Benim, Muazzez İlmiye Çığ ile ‘ilk karşılaşmam’, 2001 yılı Mayıs ayı sonu gibi, ATV
Televizyonu’nda; Cevizkabuğu isimli
programda oldu. Bu onu ‘ilk tanıyışım’
değildi. Kendilerinden ‘ilk haberim
olması’, 1995 yılında B.Ü. Dergisi’nde çıkan röportajı ile oldu.
Açıklamalarında, “Kur’an’ın da yazarı
Sümerler’dir” diyordu. Bunun üzerine sözkonusu dergiye bir fax çekmiş; “iddialarınızı istenilen zeminde tartışmaya
hazırım” demiş, bu ‘meydan okuyum’ bir ulusal gazetede de yayınlanmıştı
ama, bir cevap alamamıştım..
Kendileriyle ‘İlk karşılaşmamız’ın sebebi ise, o gün
ATV’de günboyu, Cevizkabuğu
programının jeneriğinde geçen, “Kur’an’ı
Sümerler mi yazdı” hurafesi oluyordu. Hulki Cevizoğlu’nun o zamanki
asistanına ulaşıp, programa telefon/Trabzon/dan katılmak istediğimi ifade etmem
sonrasında aranıp, ‘canlı yayına’ alınacağım bilgisi veriliyordu.
Yayını sırasında ‘canlı
yayın’a telefon bağlantım yapılmış, ama henüz stüdyoya konuşmaya
başlamadığım için, Muazzez İlmiye Çığ’a
karşı onu yanlışlamak için konuşması
beklenen programın diğer stüdyo konuğu
ilahiyatçı Prof. O.Z.’nin, Muazzez hanıma; -Siz
bilimsel konuşuyorsunuz şeklindeki, dolaylı
olarak, Kur’an’ı bilimden dışlayan zırvası sebebiyle; ‘canlı yayın’ açıklamalarımda önceliği
ona verip, Benden eleştirileri alınca
da, -Sen
mühendissin, ne anlarsın komedisi izliyordum! Muazzez hanıma döndüğümde
ise, o sırada konu, “tarihte ilk yazı
Çivi Yazısıdır” hurafesi olduğu için; “Tarihte
ilk yazı’nın Çivi Yazısı olmadığını”, söyleyince, Hulki Bey, kendilerinin
değil de, Benim bilmediğimi
düşününce, ‘canlı yayında’ telefon
yüzüme kapanıyordu ama, o an konuşmakta olan Muazzez Hanım’ın açıklamalarından Bendenize haksızlık yaptığını
anlayınca, hemen sonraki programına katılıyor, daha sonraları da bu konuyu
aramızda konuşup geçmiştik ama, telefon yüzüme kapanınca da Bendeniz artık, ‘canlı yayın’da’ konuşamıyor; Muazzez hanıma bilgisizliğini söylemeyi ‘elimden
kaçırmış’ bulunuyordum.
“Çivi Çiviyi Söker”
ismindeki kendilerini anlatan söyleşi
kitabı çıkınca; -Ne dinler tarihini, ne de insanlık tarihini hiç bilmediklerini
bizatihi kendilerine söyleme fırsatı buluyor; kendilerinden ise, itiraz
almıyordum. Gerçekten de hiç bilmiyor. Sonraki yıllarda kendisini ekranlarda
görüyordum ama, yüzyüze cevap veremediğim için ilgilenmiyordum. Zaten de, “Uygarlık Tarihi (1999)” ve “Nuh’un Gemisi Cudi’de (2006)” gibi
eserlerim de, onun da “okuyup
yanlışlıklarını düzeltmesi” için ortada bulunuyor. Fakat, kabul etmeliyim
ki de; Muazzez hanımın yanlışlıkları üzerinden ‘üremiş bir cahiliyet/bilgisizlik’ de
yeşermiş bulunuyor.
İşte, bu yazımı yazmamın sebebi de bir ‘son cahiliyet’; kişisel web sitem üzerinden Bana, 04 Temmuz 2013 tarihinde, Ahnet
Aktaş ismiyle, IP nosu Bende
mahfuz kişinin yazdığı akılsızca, hem
de ‘İslam olana’ yapılan saldırıları yanlışlamamın verdiği rahatsızlığı
yansıtan görüşler oluyor..
İmdi, Çığ/giller
cahiliyetine bir kez daha…
***
Muazzez İlmiye Çığ; “Mezopotamya’daki kazılar yapılıncaya kadar,
bütün kültürün Yunan’dan geldiği söyleniyordu. Bugün hala okuyorum, bu
Yunan’dan şu Yunan’dan diye yazıyor…Avrupa’da, Amerika’da da öyle. Hayır, her şey Sümer’e bağlı.” diyordu
(1).
Evet,
insanlık kültürünün temeli, bugünkü
Yunanlılarla da özdeşleştirilen, ‘Eski
Yunan’ denilen insanlarla irtibatlandırılmış;
‘Batılı Beyaz Adam’ tarafından ‘Tarih Modeli’ olarak insanlığa dayatılmış olsa da yanlışlandığı için iflas edince, bu defa bir başka yalan; ‘Uygarlığın kökeninin Sümerler olduğu’ yalanı üretiliyordu.
Samuel Noah Kramer’in, 1956 yılında yayınlanan, ayrıca da, Muazzez İ.Çığ tercümesiyle de çıkan, “Tarih Sümer’de Başlar” isimli yayınına
kadar geniş halk kitleleri, dünya tarihinin “Eski Yunan’la” başladığı masalı
ile uyutuluyordu. Bu iddia yalanlanınca, artık her şey, “Sümer(ler)e” bağlanılıyor.
Muazzez İlmiye Çığ, ayrıca; “Sümerliler
bundan en az 6000 yıl önce Asya’dan göç ederek Güney Irak’a, Dicle ve Fırat
nehirleri arasına gelip yerleşmiş ve orada, izleri zamanımıza ulaşan büyük ve
köklü bir uygarlık kurmuşlardır. Bu uygarlığın
en önemli buluşu dillerine göre bir yazı
icat etmeleridir.” derken (2),
“Onların (Sümerlilerin) kurdukları çok tanrılı din, yavaş yavaş tek tanrıya
dönüşerek bugünkü dinlerin temelini meydana getir(di)..” de diyor (3); Tek Tanrılı dinlerin kaynağının
Sümerler?in çok tanrılı dinleri
olduğu, onların kurdukları çok tanrılı
dinin, yavaş yavaş Tek Tanrı‘ya
dönüşerek bugünkü dinlerin temelini meydana getirdiğini de ileri sürüyordu (4).
***
Peki de, “Yazı da dahil
herşey Sümer’e ve Sümer(ler)e (!) mi bağlı oluyor?” ya da “Onların çok tanrılı dinlerinden, Tek tanrılı
din mi doğmuş oluyor?” ya da şöyle ifade edelim; “Tarih Sümer’de mi başlıyor?”
Haliyle de, tarihin M.Ö.3000’de (!) Sümer(ler)le başladığı, Tek
din inanışının ise Hz.Musa döneminde/M.Ö.1200’de ortaya çıktığı ileri
sürülüyor.
Oysa, M.Ö.3000 tarihi, ‘tarihin
başlaması’ olmuyor, dahası, Aşağı Mezopotamya tarihi bile M.Ö.3000’de başlamıyor; Aşağı
Mezopotamya’da tarihi, M.Ö.5000’lere kadar çıkıyordu. Ayrıca da, tarih;
M.Ö.6000’de yaşanan Sus-Elam/Güneybatı İRAN döneminden de daha geriye; Irak
Zağrosları, Anadolu Yaylaları ve onun da öncesinde Suriye’ye ve de Suriye
öncesinde de Filistin’e uzanıyor. Filistin havzası öncesi ise; insanlığın
İLK ANAYURDU/Ur Heimat olan MEKKE’ye uzanıyor. Mezopotamya’daki ‘Yazı’ için de, sadece Çivi Yazısından sözedilebilir ama; Yazı,
Mezopotomya’dan önceki yaşam dönemi Sus-Elam’da da mevcut bulunuyor; kutsal sözler denilen Hiyeroglif/Mısır yazısı da ‘tarih hırsızlarını’ yalanlıyor; bu
sebeple de, Sümerler(!)in Yazı’yı icat ettikleri iddiası da doğru olMuyor. Diğer taraftan, Sümerler?in “çok tanrılı” din yaşadıkları, dinsel değerlerin Sümer(!)ler
tarafından Sami’lere (Akad, Babil, Fenikeli, Araplar vb.)
aktarıldığı şeklindeki görüşler ile “İlk
Tek Tanrılı dinin Hz.Musa’nın vazettiği Musevilik olduğunu” iddia edenler
de; ‘Kramer/giller’ ve üretimleri ‘Muazzez/giller’ oluyor; yoksa, onların
bu iddiaları da doğru olMuyor.
Muazzez hanımın, - Tarihte ilk tek tanrılı din hangisi(?)
sorusuna verdiği; “- Tek tanrı Mısır’da başlıyor. Firavun Akhneton birdenbire
‘Bir tek Güneş tanrısı var, başka tanrı yok’ diyor…Onun ölümünden sonra tekrar
çok tanrılı dine geçiliyor ve tek tanrıya inananlar öldürülüyor. Musa bu
katliamdan kaçıp İsrailoğullarına sığınıyor. Daha sonra Musa tek tanrılı din
olan Museviliği başlatmıştır biliyorsunuz.” şeklindeki cevabı da (5), din-bilim tarihi bilmediğinin kesin delili oluyor.
Çünkü,
Muazzez İ. Çığ
bilgisizliği de, “Hz.Musa/M.Ö.1200’ler öncesi veya Sümerler/M.Ö.3000-2000
öncesi dönemlerde, ‘Tek Tanrılı Din hiç yaşanmadığı veya uygarlık yoktu” ön kabulü’ yaparak iddiasını ileri
sürüyor. Sümerler(!)den önce “insanlık/din/uygarlık tarihi” hiç yaşanmadığı “ön kabulü” yapılınca da, Kur’an-ı
Kerim’de ismi geçen peygamberlerden Hz.
Adem, Hz.İdris, Hz.Nuh, Hz.Hud ve Hz.Salih aleyhisselamların tarihte hiç yaşamadıkları; yani, Kur’an-ı Kerim’de isimleri bildirilen
peygamberlerden, “ilk insan, ilk peygamber Adem aleyhisselam” ile “dördüncü
Peygamber Salih aleyhisselam” arasında kalan, -Hz.Adem-Şit-Enuş-Kaynan-Mehlail-Yerd-Hz.İdris-Mettuşelah-Lamek-Hz.Nuh arasında kalan dönem ile, hemen
sonrasında yaşanan, Hud aleyhisselam
ve Ad Kavmi, onlardan sonra da yaşanan, Salih
aleyhisselam ve Semud Kavmi dönemine kadar olan TEK TANRILI dönemin ve Kur’an-ı
Kerim’de ismi geçen 14 peygamberin “hiç
yaşanmadığı” varsayılıp,
“Din/İnsanlık tarihi Çok
tanrıcılık/Sümerler” ile başlatılıyor. Oysa, M.Ö.3000 civarı yaşadığı kabul
edilen Sümerler?den önce yaşanmış, 6000-7000 yıllık bir “insanlık, haliyle din tarihi”
sözkonusudur (6). Gerçek tarih-bilimin ortaya koyduğu bu
iken, 6-7 binyıllık bir dönem yoksayılıp, “Herşeyin
kökeni Sümerler?dir” hurafesi ileri sürülebiliyor.
Oysa, ‘Kramer/giller’ ve ‘Muazzez/giller’in,
tarihin M.Ö.3000’de Sümerlerle başladığı CAHİLİYET’lerini;
Konya ilimizin Çumra ilçesine 10 kilometre uzaklıktaki ÇATALHÖYÜK antik kenti bile TEK
BAŞINA YALANLIYOR. Sümerler(!)den
yaklaşık 3500 yıl önce yaşaNmış bu kentte yaşamış olan insanlar; tarım ve
hayvancılıkla uğraşmalarının yanında, ileri bir teknolojiye de sahip
bulunuyordu (7). Çatalhöyük ile birlikte Anadolu’da
ortaya çıkan Çayönü/Diyarbakır
yerleşmeleri gibi “seçkin uygarlık
ürünleri…” de (8), herşeyin
kökeni kabul edilen, Sümer/M.Ö.3000 kentlerinden en az 4000 yıl daha eski yerleşmeler oluyor. Haliyle de, HERŞEY, Sümer’de veya Sümerler(!)le
başlamıyor. Sümer(!)lerin, insanlığa ‘ilk
köken’ olmadıkları bilim gerçeği,
aklıbaşında/bilimsel akıl sahibi her
insanın da gerçeği oluyor…
***
“Herşeyinin kökeninin Sümer olduğu” palavraları terkedildiğinde
cevaplanması gereken soru ise şu
oluyor: İnsanlık medeniyetinin “ilk köken
kaynağı” olduğu iddia edilen Sümer(?) uygarlığından en az 3500-4000 yıl daha
eski olan Anadolu medeniyetleri bu
durumda, “insanlığın ‘ilk/en eski kaynağı’
mı” oluyor?.
Elbette ki hayır..
Anadolu medeniyetleri de tıpkı, Mezopotamya öncesinde İran’ın güneybatısında,
onun da öncesinde Irak Zağrosları’nda ve bu bölgeler öncesinde Suriye ve
Filistin’de doğan daha eski yerleşmeler gibi, “ilk köken kaynak” olMuyor.
Bu durumda, “en eski kültür” neresi(?) sorusu, cevabı
aranacak soru oluyor.
Sözkonusu cahiliyetin de, bu sorunun cevabını;
“insanlığın ‘ilk köken kaynağı’nın”;
Filistin havzası/M.Ö.10-9 binyıl öncesi yaşanan ‘MEKKE yöresi’ olduğu
şeklinde ortaya koyduğum makalelerimi ya da “İnsanlaştırılan Maymunlar Uygarlığın Tarihi/1999” isimli eserimi
okuyup, bilgisizliklerinden kurtulmaları
gerekiyor…
***
Muazzez
İ. Çığ’ın akılhocası Samuel Noah Kramer (1897-1990),
Kiev/Rusya doğumlu bir Amerikan Yahudisi olduğu için, ‘Din/Tanrı anlayışı’nın, ‘Çok
tanrılı değil, Tek Tanrılı Din’
anlayışı olması gerekiyor.
Bu
noktada soru/sorun şu oluyor: S.N.Kramer;
sahip olduğu “Musevilik/Hz.Musa inancına”
rağmen, “Sümerler ‘Tek Tanrı’ inancına
sahipler” diyebilir miydi?
Kramer/giller, sahip oldukları ‘Musevilik
inancı’ gereği, “Museviliği ilk din”
kabul ettiklerine; Müslümanlar gibi, “Hz.Musa/M.Ö.1200’ler öncesinde de Tek tanrılı din bulunduğunu kabul etmediklerine göre; bu durumda, insanlığın tarih kitapları
olan Kil tabletlerde okuduklarını
nasıl yorumlayacaklardır?
Musevilik
dönemi öncesini, “Çok Tanrıcılık” olarak mı yorumlarlar ya
da kendi ‘inancını’ yalanlayıp da, “Musevlik’ten önce de Tek Tanrılı Din vardı”
diyecekler midiler?
Sizce
hangisini yaparlar dememe gerek yok. “Musevilik’ten-Hz.Musa’dan önce de ‘Tek Din’
vardı” denilmesi gerekiyor ama, bunu yapmadıklarını, “Sümerler Çok tanrıcıydı” ve “Tek Tanrılı İlk Din Museviliktir”
iddialarından anlayabiliyoruz.
Eğer,
“Sümerlerde ‘Tek Tanrı inancı vardı”
demiş; Sümer?ler denilen insanlardan
gelen tarihsel belgeleri bu şekilde
yorumlasalardı, bu durumda ‘din
anlayışlarından’ gelen; “Museviliğin İlk
Tek Din olduğu” anlayışını “terk
etmeleri” gerekecekti.
Kramer/giller, Museviliğin, “İlk tek tanrılı din olduğu” şeklindeki yanlış
inançlarını ‘terk edemedikleri’
için de, yapmaları gerekeni yapıp; “Sümer(ler)de ‘Çok tanrıcılık’ üretimi
yapılıyor; bu sebeple de; “M.Ö.3000 öncesinde Mezopotamya’da “Tek tanrı inancı bulunmadığı, Çok tanrıcılık bulunduğu, bunun da zaman
içerisinde “Tek tanrı inancına” dönüştüğü iddiasını yalan
söyleyen tarihin merkezine oturtmuş bulunuyorlar. Sümerler değil de, aslında ‘SümerLİler’ denilmesi de
gerekirken, Aşağı Mezopotamya’ya verilen coğrafi
isim olan, Sümer adından bir ‘Sahte ulus’ üretip (9), okudukları Kil tabletleri ‘inanç ahlaklarına’ uygun yorumlamaları sonucu ‘Muazzez/giller’
yeşermiş bulunuyor...
***
Mesela..
Mezopotamya’da Gök Tanrı’ya, Sümerce de An, Akadça’da Anu deniliyor. İmdi.. bu veya buna benzer bir bilgiyi, geçmişin kitapları olan Kil tabletlerden okuyan Musevilik inancına sahip bir kişi ya da
‘inanç dışı’ bilinebilen Muazzez İlmiye Çığ, okuduğu bu bilgiyi
nasıl yorumlayacaktır?
Mezopotamya’da
“iki ayrı Tanrı var (?)” mı diyecektir, yoksa Mezopotamyalıların ‘İki ayrı ismi de var olsa, Tek Tanrısı var’
mı diyeceklerdir?
Sahi
ne dersiniz!..
Bir
başka şekilde örneklersek: Geçmiş zamanlarda da kullanılan, bugün bizim
Yaratıcımızın da ismi olan, El’in
karşılığı olarak; Akadça’da İlu, Kenan’da/Suriye-Filistin’de İl, İbranice’de El veya Elohim,
Aramice’de El veya Elah, güney Araplarında da İl adları kullanılmıştır. Bu bilgiye
ulaşan ‘Muazzez/giller’, sözkonusu bu
hitapların farklılığına bakıp, “Bu
bölgelerde yaşayan insanlar çok tanrılı bir inanca sahiplerdi” mi derler
yoksa “Bu toplum ‘Tek Tanrı inancına’ sahipti” mi derler?
‘Kramer/giller’ ve ‘Muazzezz/giller’in sorunları
tam da bu nokta oluyor. Mesela; Yıldız ‘resmi’
Sümercede AN, “gök” sözcüğünü simgeler ama, aslında Yıldız işareti, dingir, yani, Sümercede Tanrı anlamına da geliyor. Bu da, SümerciNler’in,
An ve dingir’i yorumlama şekillerine göre ‘metnin anlamını değiştirmesi’ demek oluyor. “No,1, bir yıldız
resmidir…Sümercede An (GÖK) sözcüğünü
simgeler. Aynı işaret dingir (TANRI) sözcüğünü simgelemek için de
kullanılmıştır.” deniliyor (10). An kelimesinin asıl anlamı,
“Gök”, ama “Sumer dilinde de yıldızın
esas manası, SEMAVİ demekti.” (11). Bu da anlatılanın Tanrısal/Semavi olduğunu, insani
olmadığını ifade ediyor. AN için, “…her şeyi kapsayan, her şeye
kadir tanrı…kainatı kaostan düzene getiren kuvvet..ilahi iradedir.” denilmesi de (12),
TEK TANRI gerçeğini ortaya koyuyor. Gerçek bu iken, An’dan, Sümer tanrısı “GÖK
TANRI” üretimi yapılıyor. Benzer başka örneklerle de, başka tanrı/lar,
dolayısıyla da, bu şekilde SümerLİlerde ÇOK TANRICILIK iddiası ileri
sürülüyor. İnsanlık/din tarihi ile ilgili
hadiseleri, ‘yanlış inanç ahlakları’
paralelinde yorumlamaları; SümerLİleri “çok tanrıcı” yapmaları, onların öncesi dönemlerde de ‘Tek Tanrı inancı’ hiç yaşamamış iddiaları üretmeleri demek oluyor.
Oysa,
SümerLİlere
ait, “Enmerkar ve Arata Bey’i” isimli
destanda; SümerLİlerden çok eski bir
zamanda evrenin bütün insanlarının, “Aynı
(Tek) Tanrı”ya inandıkları ve
“Aynı (Tek) Dil” konuştukları bir
dönemden zaten söz ediliyor: “Enmerkar ve Arata Bey’i şiirinin de kanıtladığı gibi…bu
eserde bir pasaj, insanlığın, günahkar
olmadan önce, bolluğa ve huzuru tanıdığı ‘çok eski bir çağ’dan söz eder…Çok iyi korunmuş ilk on bir satır
mutlu günleri betimliyor; o zaman diyor şair, evrenin bütün halkları AYNI TANRIYA, Enlil’e tapıyordu. Gerçekten de, eğer on birinci satırda kullanılmış ‘tek
bir dilde’ deyimi mecazi anlamı olan ‘tek yürekten’ şeklinde değil de sözcük
anlamıyla alınacak olursa, Sümerlerin,
daha sonraki Yahudiler gibi, dil karmaşasından önce bütün insanların konuştuğu ORTAK BİR DİLİN varlığına inandıkları ortaya
çıkar.” deniliyordu (13). Bu
bilgideki, “AYNI TANRIYA” ifadesinin yanına yorumla sokuşturulan, ‘Enlil’i yoksayarak metni okuduğumuzda, SümerLİlerin
yaşadığı dönemden çok önceleri yaşanan, “Tek
Tanrı” inancı ve “Tek (Ata) Dil”
gerçeği açık bir şekilde görülebiliyor. Sözedilen bu çok eski çağ, Enlil denilen ‘sözde tanrı’nın yaşadığı Sümer
döneminden çok eski dönem olduğu
için, metinde ifade edilen, “AYNI TANRI” denilen, Sümer tanrısı denilen Enlil zaten olmuyor. Dolayısıyla da, Enlil zırvasından önce yaşanan, “Tek
tanrı(cılık) gerçeği”, Muazzez/gillerin de, insanoğlunun da kendi gerçeği oluyor. Bu gerçeğe rağmen de, Muazzez İlmiye Çığ’ın; “Sümer’lerde
İ.Ö.üçüncü binde en az yüzlerce tanrı vardı…Bir kısmını da şahıs isimlerinden
öğreniyoruz, mesela: ‘x bir çobandır’, ‘x’in büyük kalbi var’, ‘kim x gibi’…‘x
bana verdi’ gibi, her birinde x bir tanrı adını gösterir.” şeklindeki
açıklamasında (14); “AYNI/TEK
TANRI”dan, “DÖRT AYRI TANRI” ürettiği okunabiliyor. Çünkü, “‘x bir çobandır’, ‘x’in büyük kalbi var’,
‘kim x gibi’…‘x bana verdi’” şeklindeki açıklamasında sözedilen, “x/tanrı”;
“AYNI/TEK TANRI” ama, sağlıksız mantık; “her
birinde x/tanrı”yı, ayrı ayrı tanrılar gibi kabul edip”, “Dört Adet Tanrı!..” üretimi yapılıyor.
Bir an için şöyle düşünelim: “Yüce Rabbimiz olan Allah’ın (c.c.), 99 güzel ismi” bulunuyor. Biz bugün, bu 99 güzel
ismin, Bir/Tek olan Allah’ımızın ismi olduğunu biliyoruz. Varsayalım ki,
yaşadığımız medeniyet büyük bir felaket geçirdi ve bu felaketten birkaç asır
geçtikten sonra da medeniyetimize ait belgeleri, bugünkü ‘Muazzezgiller/Kramergiller’
gibi düşünen kişiler de bulmuş olsunlar. O zaman bu insanlar, “Yaratıcımızın 99 ismi bulunduğunu”
okuduklarında, buldukları ‘bu bilgiyi’
nasıl yorumlayacaklardır?
-Bu 99 isim BİR/TEK TANRI’nın
isimleridir mi diyeceklerdir? Yoksa (Hâşâ), Müslümanların 99 tanrısı vardı;
Müslümanlar ‘çok tanrıcılık’ inancına
sahiplerdi mi denecektir?
Sorun kendinize, SümerciNleri ne diyeceklerdir!..
***
Samuel Noah Kramer’in, Muazzez İ. Çığ
tercümesi “Tarih Sümerde Başlar”
kitabındaki aşağıdaki yorumlamalara bakınınız lütfen; diyorlar ki hanımefendi:
“Elimde
olan metinlerden topladığım bilgilere dayanarak Sümer’ler tarafından
geliştirilen yaradılış kavramını
çıkarmak mümkün oldu. Bu kavrama göre evrenin başlangıcı şöyle idi:
1-İlk
olarak eski ve sonsuz bir deniz vardı.…
2-Bu
eski deniz, gök ve yeri bir arada tutan evren dağını (-gök-yer/evren) meydana
getiriyor.
3-Tanrı
bir insan şeklinde tasavvur ediliyor, An (yani Gök) erkek ve Ki (yani Yer) dişi
idi. Onların birleşmesinden hava tanrısı Enlil doğuyor.
4.
Hava tanrısı Enlil, Yer’i gökten ayırıyor. Baba An göğü alıp götürüyor, Enlil’de
annesi olan yeryüzünü (Ki’yi) alıyor…ay,
güneş ve gezegenler…hakkında kaynaklarda Nanna ve Sin şeklinde iki isimli olan
Ay tanrısının hava tanrısı Enlil’in çocuğu olarak gösterilmesinden…herhangi bir
tarzda atmosferden (-Enlil’den) meydana geldiğinin düşünüldüğü çıkartılabilir.” (15).
İmdi:
Başlangıçta varolan eski ve sonsuz deniz, nasıl var oldu (?), kim var etti (?)
sorusu ve cevabı ortalıkta olmadığı gibi, cevap, “Tanrı” olarak da verilmiyor. Dahası, Kur’an-ı Kerim’in; herşeyin
başlangıcı/kökeni SU olduğu ve Gök ve yer’in, başlangıçta bir/bütün
halindeyken, ‘Tanrı sadece O olan ALLAH’ tarafından ayrıldığı gerçeği de (Enbiya-21/ 30) yoksayılarak, ‘Sahte bilgiler’ üretiliyor. 3. Ve 4.
şıkları tekraren okuyunuz: “Gök ve yeri kim ayırdı?” sorusunun
cevabı, -Hava tanrısı Enlil
deniliyor.
Peki
de, hani, Enlil, “Gök (An) ve Yer”in
(Ki) “birleşmesinden” doğmuştu!.
Bu
sakat mantığı, Muazzez hanımın ‘üstadı’ S.N.Kramer’in,
“Sümer Mitolojisi” isimli eserinden
okuduğumuzda : “3.Tanrılar insan biçiminde kişiselleştirildiğinde, AN (Gök)
erlil (erkek), Kİ (yer) dişildi. Onların birleşmelerinden hava tanrısı ENLİL
doğdu. Gök-tanrısı AN’ın Enlil’in babası olduğu en azından bir metinde ifade
edilmiştir, ancak Kİ’nin annesi olduğunu
söyleyen bir metin şimdiye dek bulunamamıştır. Bununla birlikte…onların
cinsel birleşmeleri yoluyla bunu gerçekleştirildiğini düşünmek mantıklı görünüyor. 4.Hava-tanrısı
ENLİL yerden göğü ayırdı ve babası AN göğü alırken, ENLİL annesi Kİ’yi, yeri,
aldı, ENLİL ile ANNESİ Kİ’nin BİRLEŞMESİ.. evrenin düzenini, insanın yaratılışını
ve uygarlığın kuruluşunu başlattı.” deniliyor (16). SümerLİler değil de, ‘mantıksız Kramer/giller’, SümerLİler adına konuşup, DİN-TARİH yazıyor.
Öyle olunca da, “doğan şey (ENLİL)”, “kendini doğuranı” ayırabilir
olabiliyor. Enlil oğul, fakat; “Ki’nin, Enlil’in annesi olduğunu söyleyen tek bir metin şimdiye dek bulunmamış”
diyenler de onlar ama, ne önemi var (!), cinsel ilişki de yaptırtılıp, oğul
tanrı da, anne de bulunabiliyor! Yorumlamalar yapılıp “Tanrı/Çok tanrıcılık” üretiliyor, kendileri gibi bilimdışı
kalan akıl da, onların bu zırvalarına inanabiliyor...
***
Samuel
N. Kramer’in, “Sümerler” kitabında yer alan; “Sümerli tarihçinin anlattığına göre
Lagaş’taki siyasal ve toplumsal durumun bu kadar kötüleştiği bir sırada, kentin
koruyucu tanrısı Ningirsu, bütün Lagaş yurttaşları arasından yeni ve tanrıdan korkan bir hükümdar olan Urugakina’yı (-M.Ö.2400) seçerek, selefleri tarafından ihmal edilen ve terk edilen
“Tanrısal yasaları” yeniden
yürürlüğe koymasını emretti.” açıklamasındaki (17), araya sokuşturulan, “kentin
koruyucu tanrısı Ningirsu” hurafesini yoksayarsanız, söz edilen de yine
“Din/Tek Tanrı gerçeği” oluyor. Aynı ifadenin, Kramer’in, “Tarih Sümer’de
Başlar” kitabının Muazzez İ.Çığ çevirisinde; “Lagaş’ın ekonomisinin ve
sosyal durumunun bu kadar bozuk olduğu bir sırada, Sümer temsilcisinin
yazdığına göre, Lagaş halkının uzun zamandan beri özlemini çektiği özgürlük ve
adaleti yeniden getiren, Tanrı korkusu
bilen Urukagina isimli bir kral ortaya çıktı.” şeklindeki ifadesi de (18), ortada ‘Ningirsu seçimi’ olmadığını, “Tek
tanrı” gerçeği olduğunu zaten de ortaya koyuyor.
Sümer(Lİ)ler döneminde yaşanan bu gerçek, “Sümerler öncesi dönemi” haber veren tabletlerde de görülebiliyor.
Nuh Tufanı’ndan bahseden tabletin açıklamasında görüldüğü gibi de; Tufan
kahramanı Ziusudra’nın (-Nuh Peygamber)
dindar, tanrı korkusu bilen, tanrısal
bildirmeleri -vahiyleri- alan bir kral olarak tasvir edildiğinden
sözedilmesi de (19), Sümer(li)ler
döneminden öncesi devirde de yaşanan, “Tek Tanrı” ve “Peygamber” gerçeğini Muazzez/gillerin kendilerinin dahi
inkâr edemedikleri zaten ortaya koyuyor.
Kendi gerçekleri bile buyken; “Her şeyden önce ibadet eden kişinin –Benim tanrım- dediği, bir baba ya da
anne olarak gördüğü kişisel tanrı
öğretisi vardı.” şeklindeki mantıkları (20), fiilen mantıksızlık
oluyor. Muazzez hanım; “Sumer yazarlarına ve ilahiyatçılarına göre her insanın ve ailenin bir şahsi tanrısı… vardı...Bunun görevi,
baş tanrılardan, ait olduğu kimse için sağlıklı ve uzun ömür dilemek ve onun
isteklerini tanrılar meclisine
iletmek…Kur’an Sûre 86:41 Hiç kimse yoktur ki, onun üzerinde bir koruyucusu ve
denetleyicisi bulunmasın’ denmektedir ki, bu da Sumerlilerdeki bireylerin özel tanrılarını
yansıtıyor.” şeklindeki akıldışı açıklamalarına göre (21), Ben, -Benim tanrım dersem,
“Bu benim (hâşâ) kişisel tanrım” demek
oluyor/muş!.
Sorun da hep bu noktada; geçmişin
kitapları Kil Tabletleri okuyan
insanların; ‘çok tanrıcılık’
uydurmaları ve bu sözde tanrılara
bir de ‘baş tanrı’ atamaları ve de
onlardan ‘Tanrılar meclisi’ de üretmeleri,
sahip oldukları ‘inanç ahlakları’
gereği oluyor...
***
Kramer/giller
veya
Muazez/giller cahiliyetine minik bir
de sorum var: “Uygarlığın olmazsa olmazlarından” biri olan “Evcilleştirme hadisesi”, sizin
SümerLİler dediğiniz/M.Ö.3000-2000’de yaşamış insanlardan yaklaşık 6000-7000
yıl önce ortaya çıktığına göre, insanlığın herşeyini M.Ö.3000 civarı-sonrası yaşamış SümerLİlere bağlayan akla,
“Beyaz Gömlek” giydirmez misiniz!.
Hadi bakalım kolay gelsin!
Ben giydiririm…
Bu
Benim isteğim değil, ‘bilimsel aklın’ isteği olur, oluyor…
http://www.ahmetmusaoglu.org