Kandil

Çok sevdiğim bir kıssaydı o konferansta anlatılan. Konuşmacı Türkiye’nin First Lady’siydi ve salonu hınca hınç dolduran konukların gözü kulağı ondaydı.

 

Konu farkındalıklarla ilgiliydi.

“Gözleri görmeyen bir adama gece karanlığında elindeki kandille sokakta yürürken bir tanıdık rast gelir. ‘Neden kandil taşıyorsun? Zaten senin gözlerin görmüyor’ Sorusunu sorar. Gözleri görmeyen adam cevap verir: ’Gönül gözü kör olanların beni fark etmesi için taşıyorum kandili.’ “

Çok vurucu bir kısadan hissedir kandil öyküsü…

Haberi televizyonda izlerken duygulanmadan, düşünmeden ve haliyle yorum yapmaktan kendinizi alamıyorsunuz.

Geçmişten süzülüp gelen o anlatının içindeki kandilin ışığında Antalya Sanatçılar Derneğinin (ANSAN) hoyratça tasfiye edildiği olayı anımsadım.  Ve orada resim sergisi bulunan sanatçı bayanın sergilenen resimlerine halel gelmesin diye nasıl panik yaşadığı anı düşündüm. Havada uçuşan sandalyeler ve masalar geldi gözümün önüne.

Ve o kandilin titreyen ışıklarında köklenen zeytin ağaçlarına sımsıkı sarılan ve:

“Bu ağaçlar bizim geçim kaynağımız.” Diye feryat edip ağlayan zeytin ağaçlar yurdunun kadını canlandı içimde.

Soma’da, Ermenek’te yoksul ve biçare maden işçilerinin yırtık cızlavetli ayakları yapıştı gözlerime.

Kandilin ışığı daha bir alevlendi…

Soma’daki işinden çıkarılan maden işçileri, onların çoluk çocuğu, rızklarından alın terlerine helal ekmek banan yakınlarını düşündüm.

Ve her sabah bir bardak çay içtiğim kahvedeki emekli arkadaşlarımın:

“Hocam emeklilere hani yüzde üç zam yapılacaktı? Baksanıza daha da kesilecekmiş tekaüt maaşlarımız.” Sorularında yüreğim kavruldu.

Kandilin ışığında; gülümsemeyi, merhabayı unutmuş komşumun:

“Bizim çocuklar hala işsiz! Onlarsa iki bin odalı devasa saraylarda bin liralık bardaklardan sularını yudumluyorlar.” Çığlığı yankılandı kulaklarımda.

O henüz tüyü bitmemiş polis kurşunuyla can vermiş Berkin Elvan’ın anacığının oğlunun vuruluşunun izletildiği görüntülerde paramparça olmuş hali ahvalinde donup kaldım.

Azalırken kandilin ışığının titreşimi; yüreğimdeki ve beynimdeki gelgitler çoğalmaya devam etti.

Geçmişten yankılanarak gelen o güzelim kıssadan hissenin her sözcüğünde içimde biriken bulutları, gözlerimden yanaklarıma doğru akıp gelen gözyaşına dönüştü.

Ne de güzel anlattı…

Gönül gözü kör olanları çarpıcı bir öyküyle dile getirip aymazlığı, vurdumduymazlığı bir tokat gibi indirdi suratlarımıza…

Acaba onu, benim gibi gönül kulağıyla dinleyenler de ağladı mı?

Maden işçileri, polis copundan geçirilen gençler, şiir okuyup, müzik dinledikleri mekândan sürülen sanatçılar, ne kadar zam alacağım beklentisinin girdabında dönüp duran emekliler, geçim kaynağı zeytin ağaçları yerle bir edilen köylüler gözlerinin önünden resmigeçit yaparak geçtiler mi?

Güzel…

Çok güzel konuştu First Lady…

1789 yılları Fransız Devrimi arifesinde saray önüne toplanan:

“Açız! Ekmek isteriz!” Diyen yoksul Fransız halkının perişanlığına bir mana veremeyip:

“Ne istiyorlar?” Diye soran ve aldığı yanıt sonrası da:

“Ekmekleri yoksa pasta yesinler.” Diyen Fransa kraliçesinin ötesinde bir tavır sergileyerek, kandil hikâyesiyle mesel kandilinin ışığını şöyle bir yaşadıklarımızın üzerine tuttular.

Ben ağladım, sizi bilmem…

 

Yayın Tarihi
07.12.2014
Bu makale 319 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!