Ali Köprüsü

Fotoğraf sanatının gücünü ve etkilerini “Ben Akseki’yim.” kitabında görmüş, izleyenlerin hayranlık duygularına tanık olmuştuk. Dergimizin son sayısının, orta sayfasında yayınlanan “Ali Köprüsü” fotoğrafı da, yöre halkının ve yerel yöneticilerin ilgisinin, bu antik yapının üzerinde yoğunlaşmasına neden oldu.

Biblo görünümlü antik köprü, Atilla Durak’ın objektifiyle, suya yansıyan yuvarlakların armonisi, gökyüzünün yukarılarda değil de, fotoğrafın önünde yansımasıyla oluşan ve dengeleyen açık tonlu lekesiyle, güzel görünümüyle ilgi topladı. İlk çağlardan günümüze dek gelen bu zarif yapının, hoyratça tahrip edildiği öğrenilince de, yerel yöneticilerin, yerel basının ilgi odağı oldu. Köprü karayolları ağında bulunmamasına rağmen, onarımı için ödenek talebinde bulunuldu. Antalya Karayolları Bölge Müdür Yardımcısı Sn.Ruhi Özgen’in, Genel Müdürlüğündeki ilgilinin makamını aramalarına da tanık oldum.
Ali Köprüsü nerde…
Günümüzde “Batı Akdeniz” olarak anılan, antik çağda, “Pamfilya Ovası” olarak bilinen yöremizin insanı, kıyının nimetlerinden yararlanmanın yanı sıra, gerek dış saldırılardan, gerek salgın hastalıklardan korunmak, mevsim koşullarına göre, yaylalardan yararlanmak, ticaret yapmak ve diğer nedenlerle yukarılara çıkma ihtiyacı duymuşlar. Ulaşım için de, akarsuların oluşturduğu vadileri ve dağ geçitlerindeki yolları kullanmışlar;  zamanın gelişmişlik ölçüsünde, yolları iyileştirmişler, kaplamışlar, akarsuların üzerine köprüler yapmışlar. Anodolu Selçuklu Sultanları da kıyıya inerek, kış aylarında kıyının ılıman ikliminden yararlanmayı ilke edinmişler. Başkent Konya’yı, çevresine bağlayacak ana yolların her 40 km.sinde kervansaray yapmayı, insanlığa hizmet olarak görmüşler; günlük yürüyüş uzaklığında kurulan konaklama tesislerinde, din, ırk, renk farkı gözetmeden, kervanların ağırlanma hizmetinin ücret ödemeden verilmesi sağlanmış. Konya-Alâiye güzergâhı üzerinde bulunan ve günümüzde harap durumdaki, 1825 m. irtifada Alacabel, “Nodar Hanı” ve 1525 m. rakımlı Emir Hasan Belindeki Hanın bulunduğu yer, yöre halkınca “İrmasan Beli” olarak bilinir. Yöredeki yerleşim yerlerinde, varlıklı ailelerin yolcuları ve kervanları ağırlayan ücretsiz konaklama tesisi hizmetine; “Oda İşletmeciliği” denirdi. Kervan yolu üzerinde bulunan, Simyan, Bodamya, Değirmenlik Köylerimizde, Gağraş ve Akseki’de, yakın zamana dek, bu odalar işletilmekteydi. Akseki’den sonra da, aynı gelenek, günümüzde Gündoğmuş İlçesinin sınırları içindeki “Güneycik” Köyünde de sürdürülmekteydi. Söz konusu, “Ali Köprüsü” Güneycik’in iki Km. güney doğusunda, debisi yüksek suları, yaz-kış Akdenize doğru akan, 62 km. uzunluğundaki “Alara Çayı” üzerindedir. Köprüden sonra, Arnavut kaldırımı döşeli yoldan dokuz Km. gidilince kıyıya, “ Alarahan”a inilir. Manavgat-Alanya yolu üzerindeki Selçuklu hanında bulunan, eski harflerle yazılmış kitabede, Selçuklu Sultanı 1.Alaeddin Keykubad için; “Kara ve iki denizin sultanı, Arap ve Acem ülkesinin sahibi…”  diye yazılıdır. Sultanın Kervansaray olarak yaptırdığı Han günümüzde, turizm işletmesi olarak hizmet vermektedir. Antalya-Alanya Karayolunun    (D 400) Akseki yol kavşağına yakındır; kavşaktan Alanya yönünde,       9 km. gidilince, Kızılot, Çenger, Okurcalar’dan sonra Alarahan’a ulaşılır. Söz konusu Ali Köprüsü de, anayol üzerindeki Alarahan’a 9 dokuz km. uzaklıktadır. Handan köprüye, ulaşmak için, Orman İşletmesi  ve DSİ, antik yola zarar vermeden, paralelinde 7 km.lik motorlu araç yolunu açmışlar; araçlarla Ali köprüsüne varılabilmesi için, iki km.lik daha yolun açılması gerekiyor …

Ali Köprüsü adı, nereden geliyor…

Ali Köprüsü adı, yanlış bir söylentiden kaynaklanmaktadır. Sözde, “köprüyü Hazreti Ali,  bir gecede yaptırmış da, adını ondan almış” yakıştırması, “Aziz ve Ali” sözcüklerinin benzerliğinden ileri gelmekte olduğu, daha da mantıklıdır.  Hazreti İsa’dan çok önce inşa edildiği bilinen Köprünün, İsa’nın havarisinden biri olduğu bilinen Aziz Pavlos’un, Yalvaç’a giderken bu köprüden geçtiği için; “Aziz Köprüsü” olarak anıldığı;  yöredeki inanç değişliği nedeniyle halkın yapıyı, “Ali Köprüsü” olarak anmaya başladığı da rivayetler arasındadır. 

Rivayetleri söylenti olmaktan çıkartıp, gerçekleri belgelerle kanıtlamanın, yörenin tanıtımına ve gelişimine katkı sağlayabileceği düşüncesiyle, Aziz Pavlos’un izini sürmenin yararlı olacağının yadırganmayacağını sanıyorum. Söz konusu, Pavlik kilisesi kurucusu, misyoner Pavlos’un, önceleri Museviliği yaymak ve vaaz vermek için Kudüs’den Şam’a giderken, İsa’yı görüp, nurundan görme duyusunu kaybedip kör olduğu, yine İsa’nın yardımıyla görmeye başladığı ve O’na inandıktan sonra, oniki havariden en önemlisi konumuna geldiği bilinmektedir. İsa’ya inanmadan önceki adı, “Saul” olan, Farisi Yahudilerinden “Pavlos”, yeni inancı doğrultusundaki vaazları ve çabalarıyla tanınmıştır. Musevilerin ve mevcut yönetimin baskısı altında göç etmek zorunda kalan yeni inanç sahipleri, Aziz Pavlos’un da önderliğinde, önce Antakya, Tarsus gibi kentlere sığınmışlar; daha sonra da, Anadolu’nun içlerinde daha güvencede olacaklarını düşünmüşler. Gerek korunmak, gerek yeni tebliğlerde bulunmak için deniz yoluyla, yöremizdeki limanlardan karaya çıkan misyoner Pavlos’un, dört kez bu zor yolculuğa katlandığı, İsevi tarihçilerince belgelenmiştir. Bunlardan birisinde, Side’de vaaz verdikten sonra, söz konusu köprüden ve yöremizin kervan yollarından geçerek Yalvaç’a uzanıp, Oradaki mevcut Musevi Sinegog’unda ilk vaazını verdiği, bu yapının yerinde, daha sonra misyonerin adıyla anılan büyük bir kilise yapıldığı bilinmekte; o yapının kalıntıları Yalvaç’ta korunmaktadır.

Ünlü rönesans ressamı Leonardo da Vinci’nin ve barok döneminin ünlü ressamlarından Caravaggio’nun “Son Akşam Yemeğı” adını verdikleri tablolarında misyonerler Hazreti İsa’nın çevresinde yer almışlar, “12 Havari” olarak anılmışlar, kutsal kişiler olarak bilinmişlerdir. Bu azizler arasında, Pavlos’un, kutsal kitap İncil’de yer alan 14 tebliğ niteliğindeki mektubu ve yeni inanışa katkıları nedeniyle, Hıristiyan inanışında ayrıcalıklı bir yeri olduğu bilinir.
Aziz Pavlos’un, zor koşullardaki yolculuğunun rotasını anlatan, 2004 yılında yayınlanan, kadın yazar Kate Klow’un, “Hikking on the Sn.Paul” adlı kitabı binlerce satmış; batı dünyasının ilgisini çekmiş, turizm etkinliğine katkı sağlamıştı.  Kitapta, Pavlos’un, Aksu ırmağı vadisindeki antik kent Perge’den  Yalvaç’a ulaştığı ilk yolculuğu ayrıntılarıyla anlatılmış, yürüyüş yolu olarak önerilmiştir. Pavlos’un etkili vaazlarını verdiği dört seferden birinde geçtiği sanılan, Alara Vadisinden ve Akseki, Beyşehir, Yalvaç güzergâhından söz edilmemektedir. Bu eksikliği gidermek ve bu gelişmelerden yöremizi yararlandırmak için çaba gösterilmesi ve gündeme getirilmesi gerekmektedir. Bu eksikliği gidermek ve bu gelişmelerden yöremizi yararlandırmak için çaba gösteren, Derneğimizin de üyesi, Y.Makina Mühendisi Sn.Mustafa Erdoğan’ın çabalarını hayranlıkla izlemekteyiz. O, antik yolun güzergâhını araştırıyor. Erdoğan’a göre, son yıllarda meyvesiyle gündeme gelen, yörede “gebere” adıyla anılan “Kapari” bitkisi, kervan yolunun kesintisiz devam ettiğinin göstergesidir. Bu yararlı bitki dikenli olduğu için, yaprakları ve meyvesi yalnız develerin yiyebildikleri çalı niteliğindedir. Çekirdekleri hazmedilmeyen kapari tohumları yol boyunca bitkinin kalıcılığına neden olurken, kervan yolunun devamlılığını da, Pavlos’un Side vaazından sonra, yakınındaki Aziz köprüsünden geçerek Yalvaç’a ulaşmış olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. 
Sn.Mustafa Erdoğan’ın çabaları, yalnız Ali Köprüsünün korunup onarılması ile sınırlı değildir. O, Kalecik Köyü yakınındaki ırmağa karışan su kaynaklarıyla da ilgilenerek, suyun tahlillerini yaptırıp,  debilerini ölçtürüp, gelecekte baş gösterecek su sıkıntılarında yararlanılacak rezervlerin işletme ruhsatlarını yerel yöneticilere kazandırmakta; Kalecik köyünün adını almasına neden olan, yakınlarındaki iki pagan tapınağının da tanıtımının yöreyi ziyaret edeceklerin sayısını arttıracağına inanmakta, ulaşım koşullarının iyileştirimesi için çalışmaktadır.
İnanç turizmi…
Antalya’mız, her ne kadar, “Turizmin başkenti” olarak tanınsa da, yurda gelen yabancılardan en fazla konuğu kendisine çekse de, “güneş-deniz-kum.” üçlüsüyle sınırlı, mevsimsel etkinlikten ancak, yararlanabilmektedir. Turizm destinasyonu da denilen etkinliklerin çeşitlendirilmesi,  konukları yöremize dört mevsim çekebilmenin yollarının aranması gerekmektedir. Yurdumuz turizmine çeşni katacak, çok sayıda imkan olduğu da söylenegelmekte; ancak çok azından yararlanılmaktadır. “İnanç turizmi” başlığı altında söz edilebilecek etkinliğin örneğini, bir bakıma Kapadokya bölgemizde görmekteyiz. Yöreye gelen yabancı gezginler, aynı inancı taşıyan insanların yaşadıkları yerleri, yaşam koşullarını görerek duygulanmakta, güçlüklere göğüs geren insanları anmakta; belki de, dua etmekteler. İnandıkları için yerlerinden, yurtlarından kaçan insanların, yer altındaki kayaları oyup, kendilerine barınacak yer açmaya mahkum olmalarının acınacak durumunu görmek, mağduriyetlerinin kanıtı olmaktadır. Aradan yüzyıllar da geçse, İnsanın mağdurlara karşı duyduğu yakınlaşma, azalmadan süregelmekte, acıların yaşandığı mekanlar kutsanmakta, ziyaret edilmeleri inancın koşulu olarak algılanmaktadır. İnancını yaymak için, o günün koşullarında günlerce süren yolculuğa katlanan Aziz Pavlos’un geçtiği her yer, aynı inancı taşıyan günümüz insanı için de kutsaldır. O hedef kitleye, yöremizi ve hikâyesini anlatmak da, araştırmacılara ve hatta bizlere düşmektedir.
Mağduriyetlerin unutulmaması ve ilgi çekmesi, yalnız hırıstiyan dünyasında değil, dört halife döneminin sonuncusu Hazret-i Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin’in Kerbelâ’da katledilmelerinin yıl dönümlerinde anıldıkları gerçeğinin yanı sıra, bir İslâm mezhebi inananlarının kendilerini zincirlerle döverek, acıyı yaşamak ve paylaşmak istedikleri de bilinmektedir.
Ali Köprüsü yakınlardaki ateşe tapanların olduğu söylenen iki tapınağın yıkıntıları nedeniyle yakınındaki köyün adının “Kalecik” olduğundan, söz etmiştim… İnsanların inancına saygılı olmanın, toplumlara huzur getirdiğini söylemeye gerek görmüyorum. İnancı ne olursa olsun, insanları sevmekten, dayanışma içinde olmaktan doğacak dostluklar yurdumuz turizmini de geliştirecek, toplumsal ve ekonomik kalkınmamıza büyük katkılar sağlayacaktır. “Bacasız sanayi” denilen turizm olgusunun ülkeleri zenginleştirdiği, kalkındırdığı görülmektedir. Yurdumuzun ve yöremizin turizmden yararlanabilmesi için de,  ilgi çekecek, yaşam hikâyeleriyle tanıtımına ihtiyaç vardır. Ali Köprüsünün öyküsü gibi çok sayıda yaşanmışlıkların gün yüzüne çıkartılması mümkündür. Yakın zamanda gündeme gelen, yöremizde yaşayan Homanat’ların, Emerye Köyümüzdeki Kilise kalıntısının, terk edilip viraneye dönen Saraycılar’ın tekrar hayata dönmesinin, Alakilise’den Alaçeşme’ye dönüşen köyümüzün yaşam öykülerinin gün ışığa çıkarılması, oluşuma katkı sağlayacaktır.
Yakın geçmişte, görkemli bir yaşam ortamına ulaşmayı başarmış yöremiz insanının, sözünü ettiğimiz kervan yollarından geçip, “yırtık fesli neslimizin” ulaştığı yerlerden, bu defa bizi ziyarete gelenler olursa, şaşmayalım… Neden olmasın?     
Bu mütevazi yazımın, yöremizdeki değerlerin korunması, araştırılması ve tanıtılması için küçük bir katkı sağlayabilmesi umuduyla saygılar, sevgiler sunarım.
                                         

 Şubat-2017- Antalya

( Akseki Eğitim Hayratı Derneğinin yayınladığı  AKSEKİ DERGİSİ,  üç ayda bir yayınlanmakta, üceretsiz olarak dağıtılmaktadır. Akseki dışında yaşayanlara dağıtmayı üstleneceklere,  diledikleri miktarda  talepleri  karşılanmaktadır)

Yayın Tarihi
10.02.2017
Bu makale 7125 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
birikimlerinizi ve yöremizin güzelliklerini bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederiz.

hamdi alp 10.03.2017

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!