Kırkıncı Ölüm Yıldönümü’ nde İnönü

25 Aralık Türk ulusu için acı bir gündür. Kırk yıl önce bu gün büyük devlet adamımız İsmet İnönü'yü kaybettik. Onun büyük acısını içime gömmüş biriyim. Bu büyük insanı çok yakında tanıma fırsatı buldum. Çok sevdiğim ve saydığım Batı Cepheleri Komutanı, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları'nın muzaffer kumandanı bu büyük askerin büyük acısı sanki dün kaybetmişim gibi içimde.
Kendimi bildiğim ilk çocukluk yıllarımdan başlayarak bu büyük insanı çok sevdim. Çocukluk ve gençlik dönemim Büyük İnönü’nün devletimizin başında bulunduğu yıllarda geçti. O günlerden başlayarak ona büyük saygı duydum. Bu sevginin ve saygının bana annemden, babamdan ve ilkokul öğretmenimden yansıdığını söyleyebilirim.
Büyük Atamızı kaybettiğimizde dört buçuk yaşımdaydım. Aile büyüklerimle birlikte gözlerim şişinceye kadar ağladığımı anımsıyorum. Ulus olarak; o günlerde içimizdeki acının tesellisini belki de İnönü’de bulmuştuk. İnönü’yü bu nedenle bu kadar çok sevmiş olabilirim diye düşünürüm. Benim için; çok küçük yaşlarımda başlayan ve gittikçe güçlenen, olağanüstü denilebilecek bir ölçüdedir bu sevgi.  
Yaşım büyüdükçe onun değerini daha iyi anlamaya başladım. Görevde olduğu o tek parti döneminde bile; insan haklarına saygılı, ülke çıkarlarını ön planda tutan, demokrasi kurallarına bağlı kalmasını bilmiş çok büyük bir insandır o. Asker ve sivil olarak ülkemize verdiği bütün hizmetleri bir tarafa bırakalım. Ulusumuzu II. Dünya Savaşı’na sokmamak için gösterdiği üstün çaba, izlediği diplomasi ve aldığı olumlu sonuç, tek başına bile,  onun ne kadar yüce bir insan ve ne büyük bir devlet adamı olduğunu anlatmaya yeter.
Ben İsmet İnönü’yü ilk olarak Ankara Ulus İlkokulu’ndan mezun olduğum gün yakından gördüm. Okulumuzun düzenlediği yıl sonu etkinliğine katıldı. Dünyanın en değerli başkan eşlerinden olan eşi Mevhibe Hanımefendi ile geldiği müsamereyi sonuna kadar sıkılmadan izledi. Ayrılmadan önce elişleri sergimizi gezişi sırasında yaptıklarımızı birer birer inceledi. Yanaklarımızı okşadı, ailemiz, babamızın işi, nereli ve kaç kardeş olduğumuz hakkında sorular yönelterek bizlerle ilgilendi. Öylesine alçakgönüllü ve o kadar sevecen, yakın ve sıcak bir hali vardı ki !.. O günü hiç unutmadım. 
Meğer Ankara Ulus İlkokulu’nun “Okul-Aile Birliği” onursal başkanıymış İnönü. Bunu, okuldan mezuniyetimden 60 yıl sonra öğrendim. Okul müdürü ile okulun eski günlerini yad ettik ve günümüzdeki haliyle bir kıyaslama yaptık. Okul büyük bir perişanlık içindeydi. Müdür Bey yeterli ödenek verilmediğini ve personel açığı olduğunu söyleyerek yakındı. Anlattığına göre; böyle onurlu bir görevi üstlenmiş olan ve ölünceye kadar Ulus
İlkokulu’ na yakın ilgisini ve yardımlarını esirgememiş olan İnönü’nün evlatları, ne yazık ki onun vefatından sonra okulla hiç ilgilenmemişlerdi. 
Gittiğim gün 23 Nisan Bayramı öncesiydi. Tatil günü ve sabahın çok erken saatleriydi. Okulun bahçesine uğramış kendi ellerimle diktiğimiz ağaçları görmek istemiştim. Bayram hazırlığı olarak pencerelere afiş asmakta olan iki kişi görünmekteydi. Okulun ana giriş kapısı açıktı. Mümkün olursa öğrenim yaptığım ve dört yıl oturmuş olduğum sıramı görmek istemiştim. Bayram hazırlığı için acaba okul müdürü okulda olabilir mi diye düşündüm. Pancerelere afiş asmakta olan kişiye acaba okul müdürü gelecek mi diye sordum. Amacın ondan sınıfımı görmek için izin istemekti. Bir dakika bakar mısınız diye sorduğumda pencereden atlayıp yere indi. Okul Müdürünün kendisi olduğunu söylediğinde tüylerim diken diken olmuştu. Oğlunu yanına alarak pencerelere bayrak ve afiş asmak için gelmişlerdi. Karşımda büyük saygınlığı olan bir Cumhuriyet öğretmeni vardı ve bunu görmek beni sonsuz derecede mutlu etmişti.
Okulun ben yaştaki eski bir öğrencisini karşısında görmek de onu mutlu etmişti. Bana kendi elleriyle yaptığı çayı yudumlarken güzel bir sohbette bulunduk. Sohbet tatlıydı, ama öğrendiğin gerçekler son derecede acı. Geçmişteki hayalini anılarımda yaşattığım o güzel okulumun perişan hali beni üzmüştü. İçinde bulunulan olumsuzlukları öğrenmenin verdiği üzüntüyle sarsıldım. Ama okuldan Cumhuriyet öğretmenlerinin görevlerinin başında olduklarını görmenin mutluluğu içinde ayrıldım.
Nerelerden nerelere gelindiğini düşünebiliyor musunuz? Bir yanda tatil gününü heba ederek, evladıyla birlikte, okulunu 23 Nisan Bayramı için süslemeye çalışan bir okul müdürü, öte yanda bu bayramın kutlanmasını yasaklayan bir zihniyet. Bu örneği gördükten sonra hiç kimse bugün neden bu hallerdeyiz diye sormamalı.  
İnönü’ye diktatör suçlamasında bulunan ve onu Hitler’ e benzetenlerin bu yazdıklarımı mutlaka okumalarını öneriyorum. Hitler benzetmesi yapılan İnönü ülkemize demokrasiyi getiren ve çok partili rejime kavuşturan insandır. Büyük Atatürk’ün erken ölümü nedeniyle gerçekleştiremediği bu devrimi, onun aziz hatırasına olan saygısının gereği olarak, hiçbir zorlama olmaksızın kendi vicdani yargısı ve iradesi Sile yapmıştır. 1947 yılında yayınladığı “12 Temmuz Beyannamesi” dünyada bir benzeri olmayan, demokrasilere örnek gösterilecek bir siyasi belgedir. (Bak. FİKİR PLATFORMU- www.sadikozen.com)
İnönü’yü; Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinden başlayarak, kahraman bir Türk askeri olarak vatan savunmasında gösterdiği fedakarlıklar, Kurtuluş Savaşımız sırasında gerçekleşen I.nci ve II.ci İnönü Savaşları doruk noktasına çıkarmıştır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, onun bu başarısını, göndermiş olduğu aşağıdaki telgrafıyla bakın nasıl ödüllendirmiştir.
"Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Savaşları'nda yüklendiğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Ulusumuzun bağımsızlığı ve varlığı, çok üstün yönetiminiz altında şerefle görevlerini yapan komutan ve silah arkadaşlarınızın duyarlılığına ve yurtseverliğine dayanır. Siz orada yalnız düşmanı değil, ulusun makus talihini (ters alın yazısını) de yendiniz..."   
İNÖNÜ’YE ATILAN İFTİRALAR - YAPILAN NANKÖRLÜK VE İNÖNÜ DÜŞMANLIĞI
Durum böyle olmasına karşılık; sözüm ona bazı tarihçiler bu önemli savaşlara ve onun yaptığı bütün hizmetlere gölge düşürmeye çalışmış ve İnönü’nün savaş alanından kaçtığını ileri sürecek kadar alçakça, kasıtlı ve gerçek dışı yalanlarla iftirada bulunmuşlardır. 
İnönü’ün verdiği üstün hizmetler “Lozan Konferansı” ndaki başarısıyla taçlanmıştır. Aynı tarihçiler Lozan konusunda da aynı yalanlarını sürdürmüşler ve bu büyük insanı kötülemek için ellerinden gelen her türlü şer çabayı göstermişlerdir.
İsmet İnönü’ye atılan iftiralar bunlarla da sınırlı kalmamıştır. Demokrat Parti tarafından; 1952 yılında “Halkevleri”nin, 1954 yılında “Köy Enstitüleri”nin kapatılması gibi olumsuzluklar İnönü’nün üzerine yıkılmaya çalışılmıştır.
Bu “Şer Cephesi” ve yandaşları ile onları besleyen ve destekleyen odaklar, duydukları kindarlık, düşmanlık ve nefret duygularını bir türlü doyuma ulaştıramıyor ve saldırıları hala sürdürüyorlar. İnönü döneminde, II. Dünya Savaşı atığı silahlar için ve öğrenci değişimiyle ilgili olarak ABD ile yapılan İkili anlaşmalar nedeniyle yine yalanlar uyduruluyor, olmadık iftiralarda bulunuluyor ve bu büyük insana veryansın ediliyor saldırılıyor. Bu ne büyük bir kindarlıktır yarabbi !.. Ülkesine bunca hizmetlerde bulunmuş bir insana bu kadar husumet nasıl duyulabilir, bunca yalan nasıl uydurulabilir, bu kadar nankörlük nasıl yapılabilir ve nasıl bu kadar düşman olunabilir?
Bu düşmanlığın nedenlerini araştırmaya ve bulmaya çalıştım. Kitaplar okudum, ansiklopedilere baktım, günümüzün en önemli ve değerli bilgi kaynağı ve iletişim araçları arasında yer alan internet sayfalarını taradım ve sonunda buldum. Bunları yaratanlar; Kurtuluş Savaşımız’a, Cumhuriyet’ın ilanına, devrimlerimize karşı çıkan ve bertaraf etmek zorunda kalınan; bazı bölücü ve ayrılıkçı hainlerin, hilafeti savunan din yobazlarının torunları ve yeğenleridir. Ne yazık ki onların uzantıları günümüze kadar gelmiştir. Bunlar, içlerindeki zehirleri akıtmaya devam ediyorlar. Aslında hedeflerinde Cumhuriyet rejimi ve Büyük Atatürk vardır. Amaçları Atatürk’ü unutturmak, Cumhuriyeti yok etmek, Osmanlı İmparatorluğu’nu diriltmek ve Hilafet’i geri getirmektir. Bu uğurda her türlü alçakça girişimlerini İnönü üzerinden sürdürmekteler. İnternet sayfalarında yazdıkları yorumlarda ağza alınmayacak kadar iğrenç ifadeler ve yayınladıkları kitap, makale ve yorumlarla İnönü’ye insafsızca ve edepsizce saldırıyorlar.
Dünyanın en büyük ve asil milletinin bireyleri olarak gördüğüm vatandaşlarım arasından bu kadar adi, bu kadar alçak, bu kadar rezil, bu kadar nankör ve namussuz insanların çıktığını görmekten büyük utanç duyuyor, üzülüyor ve kahroluyorum.         
PARALARA NEDEN İNÖNÜ' NÜN RESMİ BASILDI ?
İsmet İnönü’ye karşı en büyük itham; para ve pullar üzerindeki Atatürk fotoğraflarının kaldırılarak yerine İnönü’nün fotoğraflarının konulmasıdır.
Bu konuyla ilgili olarak çok değerli arkadaşım Sayın Yavuz Ergüven’in aşağıdaki yazısını paylaşıyorum:
“30 Aralık 1925 tarihli 701 sayılı yasa ve 16 Mart 1926 tarihli 3322 sayılı kararname ile 50, 100, 500 ve 1.000 liralık banknotların ön yüzlerinde reis-i cumhur hazretlerinin resminin bulunması kararı alınmıştır. Bu kanunların altında Mustafa Kemal Atatürk'ün de imzası bulunuyor. Büyük Önder'in vefatından sonra, bu kanunun gereği olarak, para ve pulların üzerindeki Atatürk resimleri kaldırılıp onların yerine bir sonraki Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü'nün portreleri yer almıştır. 1. ve 2. İnönü Savaşları okuduğumuz ve öğrendiğimiz kadarıyla, taarruz eden Yunan ordusuna Eskişehir ve Ankara’ya geçit vermeyen, gurur veren iki Türk zaferidir. O nedenle de Sevk ve idare eden komutan olarak adına İnönü Zaferleri denmiştir. Bizler bu şekilde biliyoruz. Böyle öğretildi. Ancak işin eğrisi ve doğrusunu herhalde eldeki mevcut kaynaklara göre Askeri Arşivlerdeki veriler bilir... Türk halkı İsmet İnönü yü sever. O bu ülkenin savaşta ve barışta kara günlerinin adamıydı . Allah tarihi kahramanlarımızı nur içinde yatırsın mekanlarını cennet eylesin... “
Şimdi de değerli dostum Gazeteci-Yazar ve TRT’nin duayenlerinden Sayın Korkmaz Boyacıyılmaz’ın konuyla ilgili olarak yazdıklarını hep birlikte okuyalım ve şimdiye kadar hiçbir yerde yer almayan bilgileri paylaşalım. .
“ÜLKEMİZİN DÜŞMAN İLGALİNDEN KURTULUŞUNA İKİNCİ ADAM OLARAK BÜYÜK KATKISI OLAN İSMET İNÖNÜ'NÜN BİR DÖNEM TÜRK PARALARINA KENDİ RESMİNİ BASTIRMASININ GERÇEK ÖYKÜSÜ..
Türkiye'yi karanlık günlere sürükleyen, gerici ve çıkarcı zihniyet, zaman zaman ülkemizi düşman işgalinden kurtaran İsmet İnönü için karalama kampanyaları başlatmıştır. Karalama kampanyalarının en önemlilerinden biri de ismet İnönü'nün Türk paralarına kendi resmini bastırmasıdır. İsmet İnönü, İkinci Dünya Savaşına ülkemizi sokmamakla askeri ve siyasi alanda büyük bir başarı göstermiş, bu konuda da halkına karne ile buğday ve un dağıttığı için suçlanmıştır. Oysa İsmet Paşa istemeden dahil olabileceğimiz savaş ihtimali üzerine ülkede açlık sıkıntısının çekilmemesi için buğday stokları yaptırarak tedbir almıştı.
İnönü'nün kendi resmiyle basılan Türk Paralarının hikayesi de buna benzemektedir. İsmet Paşa 1938'de Atatürk'ün ölümünden sonra TBMM tarafından Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Askeri ve siyasi tecrübelerinden dolayı Atatürk döneminde uzun yıllar başkan vekilliği yapan İsmet İnönü, Cumhurbaşkanlığının yanı sıra CHP Genel Başkanlığı’nı da yürüttü. Atatürk'ün ölümünden sonra yurt içinde ve dışında Cumhuriyet rejiminin devam edip edemeyeceği tartışılmaya başlanmıştı. İnönü askeri başarısını ülke yönetiminde de göstererek cumhuriyeti korumayı başarmıştı.
O yıllarda ülkemizde para ve pul basacak matbaamız yoktu. Para ve pullarımızı İngiltere Londra'da büyük tesisleri bulunan Thomas De La Rue basıyordu. 1940 yılında İsmet İnönü hükümeti tarafından aynı kişiye 100 ve 50 kuruşluk olarak 20 milyon liralık banknot bastırıldı. Basılan banknotlar Londra'dan Newyork Shine adlı gemiyle Türkiye'ye gönderildi. Gemi iki hafta süren yolculuktan sonra yakıt almak için Yunanistan'ın Pire limanına uğradı. Tarih 16 Nisan 1941'di. Alman uçakları Pire limanına saldırarak Türkiye'ye para getiren Newyork Shine gemisini batırdı. Gemideki Türk paraları denize saçıldı ve Yunanlılar tarafından toplandı. O dönem 20 milyon lira çok büyük paraydı, bu parayla Türkiye ekonomisi idare ediliyordu. Bu olay üzerine İnönü paraların Yunanlılar tarafından kullanılmasını önlemek amacıyla Atatürk resimli tüm banknot paraları tedavülden kaldırmak zorunda kaldı. Yıllar sonra bu paralar da tedavülden kaldırılarak yeniden Atatürk resimli paralar bastırıldı.
İşte Cumhuriyet Halk partisi, Atatürk ve İsmet inönü için yıllardır siyasi istismar konusu yapılan olay buydu. Bütün bu yapılanlar gerçek devlet adamlığının göstergesiydi. Atatürk ve İsmet İnönü, kurtuluş savaşında milyonlarca liraya ulaşan borçlarımızı zaman içerisinde akıllı politikalarla son kuruşuna kadar ödediler ve ülkeye büyük yatırımlar yaptılar. İstismarcılar ise şimdi onların mirasını satmakla meşguller..
MİLLİ ŞEFLİK YAYGARASININ İÇYÜZÜ
İnönü’ye karşı yapılan ithamların en önemlilerinden biri de kendisini “Milli Şef” ilan etmesi yalanıdır. Böyle bir yasa çıkarılması söz konusu değildir. Bu konu o dönem CHP Milletvekilleri olan Celal Bayar ve Adnan Menderes tarafından hazırlanmış, ancak CHP’den ayrılmaları nedeniyle gündeme taşınamadan kalmıştı. Sonradan, partide kalan arkadaşları tarafından CHP Kurultayı’na öneri olarak sunuldu. Konunun görüşüldüğü  10.05.1946 tarihinde yapılan CHP Kurultayı’na ait tutanakların 404. Sayfasında yer almakta olup bu belgeler arşivimdedir. Bakın bu konuda İsmet İnönü neler söylemiş:
“……. Ben, daha geniş müddetli ve yetkili bir devlet reisi olmak teklifine karşı koyacağım. Bunu benden sonra geleceklerin işi sayarım. Benden sonra geleceklere de bugünkü tertibin bünyemize uygun olduğunu söylemekte ısrar ederim. Arkadaşlarımın bana muhabbetlerini bilirim. Ancak, bir büyük partinin çalışmasında birinci derecede tesirli olan adamın, yine parti tarafından değiştirilmesi imkanının esas kaide olarak kabul edilmesini gelecek için iyi bir teminat olarak görürüm” (Bak: Zaman Tünelinde Bir Doktor – Dr. Sadık Özen, sayfa: 274 – 275)
Gerçeklerin bu kadar değiştirilmesi ve İnönü’ye saldırı için kullanılması aklın ve etik kurallarının kabul edeceği şey değildir. Vatanına bu kadar hizmette bulunmuş bir büyüğe karşı yapılan saldırılar büyük bir haksızlıktır. Bu saldırıda bulunanlar; çoğunlukla İsmet İnönü hakkında yeterli bilgi sahibi olmayan ve hainlerden duyduklarının gerçek yönlerini araştırmayan ve kulaktan duyma asılsız dedikodu ve yalanlara inanan zavallılardır. Ben bu durumu, hepimizin bildiği “Köroğlu’nun gözü kör olsun” öyküsüne benzetiyor ve bu yalanları uyduranların gözleri kör olsun diyorum..  
İNÖNÜ’NÜN ATATÜRK’E İHANETİ YALANI VE UYDURULMUŞ SENARYOLAR
Cumhuriyetimizi ve devrimlerimize karşı olan cumhuriyet düşmanların çabaları; Kurtuluş Savaşımızın en büyük iki askeri ve Cumhuriyetimizin en önemli iki kurucusu olan Atatürk ile İnönü’nün aralarını açmaya ve dostluklarını bozmaya yönelik olmuştur. Bunun için bir taraftan din istismarını kullanırlarken, diğer taraftan da her türlü yalanı uydurmayı ve iftirada bulunmayı mübah saymışlardır. Zira bu iki insan birlik ve beraberlik içinde oldukları sürece, şer planlarında başarılı olamayacaklarını biliyorlardı.
Bu nedenle, sürekli olarak Atatürk ile İnönü arasına nifak sokmaya ve uydurdukları yalan senaryoları bu iki dostun arasına yerleştirmeye çalıştılar. Zaman zaman başarılı olmadılar da değil. Ama sonuçta, yaptıkları şeytanca planlar ve bütün melun çabalar boşa çıktı. Çünkü onlar bütün yaşamları boyunca birbirlerinin en yakı dost ve arkadaşı idiler. Aralarındaki bağları koparmaya hiç kimselerin güçleri yetmedi.
Bu menfur insanlar, Atatürk ile İnönü’nün arasını açmayı başaramadılar ama, uydurdukları yalan dolanla bazı Atatürk severlerin İnönü’den nefret etmesini sağladılar. Bu saf insanlar gerçeği sorgulama gereği duymadan, bu hainlerin peşlerine takılarak, onların dümen sularına girdiler ve onlarla beraber İnönü düşmanı kesildiler. Öylesine etkin yalanlar üretiliyor ki; bir Atatürkçü olarak bunlara ben bile inanabilirdim. Allah’a şükürler olsun ki aklımı ve muhakememi kullanarak gerçeği bulabildim.
İnönü düşmanlığının oluşmasında ve gelişmesinde cumhuriyet düşmanları kadar, Atatürk ve İnönü’nün çevresindeki bazı kişilerin de büyük payı olmuştur. Bunun nedeni Atatürk’ün İnönü’ye duyduğu yakınlığın ve ona duyduğu aşırı güvenle en önemli görevleri ona vermiş olmasıdır. Bu durum, İnönü’den daha kıdemli olan ve arkadaşlıkları İnönü’den daha öncesine dayanan bazı kişilerin bazen açıktan tepki göstererek, bazen de suskun kalarak Atatürk’ün bu eylemlerine karşı çıkılmasına ve İnönü’ye hasmane duygular beslenmesine neden olmuştur.
İlk tepkiler, daha kıdemliler varken Genelkurmay Başkanlığı’nın ve onun arkasından da Batı Cephesi Komutanlığı’nın İsmet Paşa’ya verilmesi sırasında görülmüştür. Lozan Konferansı Murahhas Heyeti Başkanlığı, Başvekillik görevlerine getirilmesinde de aynı şeyler yaşanmıştır. Ancak Atatürk gösterilen tepkileri dikkate almadan kafasının emrettiği şeyi yerine getirmekten geri kalmamıştır. Çünkü İsmet İnönü’ye duyduğu güveni başka hiç kimseye duyamamıştır.
Büyük Atatürk’ün İnönü’ye gösterdiği her lütfu ve her görev verişi, İnönü’ye karşı yeni düşmanlıkların uyanmasına neden olmuştur. Düşünün bir kere; Atatürk, İnönü’ye tam altı defa başbakanlık önermiş ve o da her defasında itiraz etmeden kabul etmiştir. Bunların her biri İnönü için yeni kıskançlıkların ve kırgınlıkların yaratılmasına neden olmuştur. Ne yazık ki son tertipler nedeniyle iki büyük insan, iki yakın dost Atatürk’ün ölüm günlerinde görüşme imkanı bulamamışlardır.
Atatürk ile İnönü arasındaki son mektuplar şöyledir. İnönü, Atatürk’e yazdığı mektubunda “Paşam sizi çok özledim” mealinde bir mektup gönderiyor ve kendini görebilmesi için izin istiyor. Atatürk’ün yanıtı ise şöyledir: “İsmet, beni özlediğini yazıyorsun. Ya ben seni… Bu mektubu haremimde yazıyorum ve şu anda ağlıyorum” Durumun takdirini okuyanlara bırakıyorum.   
Ölümünden kırk yıl sonra bile bazı kötü siyasetçiler İnönü düşmanlığını kendilerine sermaye yapmış bulunuyorlar. 1960 İhtilalini onun yaptırdığını, Menderes ve arkadaşlarını onun astırdığını söyleyecek kadar insafsızlık etmekteler. Oysa bu insanların asılmamaları için İnönü’nün Cemal Gürsel’e yazdığı mektubu okusalar gerçeğin bu olmadığını anlayacaklar. Aslında bu mektupta yazılanları bilmiyor değiller. Amaçları konuyu istismar ederek, insanları uydurdukları yalanlarla aldatmak ve yarattıkları mağdur edebiyatı ile partilerine oy toplamaktır. Bunun insanlık dışı bir eylem ve insanlık adına büyük bir ayıp olduğunu, yaraları kaşıyarak ve kanatarak siyasi başarı kazanmaya çalışmanın dürüstlük olmadığını düşünüyorum. Bugün bunun bilincinde olmayanlarım bir gün bu bilince varacaklarını umut ediyorum.
Son zamanlardan Atatürk’ün ölümüyle ilgili dedikodular yapılmakta ve eceliyle ölmediği ve zehirlenerek öldürüldüğü iddiasında bulunmakta ve Atatürk’ü tedavi eden doktorlar suçlanmaktadır. İddia Atatürk’ün civalı iğneler yapılarak öldürüldüğüdür. Bu konuda kitaplar bile yayınlanmış bulunuyor. Bir hekim olarak bu konuyla ilgili olarak edindiğim bilgileri paylaşmayı görev sayıyorum. Atatürk’ü tedavi eden hekimler o dönemin hekimleridir. Atatürk tedavisi için yurt dışına gönderilmeyi reddetmiş, kendisini Türk hekimlerine emanet etmiş, onlarda bu görevi bütün çabalarını göstererek yerine getirmişlerdir. Karnında toplanan ve soluma zorluğu yaratann suların boşaltılması için “Cıvalı diüretik” yapılması zorunda kalınmış, bu şekilde sonuç alınamadığında ise parasentez yapılması, yani iğne ile boşaltılması cihetine gidilmiştir. O yıllarda bu çeşit hastalar için bütün dünya bu ilaçları kullanmaktaydı ve başka bir alternatifi yoktu.
Tedavinin bütün ayrıntıları Marmara Üniversitesi arşivlerindedir. Ablası Makbule Hanım ve yaveri Nuri Soyak yanından hiç ayrılmamışlardır.
Bu konunun sonunda İnönü ile ilişkilendirilmeye çalışılacağından endişe ediyorum. Çünkü ülkemizin huzur ortamını bulandırmak için İnönü düşmanlarının, ölümünden kırk yıl geçmesine rağmen her türlü çabanın  gösterilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Zira bu düşmanlıklar İnönü’nün şahsı ile ilgili olmayıp Laik Demokratik Cumhuriyetimizin hayatiyeti ile ilgilidir. Eğer aksi olsaydı İnönü’nün ölümü ile birlikte sona erdirilmiş olurdu.    
BENDEKİ İNÖNÜ SEVGİSİNİN KAYNAĞI
Sahip olduğum İnönü hayranlığımın, sevgimin ve saygımın hiçbir maddi çıkarla ilgisi bulunmamaktadır. Onu savunuyorum, çünkü hakkında uydurulan yalanlar, atılan iftiralar ve yapılan saldırılarla çok büyük haksızlığa uğradığını düşünüyorum. 70 yıl önce sırtımı sıvazlayıp yanağımı okşamasının, 60 yıl önce evlerinde içtiğim bir fincan kahvenin hatırını sayıyorum. Bu millete ve bu ülkeye vermiş olduğu büyük hizmetlere nankörlük edenlere karşı bu büyük insanı savunmaya çalışıyorum. Kendim için kaçınılmaz bir görev saydığım bu eylemi ölünceye kadar sürdüreceğim. 
NUR İÇİNDE YAT BÜYÜK İNÖNÜ
Büyük İnönü, ölümünün kırkıcı yıldönümünde bunların konuşulmasını istemezdim. Ama ne yazık ki, ülkemizin insan yapısı değişe değişe bu günlere gelindi. Ülkemizde; Cumhuriyetimize ihanet eden, milli değerlerimize sahip çıkamayan, sadece kişisel ve siyasal çıkarları için çalışan, geçmişteki büyüklerimize gereken saygıyı göstermeyen, geleceğini değil sadece gününü gün etmeye bakan birtakım insanların egemen olduğu bir toplum yapısı oluşmaktadır.
Ama müsterih olun değerli büyüğüm; Büyük Atatürk ve sizin yetiştirdiğiniz Cumhuriyet kuşağı görevinin başındadır. Bilinçli, azimli ve kararlı olarak yoluna devam etmektedir. Kendilerine emanet bıraktığınız ilkeleri koruyacak güçte olup, karşısındaki niteliksiz çoğunluğa bir gün mutlaka üstün gelecektir.
Huzur içinde yat büyük İnönü !... Ruhun şad, mekanın cennet olsun !...
Huzurunda en derin saygılarla eğiliyor ve hiç unutulmayacak değerli adınla övünüyorum. 

www.sadikozen.com (FİKİR PLATFORMU)      

Yayın Tarihi
24.12.2013
Bu makale 7680 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!