Kadın ‘Sorunu!’ mu Işid mi Tehlikeli!

Aile birliğinin korunması toplumsal düzen açısından şart ama, toplumsal yapımıza baktığımızda, aile birliğinin bozulduğu görülebiliyor. Bu sonuç için geçimsizlikler, uyumsuzluklar, sadakatsizlik evlilikler de denilebilirken, sahneden hiç indirilmeyen bir çağrı var; Kadına şiddet; bu hurafe bayrak gibi göndere çekilmiş bulunuyor. 

Yakın yıllara kadar boşanma toplumda çok ayıp karşılanır, toplumsal baskı bile buna izin vermez(!), evlilik sorunları sabr ile çözülürken, kadını evden dışarı atıp da ekonomik özgürlüklerini verdik ya, boşanmalar yaygınlaştıkça yaygınlaşıyor. Evlenecek kız daha evlenmeden, -Eğer yürümezse boşanırım diyerek baba evinden çıkıyor; eski aileler, kızı gelin giderken, -Artık senin evin kocanın evi diyerek uğurlarken, şimdiki anneler; -Yürümezse döner gelirsin diyerek yolcu ediyor! Bu durum sadece bizim ülkemizde değil, İslam toplumlarının her coğrafyasında aynı görünüm arzediyor. Basınımız, Arabistan’da kadınlar şöför hakkı aldı diye manşetler çekerken, ülkemizde ise, ilk kadın valimiz, ilk kadın subayımız, ilk kadın müftü yardımcımız, ilk kadın pilotumuz benzeri haberler başarı öyküsüymüş gibi manşete çıkıyor! Biz ileri demokrasi olmadan önce başarmıştık(!); Arap dünyasının kadınları ancak şimdilerde cinselliklerini ve cinsel kimliklerini açık ediyor! Kadın, mahrem yerlerini gösterdi mi, cesur kadın yaygarası işleniyor, frikik verdi denilerek pespayelik özendiriliyor! Tiyatro oyunlarına bakın ya da Beyaz shovlara; en çok alkış alan bölümler müstehcenliğin sergilendiği, sözedildiği sahne ve bölümler oluyor. Yener hanımgillere bakın, bacaklarını ve göğüs çatallarını göstermeden sahnede kim kalabiliyor! Hangi birini sayayım herşey ‘raydan’ çıkmış, çünkü, kadın evden dışarıya çıkmış, özgürleşmiş bulunuyor!

Evdeki örtülü kadınlar sokağa çekilirken(!), kimilerince siyasi tavır olduğu zannedilen tesettür, kadınların kendini güzel gösterme merakı şekline dönüşmüş; örtülü kadın da,  ‘protestanlaş(tırıl)mış’ bulunuyor. Bu tanım, dinini değiştirmiş demek değil, Müslümanın, ne olduğunu bilmeden, Müslüman olduğunu kabul eden kadın tipi demek oluyor. Erkeği de aynı, Mozart’la başlayıp ezanla devam eden iftar şölenlerinde görülüyor! Allah (c.c.), teklifini kabul etmeyeni, ‘insan’ yerine koymuyor ama, ‘protestanlaşmış kadın’ tipi, ‘önce insan olmak gerekli’ virüsünü başkalarına da bulaştırıyor!

Peki de kadınımız nasıl bu duruma geldi? İnsanları asla din-dil-ırk şeklinde ayırt etmiyorum diyen üniversiteli örtülü kadın nesli nasıl doğdu da; anne ve babalarının isimlerini bile anmadığı ‘hikmetsiz nazım’ları da kucaklayabiliyor! 

Bu yazı alanımda bunu izah kolay değil ama, gayret edeceğim, kabaca şu: Rahmetli Özal’ın güçlü olduğu 1987’de, Kadının Adı Yok isimli kitabıyla Duygu Asena, özellikle seküler kadını olumsuzlaştırmış ama, İslamcı denilenlerden de kapan olmuştu saçtığı feministlik mikrobundan! Yine Özal’lı ama bu defa 1990’lı yıllar; Küreselleşme denilen Anglosakson-Judea ortaklığının, BM üzerinden mikrop saçtığı dönemde, Nilüfer Göle ‘sahne alıp’; modern mahrem ile İslam kadın tipinin gönlüne ‘ok’ atıyordu! Müslüman kadına, hem örtünüp hem de modern olabileceği hastalığı bulaştırılmak istenilince, başhatun sere serpe uzanıyor; hem hacca giderim, hem de mayomla denize girerim sahnesi gösterime giriyordu! Müslüman kadın mahrem açısından tanımlanır denirken, mahremlikten çıkartılma süreci yaşatılıyordu.

Mahremin dönüştürülüp yokedilme süreci 2000’li yıllarla da sürüyor. Birleşmiş Milletler emirleri(!) üzerinden yapılan saldırılar, tesettür otelleri denilen hurafeyi de üretiyordu!

BM sözleşmeleri, ülkeleri; Küresel Tek Dünya Devletine entegasyon; yani, Babil Sendromu Çözümü; Küresel Tek Dil-Din-Devlet yolculuğu yaptırılan ‘Küresel Tren’e ‘vagon’ yapıyor; BM, Fundemantalist Anglosakson-Judea “Şirketi”nin küresel treninin makinisti oluyor. BM’nin, Cuma hutbelerine kadar giren emri; Haydin Kızlar Okula kampanyasndaki gibi erkeği dışlayarak, ‘Kadına şiddet’ denilen ile, kadın üzerinden yapılan ayrımcılıkla, KüreselCİNerin, kadın üzerinden amaçlarına ulaşması kolaylığı, bir anlamda bölücülük de yapılıyor! Dolayısıyla da, “Kimliği kırılan kadın ve erkek kimliklerimiz/kimliksizlik” üzerinden doğan tehlike, göğsümüzde ‘patlamamış bomba gibi’ duruyor!

Temeli aile olan Mahalle denilen sosyal yapımız, yokedilip yerine, Habitat denilen zırva mahalle(!) yapılınca, ‘Kırılan kadın kimliği’, kadını hem mutsuz yapmış hem de saygı duyulan kadın olmaktan çıkartmış bulunuyor. 

Alman Spiegel dergisine konu olan bir haberde; komşumuz bir ülkede, Meclis’te çoğunlukta olan muhafazakârların, kadınların bacaklarını ülkenin komşusu Irak’taki tüm bölgeyi tehdit eden IŞİD sorunundan daha önemli gördüğü ifadesi yer almış bulunuyor. Irak’ta ırzlarına geçilen kadınlara tahammülsüzlükten doğduğu da ifade edilen IŞİD’in, ne olup olmadığı beni ilgilendirmiyor; benim ilgim, “Kim ne olduğumuzu bilemeyişimiz tehlikemiz”; aldığımız emirleri uygulamakla savurduğumuz yerlerdeki kadının-aile yapımızın yokolmasının(!), tıpkı Osmanlı’yı kaybetmemize sebep olması gibi, ülkemizi de kaybettireceği endişem oluyor. Bu ülke için tehlike IŞID mışıd, bize uzak olması gereken NATO, Dünya Bankası, IMF, WHO, BM ‘sahibi’ Fundemantalist Batılı Beyaz Adam bile değil; bizatihi kadın-erkek biziz; ‘kendimizi kendimizden kurtarırsak eğer’, kurtulduğumuzu da göreceğiz!

Yayın Tarihi
12.07.2014
Bu makale 5161 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!