Bu çocuklara cevap verin

Mekteb-i Sultani’de son sınıftayız. Yıl 1987.

Sabah ilk ders zili henüz çalmamış, okulun girişinde, Beyoğlu’da Galatasaray Lisesi’nde ortam gergin.

Yatılı arkadaşlarımız kapıya çıkmış, anlatıyorlar.

Akşam televizyon odalarını nöbetçi müdür muavini açmamış ve maç seyretmelerine izin vermemiş…

Sorun sadece Liverpool-Juventus maçını kaçırmış olmak değil, aynı zamanda 12. sınıfların ufaklıklar önünde  karizması da çizilmiş.

Ortak düşünce; nöbetçi hocanın bilinçli bir hareketi bu, mutlaka arkasında Müdür ve ekibi de var.

Amaç son sınıfların okuldaki “Abi” hakimiyetine son vermek.

Yüz kadar 18 yaşında erkeğiz.

Hepimizin son yılı ve okul bizim.

Olaya el koymamız gerek. Doğruca Müdür’ün ve idarenin koridoruna yürümeye başlıyoruz.

Tüm okul heyecanla bizi seyrediyor.

Ufaklıklara sınıftan çıkmayın talimatını veriyoruz.

Müdür’ün kapısındayız.

Başlıyoruz alkışa.

Sadece protesto için gelmedik bilmelerini istiyoruz, mutlaka özür de bekliyoruz arkadaşlarımız için.

Alkışlar devam ediyor, aniden müdür kapısı açılıyor, içeriden Süreyya Hoca’nın kıpkırmızı yüzü görünüyor. Bir adımla koridora çıkıyor, üstümüze yürüyor, o kadar bağırıyor ki ne dediğini anlamak mümkün değil. Bir, iki öğrencisini yakalamış yakalarından sallıyor, yanında muavinleri de var, Ayı Necati (beden öğretmeni) koruması gibi dikilmiş, bekliyor.

Sınıfınıza girin serseriler, hepinizi yakacağım” sözlerini yakalıyor kulaklarım.

Alkış sesleri daha da kuvvetleniyor.

Hoca kalabalığı yarmak istiyor ama katmanlar çok sıkı, geri çarpıp dönüyor, makama çekiliyor kapıyı suratımıza çarparak…

Olay daha da büyür mü derken, akşamki olayın kahramanı hoca ve öğrenciler aralarında konuşmaya başlıyor, seçilen sözler yumuşama eğilimli.

Artık protesto ve gösterinin sonu gelmeye başlamış, anlıyoruz, alkışlara bir, iki tribün sloganı da ekliyor, en son olarak okulun milli şarkısı “En Velo”yu söyleyerek çalan zille sınıflara dağılıyoruz.

Bir hafta geçmiyor, okuldan eve dönüşümde, Beyoğlu Postanesi damgalı zarfı masanın üstünde buluyorum, açılmamış. Bir hamlede yırtıp okumaya başladığımda gözlerime inanmakta zorlanıyorum.

Son dönemde “12 Eylül öncesini anımsatan” hareketlerin içerisinde olduğum için okuldan bir gün uzaklaştırma almışım.

Aynen böyle yazıyor.

12 Eylül öncesi mi, biz mi?” diye düşünüyorum.

Telefona sarılıyorum.

Tüm son sınıflara aynı yazı gitmiş, hatta o “eylem” günü okulda olmayanların evine bile aynı mektup, aynı cümlelerle gönderilmiş.

Tam bir 12 Eylül öncesi durum söz konusu, 500 yıllık Sultani’de kuru, yaş, birlikte yanıyor, yargısız infaz yaşanıyor.

Annem 12 Eylül tarihini ve benim ismimi yan yana bir defa okusa bayılır.

Gelen zarfa “gerekli işlemi” yapıp, konuyu ev halkı için kapatmam gerekiyor diye düşünürken annem işyerine okuldan gelen telefonla zaten detayları öğrenmiş, telaşlı bir suratla evden içeri giriyor.

Burası Galatasaray, böyle şeyler bizim mektepte olur, sen korkma biz çözeriz” falan diyorum ama o bana üniversite sınavının önemini ve üstümde kalacak “terörist” damgasının sonuçlarını anlatmaya başlıyor.

Zor bir gece oluyor benim için. Sığınağa, odama çekiliyorum.

Ertesi gün okul kaynıyor, “derse girmeyelim” diyenler, “camları kıralım, okulun önünde oturalım” diye diretenler var.

Paris Kahve’de yapılan tartışmalardan sonra, seçilen bir grubun Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı İnan Kıraç’a çıkması ve bir ağabey olarak olaya el koymasını istemek ortak kararımız oluyor.

Bu karar oy birliğiyle tüm devrelere açıklanırken gene de bir, iki kırık cam ve tekmelenmiş kapı vakası ıssız okul koridorlarında yaşanıyor.

Bir gün sonra “İnan Abi bize yetmeyebilir” diyenlerin baskısıyla dönemin İçişleri Bakanı ve Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Ali Tanrıyar’a da mektup yazılmasına karar veriliyor. 

Bir hafta bile geçmeden bu temaslar sonuç veriyor ve bizim uzaklaştırmalar yazılı kınamaya, oradan da sene sonunda silinmek üzere sözlü uyarıya çevriliyor ama diplomalarımızı Süreyya Müdür’ümüz eliyle dağıtmayı reddediyor, biz de yemekhane çavuşu Ayı Ramazan’ı törende görmeyi tercih ettiğimizi iletiyoruz idareye…

Ben size 23 yıl sonra neden uzun uzun bu okul hatıramı anlattım?

Cevabı size 18 Mart 2010 tarihli, bu haftaya ait bir gazete haberini aktararak vereceğim.

Mehmetçik Lisesi’nin 24 öğrencisi TEKEL işçilerine destek amaçlı dersi boykot ettikleri, slogan attıkları ve öğretmenlere karşı geldikleri için tasdiknameyle okuldan atıldılar.

Tam 23 yıl sonra durum bence benzer. Konular farklı ama kafalarda değişim yok.

Açılım istiyoruz, yeni anayasa bekliyoruz, daha özgür ve demokratik bir toplum diyoruz,

20 tane gencin, yaşı 18 bile olmayan evladımızın biraz karakter sahibi olmasını, azcık diklenip, ses çıkarmasını kabullenemiyoruz. Hemen kafalarını ezmeye, gelecekleriyle oynamaya kalkıyoruz.

Bu mudur çağdaş, değişime, gelişime açık, dik durmasını öğretecek eğitim ve öğretim anlayışı?

“One minute!” sadece büyüklerimizin mi hakkı?

Nerede darbe dönemlerinin soldan-sağdan öğrenci liderleri, şimdinin seçilmiş büyükleri?

Cevap verin!

Bana değil, daha aydınlık, daha özgür, daha refah bir gelecek sözü verdiğiniz bu tasdiknameli çocuklara cevap verin!

 

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

Yayın Tarihi
22.03.2010
Bu makale 9774 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!