Bana canım de...

Hafta sonu baharı müjdeleyen bardaktan boşanırcasına yağan yağmurlarla geçti.

Gazete almak için evden çıkıp bizim sokağın köşesindeki Karabaş köpekle okşanırken yan apartmandan gelen oğlanın sesine kulak kabarttım:

“Küsme bana anneciğim Ne olursun bir defacık bana canım de!”Diyordu.

Annesinin sesi daha bir yüksek çıkıyordu:

“Hadi oradan! Hem beni üz sonra da yaltaklan böyle! Bana kim canım diyecek söyler misin?”

Küçük bir sessizlik… Karabaş avucumun içini yalıyor sanki o da benim gibi apartmandan gelen sese kulaklarını dikip dinliyordu.

“Bir defacık bana canım de!” Diye yeniden direniyordu çocuk.

İçim burkuldu. Hani yağmurun serinliği ve o an ki duygu sağanağı kırılmış bir cama dönüşüp yüreğime dolarak acıttı.

İlk gençliğimin mahallesinde Cellât Sülo diye lakap taktığımız Ercişli Süleyman amcanın kiracısı olan akrabamız ve benim de çok sevdiğim Ressam Enver Özkahraman ağabeyin hepimize sıcacık seslendiği bir sözcüğü hatırladım:

“Gülüm!” Diye başlardı konuşmasına nasıl mutlu olurdum anlatamam. O sıralar tabelacılık ta yapıyor. Evindeki tabelaları boyarken elime aldığım fırçayla sözde ona yardım ederken sıcacık gülümseyip:

“Gülüm eline fırça yakışıyor. Öyle hafifçe sürdüğünde boya daha parlak yansıyor tabelanın üzerinde.” Diyordu babacan ve yürekten yaklaşımıyla. Ah Tamara öykümün henüz roman denemesine dönüştürdüğüm o sıralarda ilk editörüm olmuş, onca işinin arasında sunduğum defterin yapraklarında yazdıklarımı kırmızı kalemle düzeltmiş bana cesaret aşılamıştı.

Gel zaman içinde başka güzel bir insanla Geyve’de karşılaştık. Reyhan Teyzeydi o insan. Halamızın oğlu Azer ağabeyimizin kayınvalidesiydi. Her seslenişinde:

“Kuzum!”Derdi. Bir hoş olurdu içimiz. Ana yürekli o hitabı “gülüm” sözcüğünden sonra sanki ikinci can suyu olup yerleşmişti belleğime.

Ya babaannem Şefika Hanım… Ona cümle komşularımız Şefa nene derdi. Çok tanıdık kadının ebeliğini yapmış, nice bebeğin göbek bağını keserek hayatla buluşturmuştu. Bizi sevip okşarken:

“Balam!” Derdi.

Düşüp bir yerimizi acıttığımızda, bir derdimiz olduğunda o hiç boş olmayan ceplerinden leblebi, çekirdek, üzüm, kayısı kuruları, akide şekerler çıkarıp uzatır:

“Kadan belan alayım balam.”Diye avuturdu.

Sesi kesilmişti oğlanın. Kim bilir annesi tüm sevecenliğiyle oğluna sarılıp:

“Canım!” Demişti.

Yaşadığımız şu günlerde ne kadar sevgiye, şefkate ihtiyacımız var değil mi?

Ama inanın bazen:

“Hava soğuk üstüne bir şey al.”

“Soğuk su içme.”

“Pencereyi kapat cereyan yapıyor, hasta olacaksın.” Uyarılarının içinde de:

“Canım!” Sevgi sözcüğü saklıdır.

Canım demek bazen her şeyden esirgemektir sevdiklerimizi.

Ah şimdi!

Tam bu sırada telefonumuz çalsa:

“Canım nasılsın?” Dese bir dost ve arkadaş… Ya da mesaj gelse:

“Canım merhaba.” Yazılı.

Veya sosyal paylaşım ağı içindeki dostlarımız ağız birliği etmişçesine:

“Canım iyi misin?” Diye yorum yazsalar…

Ne kadar içten bir sözcük şu “canım” sözcüğü. Boşuna mı kullanmış onca şiirinde şairler, yazarlar:

“Cancağızım!” Diye.

Yağmur yağıyordu ve ben bizim sokağın serserisi olmayı tescilemiş Karabaşla okşanırken ve Karabaş ellerimin her yanını yalarken bir çocuk ama hiç tanımadığım bir çocuk koca apartmanın içinde annesine yalvarıyordu:

“Bana canım de anne!”

 

Yayın Tarihi
31.03.2015
Bu makale 265 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

ÇOK OKUNAN

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!