleri de dahil, okul yok. Adları mı? Bingöl, Bitlis, Çoruh (Artvin) ve Hakkari.

Türkiye’de öğretmen sayısı:   13.735

Türkiye’de öğrenci sayısı:   678.528

Türkiye’de okul sayısı:         6.250

Yapılan hesaplar göre, nüfus sabit kalmak şartıyla, Öğretmen Okulları’ndan çıkanlara ihtiyaç, ancak 100 yılda giderilecek.

Manzara bu. Nüfusu durdurmak, çağı yakalamak, olası mı?

Eğitim öğretim düğümünü çözmek için Büyük İskender’e ihtiyaç yok. Reçeteyi İsmail Hakkı Tonguç yazdı.

İsmail Hakkı Tonguç, gündüze geceyi kattı, planını yaptı, gidilecek yol düze çıktı.

 1936 yılı yaz dönemi Eskişehir Çifteler ‘de İllk eğitmek kursu açıldı. Eğitmen kursları 6 aylık sürelerle 1944 yılına kadar devam etti.

Eğitmen kursları, köye uzanan ilk el oldu.

1937 yılında, Eskişehir Çifteler, İzmir Kızılçullu, Kastamonu Gölköy’de Köy Öğretmen Okulları açıldı. 1938‘de Kırklareli Kepirtepe ile bu sayı 4 oldu.

17 Nisan 1940, Köy Enstitüleri Kuruluş yasası kabul edilir. Aynı yıl 14 yerde Köy Enstitüsü açılır. Bu sayı sonra 21’e çıkar.

Çözümü, Büyük önderimiz görseydi, kim bilir ne kadar mutlu olurdu?

 3802 sayılı yasa:

Madde 1- Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Maarif vekilliğince Köy Enstitüsü açılır. 

Meslek erbabından kasıt, öğretmen dışında sağlık memuru ve el sanatlarını köylere ulaştırmak.

 Köy Enstitülerinin kuruluşunda ve devamında İsmail Hakkı Tonguç’a en büyük destek Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali Yücel’den geldi.

 Millet için çalışan iki insan. Ruhları şad olsun.

Gönül ister, Aksu’da bir Tonguç Meydanı, bir Yücel Caddesi olsun. Bir yerlere heykelleri, büstleri konsun.

3803 sayılı yasanın Büyük Millet Meclisi’nden geçişi, 2. Dünya Savaşının dünyayı sardığı yıllara rastlar.

Savaş sınırlarımızda, asker sayısı iki katına çıkar. Genel bütçeden en büyük pay TSK’ya ayrılır.

Yatırım yapacak zaman mı?

Bir kuruluş yapılırken, uyulacak prosedürü herkes bilir. Yıllar alır.

Milletvekillerinin maaşı değil ki, 2 saatte geçsin.

Para yok, TOKİ’de yok.

 

***

İsmail Hakkı Tonguç’un Köy Enstitüleri’ni köy çocuklarıyla kuracağı söylense, gülerler adama.

 Köy Enstitüleri ,masal gibi başladı, gerçek oldu.

Tonguç baba, bize güvendi, Biz ona inandık.

Diyeceğim:

Köy Enstitülerini tanımak isteyenler, 1940-46 yıllarını iyi incelemeli, irdelemeli, gerçeklere inmeli. Millet adına kazanımları görmeli.

64 yılda iktidarların bu topluma getirdiği yok, götürdüğü çok.

 Eğitim öğretimde ipin ucu kaçtı.

Halkın deyimi ile toplumu, “Hasan Dağına oduna saldılar”.

Ormanlar açılsın, yağma kolaylaşsın.

Cumhuriyetin yıkımı, Köy Enstitülerini ve Halk evlerini kapatmakla başladı, Arapça ezanla sürdü.

Adım adım çatlak büyüdü, birer birer devrimleri yuttu.

Köy Enstitüsü çıkışlılar, becerilerini değişik alanlarda gösterdiler.

Hayvan besleyenler, bahçe kuranlar, arıcılık yapanlar oldu. Ticarete soyunan, işyeri açanlar çıktı. Çoğunluk kazandı.


***

Ben, bulunduğum yerlerde yapılmazlara takıldım, parayı düşünmedim, aranan oldum, sevildim, sayıldım.

Son görev yaptığım köy okulu Çıplaklı-Başköy. Adı iki köyün okulu.4 köyün çocukları gelir. Çıplaklı, Başköy, Kömürcüler, Odabaşılar.

Tek öğretmenim. 5 sınıf, 90’ın üstünde mevcut. İki kez vekil öğretmen verdiler, Kalacak yer yok, mahrumiyet çok, kaçtılar.

Şimdi Antalya’dan köylere giden gelen öğretmenler var.

Dört köy, yeni Osmanlı aşireti. Yerlelşik düzene geçişleri çok yeni, daha uyum sağlayamamışlar.

 Köyün insanı yok-yoksul, çocukları zeki. Eğitim öğretime susamışlar.

1964 ders yılı sonu köy çocukları için yatılı devlet okulu sınavı açıldı. Benim okuldan 5 öğrenci katıldı, 4 ü kazandı.

Genele bakınca, başarıma ölçü olabilir.


***

74 yıl biter, söz sürer gider.

Bu toprağın çocukları, bu toprağı sevenlerle Köy Enstitülerinde buluşmuştu. Bu buluşma, aydınlıktan korkanlarca istenmedi.

Konuşmam biraz uzadıysa bağışlayın.               

 Farabi diyor ki:

-Çok konuşanı az dinleyeceksin.
Benden bu kadar. Esen kalın.


Mehmet ŞENER

1947 AKSU KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU EMEKLİ ÖĞRETMEN

Yayın Tarihi
16.04.2014
Bu makale 7531 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Değerli Öğretmenim; Hiç de uzun değildi, yazınız; endişelenmeyiniz, okunmayacak diye... Bir solukta okudum, geçmişin güç koşullarını... Neden ise, günümüz insanı "enpati" denilen oyunu gerçekleştiremiyor. O günün koşullarını düşünemiyor. Biraz düşünebilinse, şu kısa insan ömrü içinde, kendi yaşadıklarımız bile göz önünde bulundurulabilse; "Ne örülmüş, ben yurdu duble yollarla ihya ediyorum." diyenlere, hak ettikleri cevabı verebilirdi... Ama, Gençliğe hitabeyi bir masal, bir övgü mesajı sandık; uyutulduk, ipin ucunu çağdışı, karanlık düşüncelilerin eline kaptırdık. Kurtuş zor gibi geliyor. Çünki, İŞİMİZ ALLAHA KALMIŞ gibi görünüyor... Bu görüş, kimi için umutsuzluk, kimileri için de, beklenti kapısı... Ağzınıza sağlık...

ibrahim ekmekci 19.04.2014

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!