Bir zamanlar hepimiz çocuktuk

Bir Kurban Bayramını daha geride bırakıyoruz. Zaman hızla geçiyor. Oysa daha dün kısa pantolonlarımızla sokaklarda oynuyor; anne-babamızı çileden çıkaran yaramazlıklar yapıyorduk. Bugün bir de bakıyorsunuz ki, kocaman insan olmuşuz. Elimizde o döneme ait, bazen hüzünlendiren bazen de yüzünüze tatlı bir tebessüm yayan anılar kalmış geride.

Bu bayram gününde bayram nostaljisi yapmak yerine, çocukluk günlerimizi hatırlayıp, gülümseyelim istedim. Siz de çocukluğunuzda yaramazlıklar yapmışsınızdır, muhakkak?
Bayramın ilk günü, şeker toplamak için çocuklar kapımıza dayandığında, bu manzara

bir anda beni çocukluk yıllarına götürdü. Küçükken sokak sokak dolaşıp bayramlarda evlerden şeker toplardık Bazen o kadar çok şekerimiz olurdu ki taşıyamazdık bile.
El öpüp, ‘kazandığımız’ paralarla memeli şeker dediğimiz, bebek emziği şeklindeki şekerlerden alırdık. Bir de büyükçe bir kare şeklinde, kahverengi ambalajı ve üzerinde zenci bir kadın resmi olan Mabel marka çiklet vardı. O çikletlerden alırdık hep. Do-re-mi adında parmak çikolatalar vardı, bir pakette 3 farklı tadı olurdu, çikolatalı, muzlu ve çilekli. Sevdiklerimizden biri de şemsiye şeklindeki çikolatalardı.
Bayram günlerinde Mahallede çıtır pıtır oynardık. Bunları bakkallardan alırdık, bir kağıdın üzerinde kahverengi lekeler gibi görünürlerdi. Sonra da taşla üzerine çıkıp ezerdik. Patlayan o kahverengi lekeler, çat-pat diye ses çıkararak etrafa yayılırlardı. Seslerinden başka, bir de çok ilginç bir kokuları olurdu, ezildikten sonra. Bir de mantar tabancalarının mantarlarını daire seklinde yuvarlatılmış tel’e takar birisinin arkasından fırlatırdık. Yere düşmesiyle patlayan mantarlar müthiş ses çıkartırlardı.

Hele masum yaramazlıklarımız. Neydi onlar? Annelerimiz bizi fırına ekmek almaya gönderdiğinde, eve gelene kadar ekmeğin bütün kıtır kısımlarını koparıp yerdik. Gazozu çok severdik. Gazoz şişesini açmadan üzerinde çivi ile birkaç delik açarak bitmesin diye adeta damla damla içerdik. Bazen de gazoz şişesini iki elimizde hızla çalkalayıp, ona buna püskürtürdük. Gazoz kapakları biriktirir, ütmecesine oyun oyunlar icat ederdik. Bu nedenle aileleriyle çay bahçelerine giden bütün çocukların gözleri yerlerde olurdu. Bulabildikleri kadar çok gazoz kapağını kısa pantolonlarının ceplerine doldururlardı.
Eskiden böyle bugünkü gibi apartmanlar yoktu. Bütün evler kiremit damlı ve yağmur suyunu yere akıtan galvanizden olukları vardı. Damın belirli yerine küçük taş atar, taşın yuvarlanarak o borudan yuvarlanmasını ve çıkan yuvarlanma sesini dinlemeye çalışırdık.  Arı yuvalarına değnek kokar, onlara eziyet verirdik. Onlar da çoğu zaman bizi sokardı. Bahçelerinin kenarında demir parmaklığı olan evlerin önünden geçerken elimizdeki değnekle parmaklıktan tırrrrrrrrrrrrrrrrrt sesleri çıkartıp ev sahiplerini rahatsız ederdik. Evlerin kapı tokmaklarını veya zillerini çalıp kaçardık. Mahallemizde yalnız yaşayan yaşlı hanımlar olurdu. Evlerinin camına habire ufak taş atar ve kaçardık. Onlar da arkamızdan demediklerini bırakmazlardı. Bisikletlerimizin arka tekerlekleri ile demir gövde arasına  kalın kantondan bir parça koyup, bütün gün boyu tarrr,tarrr çıkaran sesle gezerdik. Buna büyüklerimiz müthiş bozulurlardı. Kızlarla yakar top. Saklambaç oynadığımız gibi, çoğu zaman da onların oyunlarını bozardık. Uzun eşek, birdir bir, futbol, dekamancılık erkeklerin favori oyunları idi. Sahipsiz arsalar, bahçeler bizim oyun yerlerimizdi. Biz Yenikapılı çocuklar Vali Bahçesi’ni veya Atatürk Evi’nin yanındaki içinde büyük kum havuzları ve büyük salıncakları bulunan Çocuk Bahçesi’ni tercih ederdik.

Oyun aletlerimizi kendimiz yapardık. Hurma ağacının dallarından kılıç, telden araba yapıp sürmek, gazoz kapağı, bilye (misket) oynamak, su savaşı yapmak sevilen oyunlardı. Ağaçlardan çıtlık denen bir meyve toplar, çekirdeklerini kargıdan (bambus) yaptığımız tuğlukla, (küçük boru) birbirimize fırlatırdık. Sinemaya gittiğimizde vazgeçilmez bir oyundu bu biz erkek çocukları için. Kızlar ise sek sek, evcilik oyunu oynamayı pek severlerdi.

Mahalleden zaman zaman mikrofonla bağıran sebzeci geçerdi. Bir yandan arabasını sürerken bir yandan elinde mikrofonuyla sebzeci, sebzeci diye bağırırdı. Onu gören mahallenin bütün çocuklar arabanın başına üşüşür, “sebzeci amca bi kere de ben bağırayım mı?” diye yalvarırdık. Adamcağız yalvarmalarımıza dayanamaz, hepimize tek tek verirdi mikrofonu, biz de sebzeci geldi, sebzeci..!”  diye bağırır, mikrofonu bir daha kapmak için aramızda itişip kakışıp dururduk.

Çok sık olmasa da sokağımızdan faytonlar geçerdi. Onların arkasına asılırdık. Faytoncu da kırbacını arada sırada arkaya sallayarak, bizleri engellemeye çalışırdı. Özellikle ilkbahar aylarında kargılardan düz çıtalar hazırlar, üzerine ince renkli kâğıtlarla kapladığımız uçurtmalar yapar onları uçururduk

Sokakta bir inşaat varsa, işçilerin olmadığı saatlerde büyük boş varillerin içine girer, arkadaşlarımızdan biri dışarıdan bizi iter, sokağın sonuna kadar yuvarlanırdık. Dört rulmandan tekeri olan ve ön tekerlekleri sağa, sola dönebilen arabalar yapardık. Hafif yokuş yerlerden bir kaptırdık mı metrelerce kayardık. Günümüzde Scotter diye satılan aleti iki kereste parçasını ‘T’ şeklinde, altında 2 rulman yerleştirilmiş düz bir tahtaya çakar, caddelerde kaymaya doyamazdık. Sokakta çocukları sevmeyen, azarlayan kişinin arabasının egzozuna arkadaşlarla bir olup toz toprak tıkardık. Ve daha neler neler.

  Evlerin bahçelerinden, kendi bahçelerimizde olmasına rağmen portakal, kayısı, çalardık. İçimizden biri son anda ispiyonculuğu tutar “bahçede hırsız vaaaaaar” diye bağırır diğerlerinin kaçmasını izlerdi. Yaz aylarında sabah evden çıkar, bugünkü Yat Limanı’nda eskiden Kumluk denilen yerde, Mermerli Plajı’nda donla denize girerdik.

Bütün gün doyasıya oynar, susayınca yere boylu boyunca uzanır sokaktan akan arıktan buz gibi su içerdik. O zamanlar herkesin evine henüz içme suyu gelmediğinden, sakalar dört köşe tenekeler ile evlere su satardı. Eşeklerin üzerine semer onun da üzerine ahşaptan yapılmış, tenekelerin konacağı bir yanı açık kasalar olurdu. İki teneke sağ’a, iki teneke sol’a konur, önlerindeki zincir ile tenekelerin devrilmesi önlenirdi.

Akşam ezanı okunmadan eve dönmezdik. Akşam oldu mu, annelerimiz bizi sürekli eve çağırırlardı da, oyunu bırakamazdık. “Aaa kızım, oğlum akşam ezanı okundu sen hala sokaktasın, çabuk eve!” diye anneler pencerelerden bağırır dururdu.

Eskiden erkek çocuklar bütün yaz tatili boyunca yaramazlık yapmasın, hayatı tanısın ve ticaret’i öğrensin diye sokaklarda sakız, kızılcık, simit satar, bir meslek öğrensin diye bir ustanın yanına verilirdi.

Bunları yapmayan var mı aranızda? Eminim daha çok şeyler yapan vardır. Telden arabalar, sapanlar, tuğluk dediğimiz kamıştan yaptığımız borularla çıtlık savaşı yaptım. Tornete binmeyi sevdim. Bahçeli bir evde oturmanın zevkini tattım. Bazen portakal dalı kırıldı düştüm. Bazen bir dut ağacına gözden kayboluncaya kadar çıktım. Erkek-kız ayrımsız kardeşçe oynamanın mutluluğunu yaşadım. Ben komşuluğu gördüm. "Belki onlara kokmuştur" diye pişirilen yemeğin komşulara sunulduğu günlerde yaşadım. Dostluğun arkadaşlığın ne olduğunu o yıllarda öğrendim. Dost denilen insanın, her zaman çıkarsız, beklentisiz yanında olduğunu, çocuk yaşlarımda hissettim.  

Ne güzel günlerdi. Çocukluğumun anıları saymakla bitmez, her birinizin anıları gibi.

Şimdiki çocukların İnternet kafelerde oynadıkları oyunlardan, msn muhabbetlerinden ve teknolojik oyunlardan o zamanlar bihaberdik. Lütfen bizim için hiç kimse üzülmesin. Bugünün çocuklarının sahip olduğu şeyler bizde yoktu ama, çok zengin çocuklardık biz.

Bayramlar gelip geçiyor. Dünün çocukları şimdi benim gibi birer dede, büyükanne oldular.

 

Yayın Tarihi
23.12.2007
Bu makale 10453 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!