Sarı, kırmızı, yeşil

Biz Azeri kökenlilerin yüreği acıdı mı söyledikleri bir söz vardır:

“Aya balam özen kurban.”

Uzun zaman önce, köklerimin geleneklerinden söz ederken bir dostla, küçük meyve ağaçlarıyla çevrili bahçede voltalar atıyorduk.

Şoven düşüncelere sahip dost bir ara durdu, bahçenin köşesinde küçük bir noktaya yayılan sarı, kırmızı ve yeşil renklere bezenmiş çiçeklere doğru hışımla yürüdü. Sonra da sağ ayağını sarı, yeşil, kırmızı çiçeklerin üzerine koyarak sağa sola döndürüp ezdi ve kaşlarını çatarak:

“Bu renklere tahammülüm yok!” Dedi.

O güzel söyleşimiz o saniye yok olup gitmişti. Farklı dünya görüşlerine sahip olsak da dostum dediğim arkadaşın yaptığı davranış yüreğimi kabartmıştı. Ancak sabrı kında tutanların olgunluğuna sarılmalıydım.

Tek bir sözcük söylemedim. Sadece soğuk ve buz gibi bir sessizliğe teslim ettim onu. Ayağıyla ezdiği çiçeklerin yanı başındaki sarmaşıkları, o yürüyüp gittikten sonra paramparça olan çiçeklerin üzerine görünmesinler diye dal dal kaldırıp koydum.

 Aradan on gün geçtikten sonra tekrar bir araya geldik.

O tarihlerde Günaydın Gazetesinin çıkardığı ek gazetede yazdığım köşe yazıları birinci sayfadan tek sözcüğüne dokunulmadan yayınlanıyordu. Onlar hakkında konuştuk. Konuşurken bilinçli olarak yolumuzu çiçekleri ezdiği küçük bahçeye çevirdim. Ezik sarı, yeşil, kırmızı çiçeklerin olduğu köşeye yönelip, elimle koyduğum sarmaşık dallarını ezdiği sarı, yeşil kırmızı çiçeklerin üzerinden kaldırdım ve arkadaşa gösterdim:

—Bak! dedim O çiçekleri aklınca ezip, yok etmeye çalışmıştın. Şimdi onların ezildiği yerde mislice sarı, yeşil, kırmızı renkli çiçekler var. Tohum toprağın ve toprağın anası tabiatın içindeyse o renkleri yok etmen mümkün mü? Diye sordum.

Şaşırdı arkadaş. Eğildi yeniden köklenen ve serpilip çoğalan çiçeklere elleriyle okşar gibi dokundu.

Bu kez sessizlik sırası ondaydı…

—Nenem olsaydı, ay balam nettiniz nebata? Nebatta insan kimindir? Yolsanız da, köklerinden sökseniz de birse bin olur, pıtrak gibi dökülür derdi. Dedim.

Analarımızın memelerini kardeşçe emip, sütkardeş olduğumuz… Okulda, asker ocağında yan yana durduğumuz… Cumalarda ayni camide kıbleye döndüğümüz.. Ölümlerimizde ağlayıp, düğünlerimizde halay çektiğimiz… Ve kaç yıllık dostluğunuz var diye sual edildiğinde, göğsümüzü gere gere, bin yıllık kadim dostluğumuz, et ve tırnak olmuşluğumuz var dediğimiz biz Anadolu evlatlarını birbirimize kırdırtmaya kimsenin gücü yetmeyecek…

Biz, bin bir rengin harman olduğu toprakların evlatlarıyız.

Kırmızı, beyazız…

Keski, sori, seriz…

Gün gelir Yeşilırmak olup akarız… Gün gelir Kızılırmak oluruz. Sakarya’yız, Fırat’ız, Dicle’yiz, Zap’ız! Halaylarımızda yekvücut olup kardeş türküleri söyleriz.

Bilinsin ki eşkıyayı ülkemize hükmettirmeyeceğiz! Bilinsin ki kirli savaşı, barışa galip getirmeyeceğiz!

Yayın Tarihi
09.08.2015
Bu makale 333 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!