Din üzerine birkaç anı

Dün büyük kızımın doğum günüydü. Yıllar ne çabuk geçiyordu. Zor bebek kızım evliliğimizin beşinci yılına dünyaya merhaba demişti. Öncesi sağlık sorunları ve tıbbi kontroller gelişini geciktirmişti. Kolay değil onca düşük ve sonra yüzde elli olasılıkla doğmuştu eşim. Ve doğumuna sayılı günler kala ellerimi açıp Tanrıya:

“Güzel Allah’ım onca çocukların öğretmenleriyiz bizim de yuvamıza çocuk sesi kat.”Diye yalvarmıştım. O sıra sıkça arayan İstanbul’daki rahmetli bacanağım:

“Rahat olun. Gerilmeyin.” Tesellisinde bulunuyordu. Öyle bir telefon konuşmasında:

“Hele bir dünyaya gelsin söz kırkı dolduğu günün ilk Cuma namazı için İstanbul Sultanahmet Camisine geleceğim.”Sözü vermiştim.

Kızım doğdu ve kırk gün sonra sözümü yerine getirmek için İstanbul’a gittim bacanağımla yan yana Sultanahmet Camiinde namaza durmak için.

Cami mahşeri kalabalık içindeydi. Olduğumuz yerin sağ tarafındaki alan İstanbul’a konuk gelen Pakistanlı askerlere ayrılmıştı. Ve olan oldu minbere çıkan hoca vaazında öyle bir gaf yaptı ki namaza hazır olan cemaat adeta buz kesti:

“Bakın şu Pakistanlı askerlere hepsi sakallı. Niye çünkü Müslüman ülkenin askerleri! Bizde ise cami hocalarının sakal bırakması bile yasak.”Dedi.

Haksızlık olunca durmayacağımı bilen bacanağım koluma usulca dokunup fısıldadı:

“Bu aptal, sakalla dini özdeşleştiriyor sakin ol.”

Ve o olayı yazdım. Okur köşelerinde yayınlandı. Aldığım yorumlarda da:

“Mantıksız hocalar gırla aldırmayın.”Gibi öneriler ön sıradaydı.

O olay sonrası geçmişi düşündüm. Çocukluğumuzda da kazma sapı hocalar yok muydu? Gırla. Büyüklerimizin götürdükleri Cuma ve bayram namazlarında kaşları çatık hoca şöyle bir gözlerini diker üstümüze sanki:

“Sizde nereden çıktınız.”İzlenimi verirdi.

Oysa:

“Merhaba. Bu güzel yüzlü çocuklar da aramıza katılarak mutlu ettiler bizi.”Demek çok daha kolay ve etkileyici olabilirdi.

Çocukluğumdaki inançsal değerlerden iki şey hep aklımda kalmıştır.

Birincisi camiye en şık elbiseler yerine pejmürde giysilerle gitmek.

İkincisi eski ayakkabıları ve hatta varsa eski terliklerle gitmek. Neden basitti. Ayakkabılarınız yer değişebilir, alınıp götürülebilirdi.

“Olur mu yahu, Allah’ın evi!” Diyenlerin çoğunun ayakkabıları hep öyle sırra kadem bastı.

Biz kendi dinimize hak din diyoruz ama orijinalliği bozulmuş din diye düşündüğümüz Hıristiyanlar ve diğerleri ibadetlerini çok daha özenli ve titiz biçimde yapıyorlar. Ayrı gayrileri yok. Çoluk çocuk en güzel giysileriyle, düğüne, bayrama gider gibi kiliseleri, Sinegokları dolduruyorlar. Din adamları da kutsal kitapları dışında tek bir sözcük bile sarf etmekten uzak duruyor. Bizde ise siyasi erkin pusulası doğrultusunda vaazlarla camiye gitmekten korkar hale getiriliyoruz.

Şimdi ne zaman camiye gitsem aklım ayakkabılarıma, korkum da hocanın o anılardaki densiz hocalar gibi lakırdı etmesine kayıyor. Çünkü en nefret ettiğim ve isyana dönüştüğüm an; dinin siyasallaştırılması, edepsizce kullanılması. Tıpkı bugün yapıldığı gibi…

Yazın bir kenara… Yakında… Pek yakında namaz kıldıran hocalar cep telefonlarınızı kapatın uyarısının ardından şu anonsu da yapacaklar:

“Dikkat! Aranızda hırsız olabilir! Cebinize mebinize mukayyet olun! Kayıplarınızdan camimiz sorumlu değildir!”  

Hayırlı cumalar.

 

Yayın Tarihi
11.07.2015
Bu makale 315 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

ÇOK OKUNAN

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!