Ksenophon, Anabasis, Onbinlerin Dönüşü palavraları

Trabzon’un kuruluş tarihi ile ilgili olarak ‘köken belge’ kabul edilen eser (!), Ksenophon’un (430-355) “Anabasis-On binlerin Ricatı” adlı yapıtı oluyor.

Sözkonusu bu eser; o dönemde tüm Anadolu’ya hakim olan ‘Pers İmparatorluğu’nun Batı Anadolu kuvvetlerinin komutanı; Kapadokya, Frygya, Lydya, İyonya satraplıklarının (eyaletlerinin) idaresi kendisinde olan Kyros (Kuraş/Keyhüsrev)’ın; babası II.Darius’un ölümünden sonra tahta çıkan kardeşi II. Atrakserkes’e karşı ‘tahta çıkmak için ordu toplamasını, MÖ 401’de Manisa’nın Salihli ilçesinin batısındaki antik Sardes kentinden doğuya doğru yola çıkıp, Anadolu platosunu aşmasını, Külek boğazından Kilikya’ya inip, yola çıkarken topladığı yerli halktan 100.000 kişiyle, ‘Yunanlı  13.000 paralı hoblit (mızraklı, kalkanlı ağır piyade) askere, İspartalı’lar’ın da gönderdiği 700 ağır silahlı askeri de kattıktan sonra Kuzey Suriye üzerinden Mezopotamya’da; bugün ki Bağdat yakınlarındaki Babil’in birkaç mil doğusundaki Konaksa/Kunaksa’da, kardeşinin 1.200.000 askerli, iki yüz oraklı araba ve de 6000 de süvarili Pers imparatorluk ordusuyla”, savaşıp yenilmesini; yani Pers İmparatorluğu yöneticisi ‘iki kardeşinyaptığı taht kavgasını ve Kyros’un küçük ordusunun savaşı kaybedip yenilmesinden, kendisinin de öldürülmesinden sonra -koca imparatorluk karşısında neredeyse hiç ölüm vermeden- ayakta kalan ‘Onbin kadar Yunanlı askerin’, ülkelerine dönmek için geldikleri yolu değil de Doğu Anadolu’yu Karadeniz’e doğru güney-kuzey istikametinde geçtikten sonra Trabzon’a (Trabzon denilen yere) varmalarını (ve sonrasını) anlatıyor.

Bu ‘öykü’, ‘yürüyüşü’ gerçekleştirenlere ‘Yunanlı’ demesiyle, ‘Güncel Yunanlılara’ atıfta bulunup; “Trabzon’un M.Ö.756 yılında  İyonyalı Miletliler/Yunanlılar tarafından kurulduğu” iddialarına zemin hazırlamasına paralel olarak; bu ‘ülkenin sahipleri Müslümanları, kendi ülkelerinde ‘kiracı’; Anadolu ile hiçbir ilgisi bulunmayan bugünkü Yunanlıları, hatta Ermenileri de ‘ev sahibi’ gibi gösteriyor. Ayrıca da tıpkı bugünkü İran’ın ‘kötü’ gösterilmesi benzeri, o günlerin İran’ı olan Persler de ‘kötü olan’ olarak gösteriliyor…

***

Uygarlığın Tarihi (1999)” isimli eserimde; tarihte ‘Eski Yunan’ diye bir ulus yaşamadığını, ‘Eski Yunan’ denilen insanların, Yunan anakarasından Ege Bölgemize göç ettikleri iddia edilendahası, bu göç dönemi öncesinde Kuzeyden Yunanistan’a göç yaptıkları da ileri sürülen- Akalar, İyonyalılar, Dorlar denilen safsatalarla ilgisi olmadığını; ‘İyonyalı Miletli/Yunanlı’ denilen insanların da, bizatihi ‘kökeni Ortadoğu’da/Mekke’de bulunan Anadolu insanları olduğunu,  aksi iddiaların, ‘Avrupamerkezci Sahte Tarih Modeli’ yazıcılarının ‘uydurması’; ‘bugünkü Yunanlıların Hıristiyanlaştırılmış İslavlar’ olduğunu yazdığım için, Anabasis’teki ‘Yunanlılar denilenlerin, bu uydurmalar olduğunu tekrar izah edecek değilim. Yazı konum; “Onbinler’in, Kunaksa/Babil-Trabzon arası dönüş yürüyüşü”nün palavra öyküsüolacak; ‘ders almak isteMeyenler’ için de… 

Makalemi okurken okuyucunun ‘hiç unutmaması’ gereken husus ise metin  içerisinde geçecek ‘Yunanlılar’ tanımlamasının,  Bugünkü Yunanlılar’ ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını bilmesi olacaktır; tekraren uyarıyoruz, imdi…

***

Kunaksa’da Pers İmparatorluk ordusuna karşı ‘yenilen Pers ordusu’ içerisinde olmalarına rağmen ‘kendi başlarına savaştıkları’ ileri sürülen ‘Yunanlılar’ın, karşılarına çıkan askeri birlikleri yenilgiye uğratıp kaçırtması, düşmanı kovalamaktan döndüklerinde de Kyros’u ölü, kendilerinden geride kalanları da dağılmış olarak bulmaları sonrası; daha ‘dönüş yürüyüş’ başlamadan İranlılar/Persler kötüleniyor; kavgaya son verirmiş gibi yapan Perslerin, anlaşmaya gelen ‘Yunanlı komutanları öldürdükleri iddiası amaçlanandan biri olurken,  ortaya çıkartılan bu ‘Sahte kahramanlık’ öyküsünün bu anına kadar ortalıkta hiç olmayan Ksenophon’un, ilk ortaya çıkmasının bu nokta olması; yani komutayı ele alabilmesi için ‘Yunanlı komutanların Perslerce öldürülmesinin gerekmesi!!’, amaçlanan bir diğer nokta oluyordu.

Sardes’ten Kunaksa’ya kadar yapılan ‘yürüyüşte’ hiç adı sanı duyulmayan Ksenophon, ‘senaryo gereği’ komutanlarının öldürülmesi gerekip, komutan olunca; önderliğindeki ‘Yunanlılar’ın, Kunaksa’dan Karadeniz’e varıncaya değin Doğu Anadolu ovalarında ve yaylalarında bin kilometreden fazla da yapılacak ‘zorlu yürüyüşü’ başlatmasına paralel olarak; kendilerine saldıranlarla savaşmalarını, yağmalar da yapmalarını, soğuk kış şartlarında yanlarındaki hayvanlarla dağlar da aşmalarının yanında, yanlarında fahişeler de dolaştırmalarını başlatmış oluyor da Anabasis/Ksenophon üzerinden “Trabzon’a/Doğu Karadeniz Bölgemize tarih yazanların’ hiç birinin; Kunaksa’daki çok büyük ordu karşısındaki mağlubiyetten sonra ‘Yunanlılarınnasıl hâlâ 10.000 kişi kadar kalabildiklerini, askeri komutanlarından yoksun, kendi topraklarından da çok uzakta, hem de düşman topraklarının içerisinde yaşandığı söylenilen ‘saçmalıkları’ neden hiç sorgulamadıklarını bir tarafa bırakıyor; Yunanlı’ denilenlerin karşılarında ‘birdenbire komutan Ksenophon’ olarak buldukları şahsı neden dinleyip de geldikleri yoldan değil de, tamamen ters yönde, üstelik de düşman Persler içerisinden, nice dağları da nasıl aşarak kuzeye, Karadeniz sahiline, hem de bundan yaklaşık 2400 küsur yıl önce, nasıl da ulaşabildiklerini de neden hiç sorgulamadıklarını, ileri sürülen herşeyi kabul edip ‘yürüyüş yolunu’ bulma çabalarını da tabii ki ‘izah edilebilir’ olmuyor.

Bugünedeğin sadece Bendeniz, ‘Onbinleri’ sorguluyorsam, bu ‘çok akıllı’ olduğumdan değil, ‘farkındalık yaşadığımdan’ oluyor;  Akletmeyi sevdiğim’,  duyduğum her habere “LA” dediğim için bunu yapıyorum…

***

Kunaksa’dan, Fırat’tan da sonra varsayalım ki kuzeye doğru çıkıp Dicle’yi de geçtiler de; peki de bu geçiş nerede yapıldı (?), bilen kimse var mı, yok, Ksenophon’un da bir şey bildirdiği de zaten yok; ‘Onbinlerin yürüyüşü masalı’nın savunucularından Seten Lloyd; “..Yunanlılar, bugün tek başına gezen bir gezginin bile üstesinden gelemeyeceği kadar güçlüklerle dolu bir nehrin doğu yakasını izleyerek, Anadolu sınırlarında bir kez daha öykümüze giriyorlar.” diyor da (1), okudunuz, Llyod bile bugün bile yapılamayacak seyahat demesine rağmen, ‘Yunanlı dediklerini’ kaldırıp havadan (!) sınırımıza koyuyor! Çünkü, “Trabzon’un kurucusunun ‘Yunanlılar’ olabilmesi için” bu ‘yürüyüşünmutlaka yaptırılması gerekiyor!

Fakat sorun şu ki, 2400 küsur yıl sonra bugün bile, bir gezginin yapamayacağı böyle bir yürüyüşü; yaklaşık 10.000 kişiye, tüm Anadolu’yu kuzey-güney şeklinde çok zor bir güzergahtan geçirten iddiaları da, ‘normal aklın’ kabul etmeyeceği tespitinin de yapılması gerekiyor; bu, ‘Seni de sigaya çekecek Molla Kasım bulunur’ rolümüz, söylenmesi gerekiyor…

***

Yürüyüş sırasında Kardukhlar denilen insanların ülkesinden geçiliyor deniliyor ama, geçilen toprakların Kardukhlar’ın değil Pers hakimiyetindeki topraklar olduğu söylenilmiyor; sözedilen sadece, nasıl oluyorsa ‘hükmeden imparatorluğa itaat etmedikleri’nin iddia edilmesi oluyor! Zaten aksi ileri sürülse, ‘Yunanlı’ denilenlerin orada, o insanlarca hemen derdest edilmeleri gerekir; ama bunun olmaması, ‘yürüyüşün’ sürdürülebilmesi için Kardukhlular’a, ‘düşmana asi oldukları’ gömleği giydiriliyor!

Onbinler’ durmaksızın dağ bayır kuzeye doğru gidiyor ama, nereden, nasıl, nereye vararak gidildiğine dair de en küçük bir bilgi yok, sadece gidiliyor deniyor, siz de buna inanacaksınız (!),  ‘akletmek’ olmadığı için de itiraz hakkı bile kullanılmıyor! Adına “Onbinlerin Yürüyüşü” denilmiş ama, hadise, bir delinin kuyuya taş atması, akıllıların da onu çıkartmaya çalışmaları benzeri; yoksa, orası burası şurası tanımlamaları size bilgi vermiyor! Araya bir de “Ermeni ordusu” yalanı sıkıştırılıyor, yiyecek kimse hep bulunabiliyor, biz  bu ‘hapı’ da yutamayacağımızdan, diyoruz ki; varsayalım ki geçmişte Van bölgesi yöresine “Armaniya” deniliyor, bu durum bir ırkın değil, bir coğrafyanın adı oluyor; yoksa Ksenophon’un yaşadığı dönemde Ermeniler vardı demek, cahiliyetin bile ötesinde oluyor. Her devir döneminde Fundemantalist olan ‘Batılı Beyaz Adam’ın, coğrafi bölge isimlerinden ırk-millet üretmesi” yalanını kimsenin artık yutmaması, yutmuş olanların da  kusmaları mutlaka gerekiyor. Persler içerisinde ‘Ermeni ordusu’ icadını Ksenophon’a atfen yazan Seteon Lylod; “Türkiye’nin Tarihi” isimli eserinde, “İran’ın batısındaki Behistun’da bulunan Babil dilinde yazılmış metinde bu ülkenin adı, eski ‘Urartu’ adıyla anılırken, Eski pers ve Elam dilinde yazılmış olan metinde ‘Armenia’ olarak anılır.” diyor ki (2), bu ifade de, bir ırktan değil, bir ‘ülke’den sözedildiğini zaten ortaya koyuyor. Bu noktada Ksenophan’a, -Peki de Perslere tabii disiplinli, güçlü Ermeni ordusu neden ‘Yunanlılara’ saldırmıyor (?) diye soramıyoruz, sorumuz bugünlere; ‘Sahte Tarih Modeliortak paydasında birleştiklerinden olabilir mi! Sahi siz ne dersiniz!.

Böyle başa/öyküye böyle tarak/cevap, ‘doğru olan şık’ zaten bu oluyor.

Ksenophon’lu ‘Yunanlılar’ tıpkı Kunaksa savaşında olduğu gibi yine büyük kayıplar vermeden dağlarda karşılaştıkları düşman ordusunu kaçırtıyor; 1.000.000 kişilik ‘Pers imparatorluk ordusu’ içinden bile neredeyse hiç ölmeden çıktılar, bir satraplığın ordusuna yenilecek değiller ya ‘sahte de olsa kahraman olabilmeleri için’, sağ salim Karadeniz’e, Trabzon’a doğru yürüyüşlerini sürdürmeleri gerekiyor! Bu yapılırken de, Anadolu’muzun Van bölgesi topraklarının, ‘Ermenilerin toprakları’ olduğu ‘farkındalık yaşayamayanbeyinlere zerk edilip yürüyüş sürdürülüyor, fakat…

***

Yıl 2000, aylardan da Haziran’dı; ‘İnsan Genomu Projesi’nin sonuçları, ABD Başkanı Clinton ve İngiltere Başbakanı Blair tarafından bütün dünyaya açıklanıp, ‘ırk geni yok’ deniliyor ama, Ksenophon 2400 yıl önceden yazarken (!) bunu nereden bilecek, günümüz Türkçüleri, Kürtçüleri, Yunanlıları vb.. pek çok anasır gibi, Ermeni milleti de ‘icad’ edilmiş, ama bunun tarihi Ksenophon’un yaşadığı dönem değil, ‘Sahte Tarih Modeli’nin üretildiği 19’uncu yüzyıl oluyor. Bu sebeple, Ben şahsen, Anabasis/Ksenophon eserinin MÖ 400 civarında değil, 19’uncu yüzyıl döneminde yazılmış olduğunu düşünmüyorum, ki, bu düşüncem ‘Onbinlerin dönüşü’ iddiasından çok daha tutarlı bir tespit oluyor. “Yalan Söyleyen (Sahte) Tarihsel Model”, insanlığı ‘ırklara bölmesini’ 1800’lü yıllarda yaptı, zaten MÖ 401’de Hıristiyanlık daha doğmamıştı ki Ksenophon’un Ermeni dediği anasır da doğmuş olsun; zaten geçmişte milletler, ‘dini inancalarına göre’ sınıflanıyordu. Ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, bu sebeple; “..ortaçağın Batı dünyası insanlığı ırka değil, dine göre sınıflandırmıştı. Mağribi Müslüman İspanya, ortaçağ Hıristiyanlarının gözünde –kara- bir uygarlıktı...Atalarımız…ayrımı Hıristiyanlar ve putperestler arasında yaparlardı; itiraf etmemiz gerekir ki onların ayrımı gerek ahlaki gerekse entelektüel açıdan bizimkinden daha iyiydi, çünkü bir insanın dini o insanın hayatında derisinin renginden çok daha önemli ve anlamlı bir etmendir...On sekizinci yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğu’nda yayılmaya başlayan Batı Milliyetçiliği virüsüne ilk yakalananlar Rumlar oldu…Yunan milliyetçiliğinin bu ilk patlaması sadece Türk milliyetçiliğinin ilk kıvılcımını tutuşturmakla kalmadı; Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Yunanlı-olmayan uyruklar üzerinde de aynı etkiyi yarattı.” diyordu ki  (3), Yunan, Ermeni, Bulgar, Gürcü vb.. milletlerinin nasıl doğduğunu, haliyle Türklerin ve Türkçülüğün nasıl ‘yokedici’ olduğunu ve Ksenophon tarihinden önce bölgemizde Türkler vardı şeklindeki hurafelerin de  kimin işine yaradığını da gösteriyor…    

***

Sözde yürüyüş’te, Kentrites denilen ile özdeşleştirilmesiyle Botan Çayı geride bırakıldıktan sonra, nedense bir süre köy bile görülmüyor, Siirt ile ‘özdeşleştirilen’ yerde gereksinimler karşılanıyor; Perslerin başşehirleri Sus/Susa neredeyse hemen yakınlarda, biraz güneydoğuda ama, rahatça geçip gitmeleri için, Pers askerlerisenaryoya’ hiç konulmuyor; hem zaten Ksenophon, ‘Yunanlılara’ kimseyi saldırtmıyor (!); Karadeniz’e sağ salim inmeleri için de Pers askerlerini kalemini kırmış (!) bulunuyor! ‘Yunanlılar’ın Siirt’ten sonra izledikleri yol için ‘çok tartışmalıdır” deniyor ama, sanki öncesi kesin biliniyor; Ksenophon, adını Siirt koymamış ama yorumcularımız Siirt deyip isim babalığı yapmayı sürdürüyor; kimi ‘Onbinciler’, Van Gölü’nün varlığından ‘habersiz’ Bitlis’ten geçip Nemrud Dağı’nın batısında Malazgirt ve Patnos’a doğru yüründüğü yönünde görüş belirtirlerken, kimileri de daha başka yol öneriyor, ‘Yunanlıları’; Ksenophon’un ‘Teloboas’ dediği, özdeşleştirilmesiyle Muş ilimiz yakınında olduğu kabul edilen nehri geçmek üzere, kuzeybatıya gönderiyor!

Ksenophon’un Ermeni sevgisi (!) süreli olmadığı, süresiz olduğu için ‘Yunanlı denilenler, Muş olmasa da yakıştırma/özdeşleştirme ile Muş yapılan yerde satrap Tribozas’un komutasında Ermeni birlikleriyle bir kez daha karşılaşıyor deniliyor. O dönemde tüm Anadolu’nun ve Yunan anakarasının da hakimi olan Persler ne kadar aptallarmış ki (!) satraplığı ‘Pers olmayan birine  veriyor; Ermeni satrap, nasıl bir Pers satrapıysa, ‘Pers düşmanı olan Yunanlılara’ sesini çıkarmayıp, geçip gitmelerine göz yumuyor! Karadeniz bölgemizi ‘Yunanlılara’ veren Anabasis/Ksenophon,  Yunanlı dediklerini düşman ‘Pers ülkesi’ içinden sağ salim nasıl geçirtip Trabzon’a doğru göndermssi mucizesi bir tarafa, Doğu Anadolu Bölgemizin ‘Ermeni toprakları olduğu’ iddiasını da, hiç eksik etmiyor, sıkça çıkartıyor! Kuzeye doğru yürüyüşlerini dur(durul)maksızın sürdür(tül)en ‘Yunanlılar’a, ‘Muş-Bitlis Dağları’ denilen sıradağların da aşırtılması gerekiyor (!); Ksenophon’un dediğine göre de, karlara batarak, soğuktan da buz keserek, aç bilaç, çok da acı çekerek, ama nasıl oluyorsa da yine önemli denilebilecek kayıplar vermeden, acılarını biraz hafifletebilecekleri bir vadiye indirilmeleri de sağlanıyor! -O vadi neresidir diye sormanıza gerek yok; “Biz’den başka kimse de -Onbinlerin ricatı/Anabasis baştan aşağı yalanla yürü(tülü)yor demiyor, sözedilen ovaya Hınıs yakıştırması yapılması ‘yutmak isteyene’ yetiyor! Burada da ‘Ermeni aşkı’ yine depreşiyor; ötekilerden daha dostça davrandığı söylenilen bir grup Ermeni köyünde, ‘Yunanlıların konaklamasını’ anlatıyor; köyün ‘iyi niyetli reis’inden, askerlerin de geceyi ‘büyük bolluk içinde’ geçirmelerinden sözetmesi, 19’uncu yüzyıl ‘kardeşliği keyfi oluyor! Ermeni köylülerimiz ‘çok misafirperverler ve de zengin köylüler”, Ksenophan’lara tay’lar armağan ediliyor, ama atların İran/Pers atlarından –dolayısıyla İranlılardan- çok daha iyi olduğu vurgusu yapılırken, ‘okuyucunun’ bir kez daha ‘kötü İranlılara/Perslere antipatisi’ bilinçaltına sokuluyor! Dondurucu kış şartlarında yanlarındaki hayvanlar da olsun -Nasıl böyle bir yürüyüşe katlanıyorlar (?) diye sormayınız, bu hapı da ‘yutunuz!!!,’ reis’in, atların ayaklarına küçük torba bağlanılması istekleri, ‘Ermeni aklı olarak Yunanlılara verilse de, o şartlarda böyle bir yürüyüşün gerçekleştiğine, rüyada bile görseniz inanmamanız gerekiyor.

Gelinen ova ile Hınıs özdeşleştirildi’ ya kuzeye giden yol ‘Yunanlıları’, bugünkü Erzurum-Horasan hattı üzerinde, yine özdeşleştirme ile ‘üretilen’ bir nehre; Arakses/Aras Nehri denilerek aşmaları gereken bir noktaya ‘getiriyor’, sorun buradan aşılınca da ‘sözde yürüyüşün’ devamı da sürdürülüyor; Ksenophon’un nehri ‘Phasis’, Karadeniz’e dökülen Kolkhis Phasis oluyor (!); inanacak olanın zihnine, hurafeler istenildiği gibi sokuluyor!

Bu noktadan Trabzon’a varmak isteyen ‘günümüz gezgini’ bile, batı yönünde gidip Erzururum’a,  sonrasında da Kop Dağı ve Ziganı Dağı geçitlerini geçip Trabzon’a varabilir ama Kop Geçidi öncesi Aşkale’de Karasu’nun/Fırat kaynaklarından çıkan ırmakları ve Bayburt’ta da Çoruh Nehri geçilmesi gerekmesi hâli, batıya doğru bir yay çizmeyi gerektirdiğinden, kimileri Yunanlı’ denilenlere denizi, “Trabzon ile Batum arasında” gösteriyor. Kimileri de, Erzurum’un batısından bir yol çıkartıp, İspir-İkizdere yolundan Karadeniz’e, ama Trabzon’a değil, Rize’ye indirtiyor! Her iki hâlde de Karadeniz’e inilse de Trabzon’a iniş gerçekleşmiyor, zaten Rize dışında da ‘mikromilliyetçilik’ bulunuyor; Ksenophon’un ‘Thakes!’ dediği sıradağlar, aranıp taranıp Trabzon civarında bulunuyor!.

Trabzon’a inilmeden henüz, önce uğranılması gereken zengin ve kalabalık bir şehir, Gymnias var; Doğu-Güneydoğu Anadolu'yu boydan boya geçen ‘Onbinler'in rastladığı ilk/tek şehir de zaten bu, başka bildirilen de hiç olmuyor; ‘Ksenophon dolması  yutanlar’dan kimi onu Bayburt yaparken (!), kimi Türkçümüz de kuzeyindeki Aydıntepe olarak sayıklıyor ()!.

Farkındalık yaşayamayan kafalar,  Ksenophon’un anlattıklannı hem doğru kabul ediyor, hem de kabul etmediği olup, kafaya göre farklı güzergah da çizilebiliyor. Kolkhları Trabzon çevresinde vermesi eleştiriliyor ama Kolkhis olarak Batum bölgesi öngörüldüğünü de zaten biliyor da, boşişlerle uğraşıp insanını, tarihini de o kadar çok yanıltan, değerlerine de zarar veren o kadar insan var ki, ‘Yunanlı’ askerlerin, “Deniz, Deniz!” bağırdıkları ifade edilen Dağ/Thakes, Trabzon uzak güney sırtları denilebilecek bir tepe olarak icat ediliyor (!), yapılan bu üretime, ‘Yunanlı’ denilenlerin bulmalarından daha fazla seviniliyor! Sanki ‘deli bal’ sadece Trabzon havalisinde bulunurmuş gibi ‘fasıl bal’ da yapılıyor (!), sonrasında ‘Onbinler’ denilenleri; “Yunan kenti (!) Trabzon’da yaşadıklarını oyunlarla kutlarlarken” buluyoruz!

Kutlamalar bitince Trabzon'daki ‘Yunanlılar’dan (!) elli kürekli bir gemi alınıyor, ülkelerine gideceklerine, Karadeniz’de korsanlık yapılıyor, rastlanılan gemilere, mallarına da el konuluyor, kaldıkları 30 gün boyunca yağmalanmadık yer artık bulamayınca da, yine geldikleri yöne, geriye/güneye dönüp  Torul/Gümüşhane bölgesinde de yağmalam ve çatışma  sürdürülüyor; geçtikleri her yerde yağmalanmamış yer bırakmayan bu ‘barbarlar’, Torul dönüşü kimi gemilerle denizden, kalanları da karadan ülkelerine ulaşmak için Trabzon’dan ‘defolup’ da gidiyor!

Biz bu ‘sahte yürüyüşün’ Trabzon sonrası safhasına, -konumuz Trabzon- olduğu için girmiyor, bu noktada sadece kısa bir değerlendirme yapmak istiyor, diyoruz ki : Yalan Söyleyen Tarih’in “Onbinlerin dönüşü yalanı Trabzon’a indirilmekle”, zaten amacına ulaşıyor; “Trabzon’un Yunan kenti olduğu; Yunanlı Miletliler’in MÖ 756’da kurduğu” safsatası,Anabasis/Kenophon” hurafeleri üzerinden de zihinlere yerleştiriliyor. ‘Sahte Tarih Modeli’, Fenikeliler’denAlfabelerini çaldığı’ gibi,Anabasis/Ksenophon’ iddialarıyla da  Trabzon’u Fenikelilerin kurduğu gerçeği de Fenikeliler’den çalınıyor

***

Dahası da şu oluyor: Trabzon için ‘ilk yazılı belge’ denilen Anabasis/Ksenophon üzerinden ileri sürülenler; sadece bir ‘yiğitlik ve kahramanlık destanı değil’, o dönemin en büyük imparatorluğu Perslere karşı ‘Perslerin topraklarının merkezinden’ eller kollar sallanarak, kafa da tutularak, neredeyse hiçbir zayiat da vermeden ülkelerine geçip giden ‘Yunanlıların (!), geçit vermez Doğu - Müslüman Doğu’ imgesini yıkmış olmaları da demek oluyor. Şemsettin Günaltay’ın; “…bir avuç Yunanlının bu muazzam devletin merkezi çevresinde büyük İran ordusunu yarıp geçerek kurtulması, sonra da…Pers devletine ait topraklar ortasından pervasızca geçerek büyük bir zayiat vermeksizin Pontos sahiline girebilmesi muazzam (Pers) imparatorluğun kofluğunu açık bir surette meydana koymuş, bu köklü kanaati silip süpürmüştü…Çünkü bir düşman (Yunan) ordusunun hiçbir suretle izaç edilmeden üç dört satraplıktan geçebilmesi, sınır bölgelerindeki tahkimli kaleleri hiçe sayması, ancak umumi bir ihtilal karşısında mümkün olabilirdi.” anlatımı da (4), sözettiğim oluyor. Marc Van De Mieroop’un, “Antik Yakındoğu’nun Tarihi” isimli eserinde yer alan; “Yunan yazar Ksenophon paralı askerlerin komutanıydı ve… paralı askerlerin önemi abartılmıştır ve Yunanlıların Persleri Kserkes’ten sonra dekadan (-düşkünleşmiş) bir toplum olarak gösterdikleri imgenin bir parçasını oluştururlar. Pers ordusu olduğu gibi kaldığından, bu yorumun olduğu gibi kabul edilmesi doğru olmayacaktır.” ..”açıklaması da (5), Sahte Kahramanlar/Yunanlılar’ sözkonusu olduğunu gösteriyor. Anabasis/Ksenophon’dan gelen safsataların hâlâ da gerçek gibi yazılıp yorumlanması, ‘Sahte Tarih Modeli’ üzerinden kazanılan başarının, ‘teyid öyküsü’ olduğunu da gösteriyor…

***

Belki biraz akledebilenler bulunabilir diye yazmamı sürdürüyorum :

- M.Ö.400’lerde, ‘Bugünkü Yunanlıların atası” olabilecek ‘Yunanlılar’ denilen insanlar bulunmadığı gerçeği, Anabasis/Ksenophon’dan gelen iddiaları yalanlıyor. 

- Onbinler için eser’de, “karmakarışık bir kütle idi, aralarında adalı’lar, Akdeniz halkları, İyonyalılar, hattâ Asyalılar (vb.) vardı..” şeklindeki açıklama ile bazı tercümelerdeki ‘Yunanlılar’ yerine kullanılan Hel(l)en adının; Doğu Akdeniz sahil halkına toptan verilen bir ad; Mısır’lı, Fenike’li, Anadolu’lu bu kavramı oluştururlar, açıklaması da (6), Kyros’un ordusunda ‘Yunanlı olmadığını’ gösteriyor.

- Eserde, 13.000 kişi için, “dört yüz araba”dan sözedildiğine göre, 32 kişiye “bir araba” düşmektedir ki, bu da doğru bir haber olmuyor. Araba­ların at, öküz ve eşeklerle çekilmesinden söz edildiğine göre de, bunların “elli kilo­metrelik” merhaleleri nasıl katettikleri de “akledemeyenler için“ akledilmesi gereken sorun oluyor.

- Kunaksa'dan Trabzon’a yürüyüşlerini izlediğimiz ‘Onbinlerin’,  düz ovada bile günde en fazla 20 - 25 km. yürüyebildikleri görülmesine rağmen, engebeli ve ormanlarla kaplı Karadeniz sahillerinde bu kilometreden “çok fazla” yol almalarının öngörülmesi de tarihte böyle bir yürüyüşün yapılmadığının delili oluyor.

-Eserde, “Onbinlerin geçtiği güzergahta”, onun da neresi olduğu bilinmeyen Gymnias şehri adı dışında Ksenophon üzerinden gelen Trabzon’u gösterecek tek bir adet delil yokken, “Trabzon’u kim nasıl bulabiliyor?”; insanın, –Ey akıl neredesin kimilerine gell.. demesi mi gerekiyor!.  

- 2400 küsur yıl önce, Babil civarından kuzeye doğru yürüyüp, Muş Bitlis Sıradağları, Van Bölgesi volkanik dağlarını ve Karadeniz dağlarını da üstelik de kış şartlarında nasıl aşıp, nasıl da Trabzon bulunabildiği iddiasının da akılla bağdaşabilecek bir izahı bulunmuyor.  Bugünün şartlarında bile öyle bir yürüyüş gerçekleştirilemeyeceği için de ‘Onbinler yürüyüşü’ iddiası kabul edilebilir olmuyor.

- Kabul edilebilir ‘iddiasında’ bulunabilecek olan varsa, bugün/2013’de, aynı ekipmanla (at ve eşek ile taşınacak yük, peşinden gelmelerine bile gerek olmayan düşman Perslerin/İran ülkesi içinden geçilerek), üstelik de bugün o güzergah daha da az ormanlık iken, şöyle de sorarsak; bugünün en büyük gücü denilen “ABD ordusunun 10 bin askeri”,-dünkü Perslerin yerinde olacak- İran’ın içerisinden” geçip giderek başarabilir mi dersiniz! Bu soruyu sorup da ‘conileri korkutmayalım’, amacımız; bu uzun makaleyi okuyan okuyucuya bu noktada biraz tebessüm ettirmek, yoksa safsataya her dem kapalıyız!

- Bundan 2400 küsur yıl önceki Anadolu’nun şartlarında; –Kanuksa’dan Trabzona varıncaya kadar, yani MÖ 401 yılı Kasım’ından MÖ 400 Şubat’ına kadar ki–KIŞ ŞARTLARINDA- yapıldığı ileri sürülen ‘Onbinlerin dönüşü’ yürüyüşü iddiası; ‘iyi bir masal bile’ olmuyor; olsa olsa “yalan” olur, başka bir şey olmuyor; bu ‘sözde yürüyüşü’, “LA” diyerek durduruyoruz!.

Ez cümle: Bu yazımı, Trabzon Ayasofya’sı iddiasındaki ‘sahtekârlıkları’ ortaya koymak için hazırlamakta olduğum eserim için yazıyorum, “Anabasi/Ksenophan palavraları” üzerinden “Trabzon’a/Doğu Karadeniz’e, milletlere ve ülkelere tarih yazanlar” belki ‘Bilgilenmek tercihi’ yaparlar ümidiyle de bitiriyorum fakat, ‘Sağlıklı tercih’ yapmak ‘Er/Bilgili kişi’ işidir, onu da yapacak olanların sayısı bu ülkede çok az, beklentim yok; ‘Tarihe not düşmek’ için yazdığım zaten biliniyor…

Yayın Tarihi
16.08.2013
Bu makale 15910 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Bir tarihçi olarak farkli bir yazi olmus diyebilirim..bazı arkadaşlar yazıyı neresiyle okumuş ki yazarı ırkçılık yapmak vs suçluyor. Yazının ana fikri böyle bir yürüyüş olup olamayacağıdır....Ermeni vardı yoktu meselesi degilki zaten ermeniler o tarihte yoktu.Urartular devlet kurmusken onlardan kimse bahsetmiyor fakat o tarihte devlet kurmamış ermeniler bu bölgenin hakimi oluyor??? Önce siz bakış acinizi gözden geçirin

mert meriç 07.09.2016

Bence gayet iyi bir yazı. Özellikle komedi dalında ödül alması kaçınılmaz. Ermeni ve Rum düşmanlığının getirdiği hazin son. Antalya'nın Kilikya denen Ermeni yurdu olduğunu söylesek çok trajik olur.

İsmail Yücel 15.05.2016

Ben de sayın yazarın tarih bilgisine katılmadığımı belirtmek isterim.Ksenephon ünlü bir yunanlı tarihçidir ve dönemin halklarına ve siyasi olaylarını eserinde yani anabasiste belirtmiştir.Dünya tarihine ve uygarlığına en büyük katkı yapmış Yunan uygarlığını bilmediği açık.Tek yapması gereken 1071 den önceki anadolu tarihini iyice araştırması ve bu topraklarda en uzun ve köklü etki yapmış yunan kültürünü ve etkisiyle oluşmuş batı kültürünün anadoluda etkisini farketmesi.

bora keser 02.04.2016

Yorumunuz küfür içerdiği için yayınlanmamıştır

kadir 11.08.2015

Çok uzun yazamam. Ama tarih bilgisi olan ve bunu yorumlayabilen biri olarak sayın yazarın yazdığı eleştirilerin hiçbirine katılmadığımı belirtmek isterim. 2400 yıl önce adı geçen toplulıkların buralarda olmasından niçin rahatsız olduğunu da anlamış değilim. Bu nasıl bir mantalitedir anlamak mümkün değil.

ayhan aydemir 03.02.2015

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!