Bayramlarımız vardı unutulmayan

Ah! ne güzel günlerdi o günler…

Arife günlerinin telaşında zaman bin parçaya bölünürdü.

Mutlaka çarşı hamamı için programda yer ayrılır, mezarlık ziyaret edilip ölmüşlerin ruhuna yasinler okutulur, kabristan temizliği yapılır, mezarlık çocuklarının taşıdığı sularla kabir etrafı sulanır, bahşiş dağıtılırdı.

Bir yandan açılan baklavalar, el emeğiyle yoğrulup hazırlanan pasta sinileri fırınlara akşam ezanından önce almak şartıyla teslim edilirdi. Fırınlar bayram günleri kapalı tutulduğu için torbalar dolusu ekmek evin mutfak ya da kiler dolaplarında istiflenirdi.

Gece herkes uykuya çekildiğinde analarımız el işi, göz nuru işledikleri kanaviçeleri, örgüleri evin görünür yerlerine örter, mevsim kış ise plastik çiçekler vazolara yerleştirilerek sehpaların ortasındaki yerlerini alırdı.

Bayram ya… Ailenin günlük yemeğinin birkaç katı yapılır, öğle ya da akşama denk gelen saatlerde bayramlaşmaya gelenler yemek vaktidir diye salınmaz, bereketli sofralara konuk edilirdi.

Biz eski zaman çocukları bayramlarda kapı kapı dolaşır şeker, fındık toplardık.

Fındık dedim de… Sahi sizin hiç milav kazıp fındık oynadığınız bayramlar yaşadınız mı? Bir elin avuç içi kadar kazılan minik çukurların beş adım ötesinde durup avuçlarımıza doldurduğumuz fındıkları o çukurlara atardık. Milav başında bekleyen arkadaşımız çukura girmeyip de tek kalan fındıkları alır, ya da çift gelmişse fındık sayısı kadar fındığı atan oyuncuya verirdi.

Bayramlarda bayramlaşmak için gezen çocuklara bu nedenle yalnızca şeker verilmez fındık da verilirdi.

Ya şimdi?

Beton dağlarına dönüşmüş apartmanlarda, sitelerde çocukların kapı kapı dolaşıp bayramlık şeker toplamasına olanak var mı? Tam tersi:

“Aman çocuklar! Emmi, teyze, hala dışındaki hanelere sakın gitmeyin.” Tembihatı var.

Bizim kentimiz küçücük bir kenti. Bayramlarda öyle atlıkarınca, dönme dolap yoktu. Bir tek kiralık bisikletler vardı on beş dakikalık, yarım ve bir saatlik. Oda Hoca efendinin oğulları bayram demeyip açtıklarında dükkânlarını bayram sevincimiz ikiye katlanırdı.

Mesela şimdi o günlere dönsem Burhan ve Orhan emmioğullarımın mekânı cennet Hanım halasının Cumhuriyet Mahallesindeki kayısı ağaçlarıyla süslü evine koşardım. Ev baklavası ve ocakta pişirdiği etli kuru fasulye için yer sofrası açıp buyur etmesini beklerdim. Mutfağımızda her bayram mutlaka tepeleme yapılan tencereler dolusu etli lahana dolmasına dalardım. Yattığı yer cennet olan Sultan halamın bayramların olmazsa olmazı erişte pilavına kaşık sallardım. En güzeli de semaver başında bir araya toplanan akrabalarımızın gül yüzlerini seyre dalardım.

O günler eski anılara dönüştü. Geriye kalanlar birkaç sararmış fotoğraflar olsa da asıl hiç kaybolmayan da aklımızın ve yüreğimizin içine işlemiş izler olarak yaşamaya devam ediyorlar.

Hani o şiirdeki:

“Affan dedeye para saydım, sattı bana çocukluğumu.” Dizesi gibi.

—Kapadım gözlerimi, eski bayramlar geçti yüreğimin içinden. Anladım ki o bayramların tadı bu bayramlarda yok.

Ama bir bayram koşup gideceğim memleketime. Doğup büyüdüğüm mahallenin çocuklarını toplayıp başıma:

—Bakın çocuklar bu milav… Bu da fındık… Bu oyun böyle oynanır. Hadi alın naylon poşetlerinizi kapı kapı dolaşıp şeker fındık toplayacağız konu komşudan.

Sahi uyarlar mı çocukça yaklaşımıma? Yoksa ellerindeki en son akıllı telefonlara dalıp giderler mi sanki bu dünyada yaşamıyorlarmış gibi.

 

Yayın Tarihi
16.07.2015
Bu makale 301 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!