Yalnız halk!

Sevgili okur. Bu yazıyı okurken şöyle bir arkana yaslanmanı ve az sonra sunacağım bir alıntıyı okuduktan sonra kendinle bir iç hesaplaşmaya hazırlanmanı diliyorum.

“Türk aydını Anadolu insanı için ne yaptın? Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üzerine attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.

   Anadolu halkının bir ruhu vardır; nüfuz edemediğin bir kafası vardır aydınlatamadın. Bir vücudu vardı besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı işletemedin. Onu hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun kıtlığın elinde bıraktın. O katı toprakla kuru öğün arasında bir yabani ot gibi bittin. Şimdi elinde bir orak buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki ne biçeceksin?

     Eğer bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat benim! Kabahat senin! Sen ve ben onları yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten ve her türlü yaşama şevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız.

     Açlık ve hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde ruhları her yanından örtülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır.”

     Yukarıdaki anlatı ünlü yazarımız, büyük romancı Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanından bir alıntıdır.

     Yazar Kurtuluş Savaşı sonrası Anadolu’daki yaşamdan kesitler sunar ve sonunda biraz önce okuduğunuz kendisiyle hesaplaşmayı aydınlarımıza da bir gönderme olarak yazar.

      Sizce yazar bu serzenişinde haksız mıdır?

      Süslü laflara sarılan çoğu aydınlarımız sokaktaki insana veryansın ederek ve sanki kara düzenin tek sorumlusu onlarmışçasına yüklenerek:

       “Körler sağırlar birbirini ağırlar.” Misali boşa zaman harcamıyor mu?

        Yurttaşla bire bir söyleşme varken iki kadeh sonrası entelektüel birikimi boşaltmak ve kendilerini bir şeyler üretiyormuş gibi düşünerek sürgit tartışmaların içinde eriyip gitmiyorlar mı?

          Hangi aydın yaşadığı sokaktaki komşusuyla haftada bir olsun bir araya gelip dereden tepeden söyleşme sonrasını ülke ve dünya sorunlarına çekebiliyor?

           On iki yıldan beri bu ülkeyi yönetmeye çalışanların yalnızca dini değerler üzerine siyaset yaparak başarılı olduklarını söylemek, pencereden bakarken camı görmemek değil midir?

            Onlar aydınlarını yapamadıklarını yapmayı başardılar. Sanayi çarşısındaki ustaya, çırağına gidebildiler. Köydeki köylüye çam sakızı çoban armağanı fidanlar götürerek gönül almayı becerebildiler. Yakınları ölenlerin cenazesine koşup, taziye evlerinde bulunabildiler. Ve yalnız insan omzuna dokunan eli fark edince yanlış ve doğru değerlendirmesine bakmaksızın seçim sandıklarında onları onurlandırmayı yeğledi. Bugün:

              “Çalıyorlar ama çalışıyorlar.” Diyorsa vatandaş yalnızlığını özde olmasa da paylaşanları kendine yakın buldu. Bunlar yaşanırken sözüm ona aydınlar saygın özgeçmişi olan partilerinin tarihinin şan ve şöhreti ile övünmeye, böbürlenmeye devam etti.

               Gerçek aydın, çağdaş ve bilimsel düşüncesini laf içinde dolandırıp duran aydın değil, o ilmi vatandaşına taşıyabilen insandır.

               Sadece parti ve örgüt içine kapanarak, cilalı laflarla yetinerek kitlelerin ruhuna ulaşılamaz.

               Geçmişte halkının emek mücadelesini veren gençleri polise ve jandarmaya ihbar eden kimdi? Muhbir vatandaş mı? Hayır! Emek değerini ve sınıfsal bilincini kazanamayan sıradan yurttaşlardı. Yani devrimci bilimsel öğreti sadece kafalar içinde analiz edilmiş teoriler olarak kalmıştı. Pratik bilgi sokaktaki, varoşlardaki, kırsaldaki insana ulaşamamıştı.

              Güzel anamın bir sözü daha doğrusu bir sitemi vardı biz okuyan evlatlarına:

               “Gazeteleri, dergileri, kitapları hep okuyorsunuz karnınızda kalıyor. Ben gibi cahillere de anlatsanıza.”

               Anacığımın bu müthiş saptaması doğruydu.

               Evimize giren onca gazete ve dergi, toprak damlı odalarımızın gömme dolaplarından taşan onlarca kitabı okuyup kafamızın içindeki hapishanede bırakıyorduk. Oysa anlatmalıydık o kitapların hayat öğretisini.

               Komşumuz rahmetli Hasan Karadağ (Yamaç) amcanın sürekli okuyan eşi merhum Emine ablamız devletin resmi radyosundaki sansürlü haberleri okuduğu gazetelerin de yorumlarını katarak dosdoğru anlatırdı bizlere. Herkesler Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını devlet düşmanı, komünist diye karalamaya çalışırken o yürekli bir çıkış sergileyerek:

                “Onlar gerçek vatanseverler! Sömürüye ve haksızlığa başkaldıranlar.” Yorumunu yapardı. Biz o küçük kentin yeni yetme gençleri, o güzel teyzemizin cesaretiyle daha bir araştırıcı bakış açısıyla yaklaşırdık ülkemizdeki ve dünyadaki olaylara. Emine abla gerçek bir aydındı. Sanki Yakup Kadri’nin özlediği bir insan tipiydi. Rahmet ve saygıyla anıyorum.

Yayın Tarihi
30.03.2015
Bu makale 267 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!