Acımadı ki

İki yıl olmuş, Murat Elvermez Hoca ve dostlarımızla, haftada en az üç gün, kickbox ve muay thai antrenmanı yapıyoruz.

Hemen herkes “Sıkılırsın, bırakırsın, yaş olmuş 40 küsur, gel golfe başla, sopa salla, tenis zaten oynuyorsun, rakete sarıl.” dedi ama ben vazgeçmedim. 

Her geçen gün de daha çok asıldım çalışmalara.

Sakatlık olmazsa, kuvvetim yerinde olduğu sürece, sağlıkta sorun da yaşamazsam devam edeceğim. Kısacası darbe yemekten ve sert tekme-yumruk vuruşları yapmaktan bıkmadım. (Çoğunlukla da dayağı ben yiyorum!  O ayrı…)

Geçen iki hafta bizim kulübün bir misafiri vardı.

David Bardall, Amerikalı dostumuz Utah’tan geldi.. Amerikan polisinin meşhur SWAT timlerinin eğitmeni ve 47 yaşında olmasına rağmen hala maraton koşan, İronman yarışmalarını kovalayan tam bir spor tutkunu. Her sabah aksatmadan, Lara plajında 15 kilometre koştu, sonra da dipdiri bizle antrenmanlara katıldı ve Amerika’da kafes turnuvalarında öne çıkan, çok moda olan jui jitsu teknikleri hakkında bilgi verdi.

15 gün Murat Hoca’nın başkanlığında ve Antalya’da Aikido’nun en önemli ismi Süleyman Yılmaz Hoca’nın da katılımıyla ya dizlerimizin üzerinde, ya sırtımız yerde ya da rakibin üstünde saatlerce yerde mücadele teknikleri üzerinde çalıştık.

Tekme-boksunda yediğimiz darbeler az gelmiş, biraz da yerlerde sürünelim dedik.

Jui jitsu, Japonya’da samurayların silahlarını kullanmadıkları zaman başvurdukları bir dövüş modeliymiş. Daha sonra, 1920’lerde, Brezilya’da Gracie ailesi bu konuda yeni bir model yaratmış ve yıllar içinde dünyaya yaymış. Amerika’da çok iyi tanınan ve büyük paraların döndüğü kafes dövüşlerinin televizyonlarda yayımlanmasıyla da en az kickbox kadar dövüş sporlarına meraklıların ilgisini çekmeye başlamış. Jui jitsu’da tekme ve yumruk hemen hemen hiç yok gibi, daha çok rakibi özel teknikler kullanarak çaresiz bırakmak ve hareketsiz bırakarak sabitlemek hedefleniyor. Yerde süren boğuşmalarda sabırla, satranç oynar gibi her anı programlamak ve rakibin duruşunu, planını hissetmek çok önemli.

Elbette özellikle ben, 15 gün oldukça ezildim, sırtım pek yerden kalkmadı, acemi bile denemeyecek kadar yeniyim bu dövüş sanatında ama merakım dizlerimdeki acıyı bastırdı, yeni tek bir hareket öğrenme açlığım kollarımdaki morlukları unutturdu. Çocukken itişip kakışırdık, sonra birimizin burnu kanardı. Rakip mutlu olmasın diye “acımadı ki, acımadı ki” derdik ya, benimki de o hesap. Morlukları doğal “dövme” olarak algılıyorum.

İnternette yaptığım araştırmalarda bu sporla ilginç tespitler buldum.

En hoşuma giden ve bence jui jitsu’yu en iyi tarif eden cümleyi sizle paylaşmak istiyorum.

“Jui jitsu  kendini savunma yanında sabır, karşısındaki kişiye davranışta incelik ve harp halinde gerekli olan kendine güveni temin eder.”

David Bardall bugün ülkesine uçtu ama Murat Hoca’nın kulübünde bizlere çok güzel anılar ve morluklar bıraktı. Jui jitsuyu sevdirmek yanında “Beyefendi bir sporcu nasıl olunur?”u da gösterdi. Umarım en kısa zamanda bu spor dalı bizde de yayılır ve gençlerimiz arasında meraklıları çoğalır.

(Özellikle de futbol tribünlerinde hızını alamayıp, sokak aralarına dalıp cam çerçeve indiren, kendi stadını bile yakan, sözde taraftarlara sahip “büyük takım”ın yönetimine tavsiyem  bu spora da eğilmeleri, hem yeni ve gerçek (!) şampiyonluklar kazanırlar, hem de enerjilerini doğru alanda kullanırlar.)

Her ne kadar dışarıdan bakınca “koca koca adamlar, Allah akıllar fikirler versin” denecek şeyler yapıyor gibi görünsek de, sakın vurdu kırdı kısmına bakıp da bu sporu değerlendirmeyin. Sadece zayıflamak için terinizi boşa akıtmayın, kendiniz için bir değer yaratın. Ben elimden gelen her fırsatta tekme boksunun yanında yer dövüşü çalışmalarıma devam edeceğim, hem zayıf ve dinç kalıp, hem de eğlenip aynı zamanda ruhumu güçlendirmeyi ve çok daha sabırlı olmayı öğrenmeye çalışacağım.

 

Antalya’da Kitap Fuarı olmaz mı?

 

Antalya’da kitap fuarı istiyorum.

Evet, işte böyle direkt yazdım talebimi. 

Biraz daha edebi olsun: “Bir hayalim var!!!” diyelim.

Çünkü, 1. Tiyatro Festivalini ve gelen toplulukları oynanan oyunları da görünce şımardım. Berliner Ensamble’ı Berlin’de dürbünle 35 Euro’ya seyredemezken, burada bilet 8 Türk Lirası. Ayağımıza gelmiş bir Efsane.

İşte bu cesaretle kültür daha çok kültür diyorum, kitap fuarını istiyorum. Konferanslar, söyleşiler, şiir dinletileri, sergilerle süslenmiş yerli, yabancı yayınevlerinin yer aldığı, geniş katılımlı fuar alanında, her dilden “dostlarınızın” sıralandığı rafların, standların arasında gezindiğinizi hatta sayfaları kokladığınızı hayal edin…

Buradan yetkililere sesleniyorum, Büyükşehir Belediye Başkanımız’ın “Hocamız” tarafına   özellikle yazıyorum.

Sevgili Hocam,

2011 yılında, mutlaka Antalyamız’a bir “Kitap Fuarı”, “Okuma Şenliği” kazandırmalıyız. Turizm ve ticaret dünyasını, Antalya’nın seçilmiş tüm temsilcilerini, Türkiye’de kitaba karşılık beklemeden desteğe devam eden Türkiye İş Bankası’nı ve ANFAŞ sergi alanının yönetimini yanımıza alarak, şehrimizin kültür hayatına katkınızı büyütecek kitap fuarının kurdelesini kesmenizi bekliyoruz.

İlginizi ve desteğinizi bekliyoruz. Bir kitapsever olarak kendi çapımda destek vermeyi de ekmeğini yediğimiz bu kentin kültürüne katkı adına bir borç bilirim. Saygılarımla.

Sevgili Antalyalılar, okuyan, okutan bir ülke olmak için, Antalya’nın da bir adım atması umudumu kaybetmeden, gelişmeleri, eğer olursa, sizinle detaylı şekilde paylaşacağım.

Önemli Not:

Anneciğim,  Birinci Tiyatro Festivali’ni Flamenco ile açtıktan sonra, salondan  salona koşup oyun izlediğin haberleri geliyor.  En son Fosforlu Cevriye’de görülmüşsün. Endişe ediyoruz, ne olur evine dön, istediğin Afrika menekşesini sana alacağım söz. Oğlun Özer…

 

 

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

 

 

 

Yayın Tarihi
23.05.2010
Bu makale 9696 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!