Ölüm ve hayat üzerine

Bir dostun ölüm haberi üzerine geçtiğimiz gün soluğu Antalya’nın Uncalı mezarlığında aldım.

Ölüm deyip geçmeyin…

Bazen ölümler yıllarca birbirini görmeyen ya da aynı kentin havasını soluyup ama görüşemeyen insanları bir araya getirir.

Mezarlıklar hayattın içindeki hırsların, arzuların, bitmek bilmeyen kavgaların muhasebesinin yapıldığı en özel yerlerden biridir.

Nefesi ve nefessizliği hissedersiniz. Bir adımlık çukurun içi hayatın bittiği yerdir. Ölenin üzerine kürek kürek toprak atıldığında anlarsınız ki insan sadece kendi gözünde büyüktür.

Sosyal medyada sıkça söyleştiğimiz Mehmet Zeki Sarp da hayata gözlerini yuman hemşerimizin son yolculuğu için kabristandaydı.

Yüzünü unuttuğum memleketimizdeki Hüseyin Kaptaner… Cihat Doğan, İbrahim Türközü, Mustafa Canıberk, Fatih Şirazi, Mehmet Gencer, Yaşar Müncister ve birçok hemşerim ordaydı. Şeref ağabeylerini yitirmiş güzel insanlar Yaşar ağabeye, Muzaffer, Zafer, Mehmet, Şahin Dirik kardeşlerimize omuz vermek için oradaydık.

Toprağın üstü ve altı hayatın kaçınılmaz gerçeğiydi. Biraz sonra dualarla Şerafettin ağabeyi hakka uğurlayacak o kalabalık farklı yaşam alanlarına geri dönecek ve sonra anılar içinde yaşamaya devam edecekti merhum…

Ama o an çok önemliydi.

Dostlarla el sıkışıp, kucaklaştıktan sonra bir anlık dalıp gidecekti aklınız ve yüreğinizin tam orta yerinde bir boşluk hissedecektiniz. Öyle de oldu. İnce bir ayrılık sızısıyla kıyıldı içimiz.

Defin sonrası taziye evinde buluştu akraba, dost, arkadaş ve hemşeriler. Okunan kelamı kadimdeki dualara kulak verildi. Ne çok isterdim okunan onca duaların Türkçe olarak açıklamasının da yapılmasını… Ve bir bardak çay molalarında unutulmuş simaların özgeçmişteki suratları hatırlanarak dünde kalanların söyleşilerine girişildi. Öyle anlar oldu ki taziye evinin mahremiyeti bir an unutuldu küçük gülümsemeler yer aldı sohbetlerin içinde.

Hayat ne kadar zalim olsa da insanoğlu onu kolaylaştırma hal ve çareleri arayıp buluyor. Sosyal medyayı bu yüzden seviyorum. Adı şanı belleklerden yitip gitmiş dost ve arkadaşlara rastlıyorsunuz. Hele bir de cevvalse sosyal paylaşımcı arkadaşlarınız geçmişin içine fırlatılıp atılmış fotoğrafları etiketleyerek sayfanıza sunuyor. Yaşlanan bedeniniz, unutma sürecine girmiş beyniniz, kabuk bağlamaya yüz tutmuş yüreğiniz canlanıyor ve sanki o paylaşımlar düşüp gittiğinizi düşündüğünüz zaman atılmış birer bağlayıcı sarmaşığa dönüşerek sizi hayatın o hiç tükenmeyen dinamizmine yeniden dâhil ediyor.

Bedenin işlevini yitirip gitmesiyse o ölüm denen son, yaşarken hayattan kopmak ve sadece nefes alıp veren bir organizma olmak da bir ölüm halidir. Yaşayan ölüler olmaktan bizi çekip alan heyecanlarımız, yaşama umutlarımız, direncimizdir…

Onun için derim ki en akılcı yol; dostlarla, arkadaşlarla bağları koparmadan yaşamaktır.

Bakınız bir merhumu sonsuz uğurlarken depreşen duygularımız sözü nereden alıp nereye getirdi.

Hiç kimse saniyeler sonra ne olup ne olmayacağını bilemez…

Mademki hayat böylesine bir gerçeği saklıyor koynunda o halde neden yürekler arası uzaklığa bir son verme cesareti göstermiyor kimse?

Hayat aslında çok kısa.

Aynalar her gün bu gerçeği yüzümüze bağırsa da nedense bunu görmek istemiyor egolarımızın kuşattığı iç dünyamız…

Yayın Tarihi
27.03.2015
Bu makale 342 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!