Eski Ramazan’larda Kalekapısı Esnafı

Antalyalı Rumların Türklerle birlikte yaşadığı dönemlerde, Rum komşular bir gün önceden iftara davet edilirlermiş. Bir gün önceden haber verilmesi, bu komşuların ricası gereğiymiş. Çünkü onlar, Müslüman komşularına saygılarından hem de günah olmasın diye o gün oruç tutar; komşuları ile iftar açarlarmış.

 

Antalya o zamanlar küçük bir kasaba görünümünde. Alışveriş için ya Kalekapısı'na gidilirdi ya da İki Kapılıhan’a. Birkaç dükkanda Şarampol de vardı. Sabah ezanı ile açılan dükkanlarda müşterinin ayağı iftar topu patlayıncaya kadar kesilmezdi. Sabahın çok erken saatlerinde başlayan hareketlilik öğle saatlerinde yavaşlayınca esnaf dinlenmeye çekilirdi. Dükkanının girişine boylu boyunca bir sopa uzatan esnafın kimi camiye gider, kimi de birazcık kestirirdi. Hırsızlık olayları yaşanmadığı için kepenkler asla indirilmezdi. Top patlayıp eve yetişememişsen esnaf hayratından su içer bir de hurma yerdin. Adına da "Sebil Hayrat" denirdi. Esnaf çırağı çocuklar ellerinde bir kova su, biraz hurma, tahin helvası ve ekmekle çarşı içinde dolaşır, "Sebil hayraaat!" diye bağırırlar iftarını açamayanların karınlarını doyururlardı. Zengin fakir, kimseden para alınmazdı. Her hafta Cuma günü bir esnaf ölmüşlerinin ruhuna pide yaptırır dağıtırdı. Kadınlar iftar sofrasına sabahtan hazırlanırlardı. Çarşı esnafı, Ramazan aylarında Oruç tutan sigara ve kahve tiryakilerine, ikindiden sonraki gergin saatlerinde takılırlardı. İftarı iple çeken bu kişilerin arkalarından ansızın boş teneke yuvarlamak, sinirlerini gerecek muzipler yaparak onları olmadık küfürleri savurmaya zorlamak, Ramazan’da çarşı esnafının günlük eğlenceleri arasında yer alırdı.

 

 

ESKİ İFTARLAR

Ramazan günlerinde Kalekapısı'ndaki dükkânlarda, sokaklarda tezgâh üstünde Ramazan boğacaları, çeşitli yiyecekler, çörek otlu pideler, kokularıyla oruçluların iştahı çekerdi.

Ramazan boyunca, iftar, teravih, sahur geleneklerine tam bir titizlikle uyulurdu. Antalyalı Kadınlar iftar sofrasına sabahtan hazırlanırlardı. Top patlayınca dualarla Ramazan sofralarında "iftariye" denen, pideyle reçel ve peynir türlerinden, pastırma ve sucuktan tadımlık yenir; orta halli ailelerin iftar mönüsü çorba, yumurta, et yemeği ile börek ve tatlıdan oluşurdu. Zengin sofralarında çorbadan sonra sucuklu, kıymalı veya peynirli yumurta, düğün eti, tas kebabı, şiş kebabı, çömlek kebabı, incik kebabı türünden birkaç çeşit et yemeği, sadeyağlı sebzeler, börek, pilav bulunurdu. Bu sofralarda pilavla hoşafın ve tatlıların özel bir yeri vardı. Tatlılardan baklava, sarığıburma, dilberdudağı, bülbülyuvası, revani, şekerpare, kadıngöbeği, vezirparmağı gibi tatlılardan biri ve birkaçı sofranın olmazsa olmazı idi. Antalya'ya özgü hamur işi ise ıspanaklı börek ve güllaçtı.

 Yaşlılar iftar sofrasına genellikle akşam namazını kıldıktan sonra otururlardı. Sonra da ev hanımının özenle hazırladığı nefis çorbaya, yemeklere, özellikle böreklere, tatlılara ve reçellere sıra gelirdi. Küçük tabaklar içindeki zeytin, peynir, pastırma, sucuk, susamlı susamsız simitler, pideler, reçeller sofraya zengin bir görünüm verirdi. Hazırlanması zor olduğu için bu davetlerde pilavla tavuk etinin ve tatlıların özel bir yeri vardı. Sahurda, ertesi gün insanı susatmayacak yemek türleri tercih edilirdi.

İFTAR DAVETLERİ

Ekonomik durumu iyi olanlar, Ramazan ayında yoksul komşulara, tanıdıklara içinde sadeyağ, zeytinyağı, pirinç, şeker gibi temel gıdalar bulunan hediye paketleri verirlerdi. Hali vakti yerinde olan ailelerin iftar davetleri Ramazan'ın on beşinden sonra başlardı. Zengin, fakir, akraba, arkadaş ve ahbap, konu komşu birbirini bir gün önceden haber verilerek "Yarın bize iftara buyurun, Allah ne verdi ise beraber yiyelim!" diyerek iftara çağırır; hemen her gece ya davet eder veya edilirlerdi. İftar davetlerinde yemek çeşidi daha da zengin olurdu. Zengin ve fakirin birleştiği bu sofralar fakir-zengin gözetmeden samimiyet ve sevgi içinde insanları bir araya toplardı. Arkasından akşam namazı kılınır, sıra kahveye ve sigaraya gelirdi. Yatsı ve teravih için ya camiye gidilir veya topluca evde kılınırdı. Namazdan sonra iftara davet edilen misafirlerle birlikte tatlı tatlı sohbetler başlardı.

Anlatılanlara göre, bayrama yakın günlerde; Antalyalı Rumların Türklerle birlikte yaşadığı dönemlerde, Rum komşular bir gün önceden iftara davet edilirlermiş. Bir gün önceden haber verilmesi, bu komşuların ricası gereğiymiş. Çünkü onlar, Müslüman komşularına saygılarından hem de günah olmasın diye o gün oruç tutar; komşuları ile iftar açarlarmış. Bizim bayramlarımız, onların paskalyaları da yine komşular arasında birlikte kutlanırmış.

İftar yemekleri arasındaki faklılıklar doğal olarak vardı. İki komşu arasında bile ayrıntılarda farklılıklar vardı. Yemeklerin hem malzemeleri, pişirme usulleri, lezzeti ve yeniliş tarzlarıyla birbirlerinden ayrılırdı.

 

RAMAZAN LEZZETLERİ

Üzerine kurutulmuş nane, kekik gibi otlar serpildikten sonra kızgın tereyağı gezdirilen çorbalar; dolma, sarma, pilav, börek çeşitleri, hamur işi tatlılar, helvalar, hoşaflar, şerbetler, şuruplar, bunların servis sıraları, sofra takımları, sofranın kurulması kaldırması, sofra protokolü, sofra duası, yemek bitiminde elbezi sunuluşu, ılık su tası, ibrik-leğen, havlu gezdirilmesi, her ailede ayrı bir seremoni idi. Bunlara dikkatle uyulur; uymayanlar kaşla gözle uyarılırdı. Tutumlu ailelerin sofrasındaki yemekleri et az kullanıldığı için yavan olur; yiyen ve yedirmeyi seven ailelerde yemekler tereyağlı, etli ve  bol çeşitli olurdu.

Yaşı ellinin altındaki okuyuculara da o yıllarda çoğu Antalya evlerinde elektrik, şebeke suyu, modern bütangaz ocakları, buzdolabı olmadığını; sıcaktan ılıyan içme sularının, küplerde veya bakraçlarda kuyulara sallandırılarak soğutulduğunu, köylülerin dağlardaki karlıklarından çuvallara sarıp katır sırtında getirdikleri kar kalıplarından alınıp su küplerine atıldığını; yemeklerin serin bodrumlarda, tel dolaplarda en fazla bir gün muhafaza edilebildiğini hatırlatmam gerekiyor.

 

 

 

DİŞ KİRASI

İftarın ardından erkekler mutlaka teravih namazına giderlerdi. Teravih namazına gitmeyi çocuklar da pek severdi. Bu onlar için akşamları sokağa çıkma hürriyeti idi adeta. Eğer evde davetli varsa kahve ve sigara faslı başlardı. Arkasından teravih namazı birlikte kılınır; sedirlere ve minderlere geçilerek tatlı tatlı sohbetler başlardı. Yatsı ve teravih namazlarına gitmek üzere ayrılan fakir davetlilere varlıklı ailelerin 'diş kirası' vermesi ve hatta bunun davetli çıkarken, evin karanlık bir geçidini oluşturan yerde verilmesi bir nezaket kuralıydı.

Eski Ramazanlarda geceler, ailelerin evlerde bir toplanma nedeni idi. Tombala oynama, karşılıklı hikayeler, fıkralar anlatma, bilmece sorma insanları birbirleri ile kaynaştırır, hoşça vakit geçirilirdi.

Antalya Esnafı ise aralarında Ahilik günlerinden beri süre gelen 'Sıra Eğlenceleri' düzenlerdi. Bu ay bir birini seven dostların, arkadaşların sık sık buluşmasına ve dargınların birbirleriyle barışmalarına vesile olurdu. Mübadeleden, yani 1922 yılından önce, Ramazan akşamları Yenikapı'da Antalyalı Rumların düzenlediği tiyatro, sinema, varyete gibi eğlencelere gidilirmiş.

Geceleri de sahura kalkma telaşı başlardı. Sabaha karşı yenen sahur yemeğinin misafiri olmaz ve ertesi gün insanı susatmayacak, ama tok tutacak yemekler yenir. Pilav, makarna, börek türleri bu yemeğin tutucu yemekleridir. Sahur sofrasında mutlaka hoşaf olur. Sofra hazır oldu mu, sahur sefası için yalvar yakar olan küçükler uyandırılırdı.

Sonra, 80'li yıllardan itibaren Antalya şekil değiştirdi. Tek veya en çok iki katlı müstakil evlerin yerinde apartmanlar yükseldi. Her geçen yıl insanlar değişti, yüzler yabancılaştı, adetler unutuldu. Ramazan ayının tadı tuzu kalmadı. Antalya'da Ramazan'ı hatırlatacak yalnız iki şey kaldı: Ramazan Pidesi, Ramazan Poğacası!

Yayın Tarihi
21.09.2008
Bu makale 13750 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
mükemmel bır yazı gunun tum yorgunluğunu aldı sayın huseyin ÇİMRİN beyefendı yazılarınızı yenı okumaya başladım sanırım mudavımi olmaya basladım ellerınıze ve bılgınıze sağlık teşekkurler.

huseyin solak 26.09.2008

Altmışlı yılların sonundan günümüze Ramazan günleri gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Öğle ezanına kadar tuttuğumuz oruçlar; Yarabbim açlıktan ve dermansızlıktan bayılacağım duyguları içinde; pür dikkat atılacak topun sesine odaklandığımız dakikalar. Erkenden toplanan aile. Bir tarafta babannem, karşımda babam onları rahmetle yad ediyorum. Annem mutfakta, ablam yemekleri taşırken, biz yanık sesli hocanın okuduğu Kur'an-ı Kerim'den aldığımız manevi hazzı idrak ederdik. Size minnet duygularımla çok teşekkür ediyorum Sn. Hüseyin Çimrin. Bayram sonu güzel bir kahve içmeye bekliyoruz. Bu arada size sorun çıkarta şu yakın gözlüğnüzü de haletmiş oluruz. Herkese şimdiden iyi bayramlar.

Müfit PERDAHLI 25.09.2008

Değerli Arkadaşım,o eşsiz bilgilerinle anlattığın eski Ramazanlar, ibadet ayı, olduğu karar, yardımlaşma ve hoşgörü ayı imiş. Rahmetli ninem. Rumeli de kapı karşılarında oturan hıristiyan komşuları, çocuklarının, Müslümanların karşısında bir şey yiyip içmelerine asla izin vermedikleri gibi, öyle bir dersizlik yapanı pataklarlarmış. Nerdeee o eski insanlıklar diyerek, elimizde kalan üç beş dostun kıymetini bilelim. Anlattığın o güzellikler için sağol. Bin yaşa .

NEŞE KAREL 23.09.2008

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!