Bilim, karıncaları zar kanatlılar olarak sınıflandırıyor. Hayvanlar içinde arılardan sonra sosyal yaşam gösteren örnek böceklerdendir.
Doğadaki karınca türünün sayısının 14 bin tür olduğunu biliyor musunuz? Ve karıncaların yaban arılarından türediğini…
Usta şair bir şiirinde karıncaları sevmem, onlar yalnızca kendilerini düşünür göndermesinde bulunur Ağustos Böceğine… Ama bugün karınca benzetmesinde bulunulan emekçiler doğadaki karıncalar kadar üretken olmalarına rağmen örgütsel adım atmakta korkak, çekingen ve üşengeçler. Örgütlü olanların çok önemli bölümü ise sarı sendikacı alçakların değirmenlerine su taşıyan ruhsuzlardan oluşmaktalar.
Düşünüyorum da nüfusumuzun hızla çoğalmasını isteyen ve en az üç çocuk sahibi olma ekseninde dönüp duranlar neden bu kadar istekliler. Çünkü yaratmak istedikleri toplumun yeni kuşaklarını din etrafında yoğunlaşan bir eğitimden geçirerek kullar kitlesi yaratma hesabı içindeler. Bugün sandıklara atılan oyların yüzde yetmişine yakını bilinçsiz, yönlendirilmiş oylar değil midir?
Karıncalara benzettiğimiz emekçiler bugün zor durumdalar.
Maden işçileriyle ilgili her haber kapkara ölümleri taşıyor.
Soma… Ermenek…
Ya tarım emekçileri?
Bugün Isparta’nın Yalvaç ilçesinde elma toplamak için Konya’dan getirilmek istenen tarım işçileri tıka basa dolduruldukları minibüsün devrilmesiyle yaşamalarından oldular.
Şimdi siz bu on altı canın kaybına fıtrat ya da kader mi diyeceksiniz?
On iki kişilik minibüse kırk dokuz işçi doldurmak ne büyük ahmaklık ve sözüm ona ne zalim yazgıdır? Bu kadar mı ucuzdur bu ülkenin insanların hayatı?
Mademki her işin bir fıtratı, alın yazısı var neden yurttaşlarının içine sayıları nereden bakarsanız yüzü bulmuş korumalarla, zırhlı araçlarla gider bu ülkeyi yönetenler?
Ve tüm bu yaşananlara
Elçi sömürüsü sarmalındaki pamuk işçilerin durumu pek mi iç açıcı?
Peki, inşaat sektöründe çalışanlar?
Karıncaların doğal yaşamı incelendiğinde yaşamlarının olağanüstü bir disiplin içinde olduğu görülür.
Emekçiler ise bölük pörçük.
Var olan emekçi örgütleri ayrı saflarda, parçalanmış ve bölünmüş. Emek sömürüsünün eşkıyaları bu parçalanmış ve bölünmüşlüğü daha çok kazanma hırslarının tuzaklarında öğütmeye devam ediyorlar.
Emekten yana olanların:
“Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok. Ya hep beraber ya da hiç birimiz.” Haykırışına sırtlarını dönmüşler.
Kuvayi Milliye destanının ilk bölümünde şair yaratanın gerçek sahiplerine şöyle seslenir:
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
(NAZIM HİKMET)