Antalya “marka şehir” olabilir mi?

Olur olur, bal gibi olur.. Neden olmasın? Gerekli tüm altyapıya ve kültürel vizyona sahip bir şehirde yaşıyoruz. Üstelik markalaşmayı en çok bizim şehir hak ediyor. Marka için pek çok bileşene sahip bir şehirde yaşıyoruz. Marka olarak kuvvetli bir ismimiz var. Rekabetçi yanımızın en önemli silahı turizm çeşitliliğimiz.. Turizm çeşitli ama destek çelişkili.. Marka olarak önemli bir tarih zenginliğimizden bahsetmedim, müsaade buyurun, zenginiz bu konuda; ama kimin umurunda! Tarımsal alanlarımız, yeşil çevre.. Bir kompozisyon ödevinin başlıkları gibi önümüzdeki kağıtta öylece duruyor.. Sayfaya yazacak bir cümle koyacak yüzümüz mü var? Markalaşmalıyız! Evet, maraklaşma detayları görebilmektir. Üstünüze afiyet, gözümü üşütmüşüm Lara’da, bakamıyorum Falez’den öteye! Detaylarda saklı olan şeytandır zaten! Marka istikrardır; tamam işte istikralı bir şekilde “istikrarsız ve kifayetsiz” yönetimlerle istikrarı yakalarız! Marka imajdır, prestijdir.. İmaj? Prestij? Dün elektrikler kesikti tatil yaptığım otelde, çalışamadım efendim! Marka rekabettir.. Rakip çıkar mı bize acep?

Tüm gelmiş geçmiş belediye başkanlarımız, şehrin yönetiminde “dudak kıpırdatan” her bir yönetici ve sorumlu “toplam kalite” konusunda son derece iyi bir çalışma ortaya koymuştur. “Önce kalite” prensibiyle yola çıkmışlar ve yollardaki tüm çukur ve açık kalan logar kapaklarını inanın tek tek kapatmışlardır.  Şehrin tasarımını yeniden (!) yapabilmek, yaşanabilir bir kenti imar edebilmek için, içinden çıkılmaz hale bile getirmişlerdir. Dünya standartlarını yakalayabilmek için Utopya’ya geziler düzenlemişler ve gördükleri her bir yeniliği dönüşümü bizzat yaşayıp beyinlerine kazımışlardır. Sonra gelip şehrin tüm değerlerini yerinden oynatacak kazıları bile yapmışlardır. İletişime önem veren bu yöneticiler, halka sormayıp, halka sürpriz yapmak için akıllarına estiği her bir yeri tersine çevirmiştir. Şehirde gezilecek görülecek yer sayısı artsın diye gezilecek görülecek yerlere erişimi “seçkin” yatırımcıların ellerine bırakmışlardır. Tarihi yapının, dokunun korunması adına “Kaleiçi”ne de ettiler. Daha ne yapsınlar! Temiz bir şehir için “deli dumrul” göreve getirilmiş, gürültünün adı değiştirilip “kültürel ses çeşitliliği” adıyla açıkhava diskoları görmezden gelinmiş.. Şehre gelen yatırımcılar, sınıflandırılarak yatırım yapacakları
“3 asırlığına yap işlet devret” modeliyle onurlandırılmıştır. En önemlisi, şehirde yaşayan şehirli ve esnafın gelirlerindeki azalma ile yapılanlara bir yorum yapıp “tahammül ediyor benim halkım” manası çıkarılmış!  Tüm bunları “şehrin azizleri” olarak yapmaya çalışmışlar!

Antalya marka şehir olabilir mi? Nedir bu marka? Çay ocaklarında çay karşılığı verdiğimiz bir “şey” mi? Yoksa bir rant oyunu mu? Yolda doğru dürüst yürümekte zorlandığımız, hala çukurlarında insanların düşüp “Niyazi sendromu”na kurban gittiği bir şehirde marka neyimize! Kişi başına düşen bilmem ne kadar şantiye sayısı gelişmişliğin, çalışkanlığın, iş yapıyorum demenin göstergesi değildir. Modern zamanları yaşama arzusu bir şehir kültürüne sahip olmaktan geçer. Şehir kendi kültürüne vurulan darbelerden “kültürel ve mimari şok” yaşıyor. “Hadi yeni baştan başlayalım her şeye sevgilim” demek kadar basit ve romantik değil bu işler..
Efendiler, bu şehri kendi kültürü ile baş başa bırakmalısınız..

Yayın Tarihi
13.07.2009
Bu makale 9403 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!