Bir milli mesele olarak rakı

Rakı resmi olarak “Milli İçki” kabul edildi diye yazmıştım.

Şimdi de bu köşeden duyuralım: Bu haftadan itibaren Türk Patent Enstitüsü rakıyı “Coğrafi İşaret” kabul etti, imzalı, damgalı tescil belgesini de Geleneksel Alkollü İçki Üreticileri Derneği’ne (GİSDER) teslim etti.

Artık Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu toprağı ve yaşadığımız bu bölge için rakı bir tanıtım işareti ve sembolü olarak kabul edilmiş oldu.

Patent Enstitüsü’nden ve Resmi Gazete’de yapılan ilandan alıntılarla konuyu biraz daha anlaşılır hale getirmek ve önemini vurgulamak istiyorum.

“ … Ülke topraklarında yaşayan çeşitli uygarlıkların kültürel mirasının bir sentezi olan rakı, geleneksel üretim tekniği ile günümüze kadar ulaşmıştır. Rakı, özgün karakterini Türkiye’de yetişen üzüm ve anasondan alır….”

“….Üretiminde en az % 65’i veya tamamı suma kullanılan rakıdan başka distile alkollü içki yoktur. Dünyada suma üretimi sadece Türkiye’de yapılmaktadır…”

“… Rakının ilk kez Osmanlı topraklarında üretildiği tüm dünya ülkeleri tarafından kabul edilmektedir.  Araştırmalara göre Anadolu topraklarında üretildiği bilinen rakının en az 300 yıllık bir geçmişe sahip olduğu sanılmaktadır..”

“… Fatih Sultan Mehmet döneminden beri İstanbul’da meyhanelerin bulunduğu ve Bizans döneminden kalmış çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Osmanlı döneminde içki denilince akla önce şarap gelirdi. Ancak zamanla şarabın yerini rakı almıştır…”

Burada daha fazla alıntı yapacak yerim yok. Resmi Gazete’de uzun uzun anlatılan “Neden rakı coğrafi işaret olarak kabul edildi?” ilanını okumanızı tavsiye ederim.

“Rakı nedir? Nereden gelir? Nasıl yapılır?” sorularına devletin resmi kurumu detaylı cevaplar vermiş, kalıcı standartlar geliştirmiş ve ilan etmiş dünyaya duyurmuş.

Şimdi sıra Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği bu belgeyi Avrupa Birliği’ne de kabul ettirmekte. Gelecek ay içinde bu başvuru da yapılacakmış, uzun bir çalışma dönemi sonrası dosyalar ve belgeler hazırlanmış, patent alınınca da son dilekçeyi verme zamanı gelmiş.

Eğer AB’de “Rakı Türkiye’ye özeldir” onayı alınabilirse (ki muhtemelen sorun çıkmayacak) Fransa’nın Avrupa’daki konyak üretimi için başardığı ve AB’ye konyak için özel Fransız standartlarını getirdiği gibi, biz de rakı için aynı gücü ve yetkiyi kazanmış olacağız. (Yıllarca Tekel’in “konyak” değil, “kanyak” satmasının sebebinin de işte Fransa’nın bu uluslararası da geçerli kontrolünden kaçma çabası olduğunu da burada sizlerle paylaşalım.)

Ertuğrul Özkök’ün geçen hafta köşesinden yazdığı her turiste bir şişe Türk şarabı satma projesi ne kadar gerçekçi ve uygulanabilir bilemem ama bence, önce “milli içki” sonra da “coğrafi işaret” kabul edilen rakının bir ufağının her turistin çantasında dünyaya açılması çok uzak değil.

Buradan yeniden üreticilere ve turizmcilere sesleniyorum bu gelişmeleri ve devlet makamlarının bu çalışmalarını kullanın. Bu şansı ıskalamayın.

Kadehimi Rakı’nın zaferine kaldırıyorum

Not: Bilmeyenler için yazalım. Suma, ilk damıtılan ve içinde anason bulunmayan rakıya denir. İçtiğimiz rakının üretim süreci başlarken hemen hemen ilk halidir.

 

  

Bodrum Çeşme orta oyuncuları

 

Bizim yerel muhabirlerimiz kışın mutlaka endamlı bir turist hanımefendi bulup eline o günün gazetesini tutuşturur, ayak bileklerine kadar denize sokar, “Avrupa’da kış kıyamet, Helga Konyaaltı’nda denize giriyor” haberi yapardı.

Bizim için plaj haberi bundan ibaretti.

Masumdu.

Artık her şey gibi bunun da suyu çıktı.

Ulusal gazetelerin hemen hepsinde her gün sayfalarca Bodrum, Çeşme sahillerinden çarşaf çarşaf haber ve fotoğraflar var. 

Çakma ikonlarımızı, medya maymunlarımızı farklı açılardan görüntüleyen magazin basınımız, sıkılmadan aynı benzer kareler ve satırlarla, sözde “şok-bomba” haberlerle bizi bu önemli şahsiyetlerin hayatlarıyla ilgili bilgiye boğuyor.

Aslında bu sayfalarda zaman kaybetmeyen biriydim.

Plajda birinin bikiniyle “yakalanması” ya da selülitleriyle görüntülenmesi benim için haber değeri taşımazdı.

Paltoyla denize girilemeyeceğine ve ülkemiz insanın genel fizik yapısı ve hayat tarzı bilindiğine göre, sahillerimizde elle oyulmuş gibi duran, mermer vücutlara rastlanması pek mümkün olmadığına göre, neden bu içi boş satırlarla zaman kaybedeyim diye düşünürdüm. Ama itiraf edeyim son dönemde merak edip bu magazin gazeteciklerini okumaya başladım.

Kafamdaki kara bulutların dağılmasını sağlıyor, öyle boş boş sayfaların arasında gezinip rahatlıyorum. Açılım, saçılım, referandum, “sen gel, ben gitmem” tartışmalarının yanında, inanın bana terapi oluyor. Kısa süreliğine de olsa gevşememe yardımcı oluyor. Son günlerde içimi bunaltan ülke gündeminden kopmama ve tatlı bir yaz esintisi hissedip, kısa süreli “pembe” hayallere dalmama yardımcı oluyor. Tabii kadınlara pompalanan, biraz basen, az selülit, hafif sarkmış göbeğin ne büyük ayıp olduğunu, kendileriyle barışık olmanın ancak bunlardan kurtulunca mümkün olabileceğini de öğreniyoruz!

Ben bu köşeden bu tür sayfaların hazırlamasında emeği geçen herkese ve fotoğrafı çekildiği için kızmış rolü yapmaktan vazgeçmeden sere serpe yayılıp medya bekleyen Bodrum-Çeşme orta oyuncularına da teşekkür ediyorum.

İyi ki varlar yoksa bu yaz, “Evetle ve Hayırla” bu gündemle böyle geçmezdi…

 

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

 

Yayın Tarihi
27.07.2010
Bu makale 9357 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!