Çamdan Bardak Akıyor/ Fığla Bardaklarım Vaarrr!!!

Aslında bu başlık yıllar önce kendi yaptığı çam düdüğün ve üç telli bağlamanın ustası Hayri DEV’i tanıdığımda düşmüştü aklıma. Bir Yörük şenliğinde kısacık konuştuğum bu ustayı tekrar görüp konuşmayı “Çamdan düdük akıyor” diye kaleme almayı düşledim yıllarca. Sonraları Bakanlığımızın önerisi üzerine Unesco tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” seçilen Hayri DEV’i tekrar görmek beş yıl sonra nasip oldu. Artık çamdan düdük akabilirdi.

 

 

 

Sevgili dostlarım Mehmet Keza ve Şerife KUNDAKÇI ailesi ile birlikte Denizli Çameli yollarına düşüp kendisini gördüğümde manzara hiç de düşündüğüm kadar güllük gülistanlık değildi. Zaten Alzheimer olan bu emektar usta kalp yetmezliği nedeniyle aştığı zorlu bir merhaleden sonra beleş yaşar haldeydi. Beleş olan ömrün uzatmalarıydı  ama gidişat pek iç açıcı değildi.  Kendisine Denizli Belediyesi’nin bağladığı asgari usta öğretici ücreti, şimdilerde doktorca yasaklansa da evveli çırakları da olan çocuklarıyla gittiği düğünlerden aldıkları çalgıcı ücreti ile geçinmek zorundaydı. Bu durum başlığı değiştirdi. Ödülleri ile boy boy fotoğraflarını çektiğimiz, sık sık “Ramazan bak oğlum!” diye hayali bir varlığa seslenen bu güleryüzlü adamın hali içimi parçalayınca benim için O artık; “Yokluk İçinde Bir Hazine” idi.

 

Sağolsun yasak olsa da çocuklarıyla çalıp söyledi.  Ertesi gün oradan ayrılırken bizden belki çalıp söyledikleri, belki yetemedikleri için para istedi. Bu bende büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Aslında O’nun cephesinden bakınca haklıydı. Bir el sanatları ustası olsaydı metaını satınca parasını isteyecekti. O’nun yaptığı da emek ve yürek verilmiş bir ömürdü ama ben ne bir üniversite ne de vakıf bütçesiyle gitmiştim, dönüşte getirdiklerimle ne bir akademik kariyer ne de bir makam beklentim vardı. İşime gönlümü katmaya çalışan bir araştırmacı olarak salt kendi çabam ve dostların desteğiyle oradaydım.  Yıllardır içindeki amansız sevda ile coşan, ağacın,  mızrabın, telin dilinden anlayan ancak bu işin tüccarları ile aşkla yanan bir yüreği ayıramayan bu gönül ustasına azıcık kırıldım. Kendisine para veremeyeceğimi ama elimden gelen başka her türlü yardımı yapacağımı söyleyerek helalleştim.

 

Döndüğüm zaman kullandıkları pahalı Alzheimer ilaçları için ilaç firmalarını destekleyici edebilecek sağlam bir hekim buldum ve kendilerinden ilaçların adını istedim ama göndermediler. Bir de kendi talepleri üzerine daha önce Çameli Kaymakamı olan Kepez Kaymakamı Mehmet Ali Özyiğit’in makamına gittim. Sağolsunlar beni çok iyi karşıladılar, konuyu anlattım, söyleştik, Hayri Amca’nın oğlunu arayıp sorunlarına çözüm aradılar. Bunları yaparken bir yandan da O’nu yazıp yazmamayı düşündüm ama nedense içimden gelmedi. Ama Mevla kerim, belki bir gün çamdan düdük akıtan, sihirli ezgilerin dahisini de yazarım.

 

 

 

İnanmak var olmaktır, bilirsin.

İnandığımız şeyler için yaşayalım.

Nice sabahlar, nice aydınlıklar,

Gelecek nice iyi günler için yaşayalım.*

 

Başlıkta; “Fığla Bardaklarım Vaarrr!!!” diye çığırdım ya… Yok yok, memura ikinci iş serbest edilse de satıcılığa neyin (falan) heveslenmedim, sadece konuyu inetrnette arayan olursa kolay bulsun istedim.  Ama içimi sorarsanız ticari zekâm sıfır olsa da onları tanıdığım yıllarda büyümüş olsaydım kakma araba ile diyar diyar gezip tuhaf tuhaf şeyler satan bir çerçi olmak, çocuklara matrak, kızlara düşsel bir dünyanın gereçlerini, delikanlılara yiğitliğin, gocalara bahtiyarlığın sırlarını dağıtmak isterdim. Ama şimdi zaman dağıtma ve satma değil, farkında olma, sahip çıkma, kazanma ve çoğaltma zamanı. O halde gelin sizinle yürek soğutan yanık dondurmaların,  Şeyhzade Korkut’un ve Şahkulu bendelerinin diyarı Korkuteli’ne gidermiş gibi yapalım. Yapalım diyorum çünkü ben ustamızı Antalya’da kızının evinde bulduğum için ayağına gidemedim.

 

Sözünü ettiğim kişi de bir hazine, inandığı şeyler için yaşamış bir kahraman ama bunu çok az insan biliyor. Bunu, bilenleri sayıca azımsadığımdan değil daha çok insanın duymasını dilediğimden diyorum. Geçen hafta Elmalı’nın Gilevgi Köyü’nde yaşayan ve çıtlık ağacından küçük objeler yapan amcadan öğrendiğim bir değerin izini sürerken tanıdım O’nu. Yörede Korkuteli Çomaklı’nın eski adı ile “Fığla Bardağı” olarak tanınan, Çomaklı’da ise sadece “bardak” denen, en çok çam, nadiren de ardıç ve sedir ağacından oyulan su kaplarının son ustasını yani.

 

Adı; Fehmi KARAMAN. Hakkında serin yaylaları, duru suları ve Fehmi Amca’nın eşi Fatma Teyze’nin deyimiyle; “gadın gadın kokan” ve mideye iyi gelen şifalı Hacıibiram Otlarından başka hiçbirşey bilmediğim, Korkuteli’nin şimdilerde kasaba olan Çomaklı Köyü’nden. 1926’da doğmuş 6 çocuklu bir çiftçi, aynı zamanda 60 yıldır da bu kaplardan yapıp geçimini sağlamış. Aslında o zamana kadar bu yörelerde Tahtacıların “çotura” dediği yine çamdan oyulmuş su kapları bilinip kullanılırken bu özgün kabın köye tıpış tıpış gelip öğrenilmesinin öyküsü şaşkınlık verici bir olaya kadar uzanıyor.

 

Fehmi Amca 25-30 yaşlarında iken bir gün Karaman taraflarından gelip köylerinin yakınında konaklayan göçebe bir ailenin merkeplerini canavar yemiş. Böylece orada kalakalan aile daha sonra bu köye yerleşip bildikleri bu hüneri bütün köye öğretmişler. O günden sonra onları çevre köylerden özel yapan bardak yapımı aynı zamanda köyün önemli geçim kaynaklarından biri olmuş. Hemen bütün çevre köylere kamyonlar dolusu gönderecek kadar çok üretmiş, ürettikçe yeni modeller yaratmışlar. İçinden evde, ovada çam kokulu sular, mis kokulu dağ çayları içip topaç gibi, çıra benizli çocuklar yapmışlar.  Dostlarına armağan edip çocuklarının çeyizini donatmışlar.

 

Bir adı da “senek” olan, türüne göre ülük denen iki ya da dört su akıtmalığı ama mutlaka şişe şeklinde bir boynu (boğaz) olan bardakların yapımında birçok özgün araç -gereç kullanılıyor. Bunlar hepsi bu işler için demircilere özel yaptırılan;

 

1-    Kullanılmadığı zaman ağaç kınında duran sivri uçlu keskin bir bıçak,

2-    Boğaz ve ülük için ayrı ayrı olmak üzere burgular (boğaz burgusu-ülük burgusu) ve bunların ustanın çam ağacından yaptığı kınları,

3-    Tabandan itibaren düzgün bir eksen oluşturmak için kullanılan demir pergel,

4-    Ağacın dış yüzeyini kendine doğru yontup şekil vermek için kullanılan Işkı,

5-    El Bıçkı,

6-    Keser,

7-    Buda makası,

8-    Ağaçların nişarasının ustanın üstüne dökülmesini engelleyen önlük; Bağırtlak,

9-    Zımpara,

10-  Aletleri keskinleştiren bileği ve,

11-  Bütün bunların konduğu dokuma kıl heybedir.

 

 

 

20 yıl önce, o zamanlar köyde birçok ustanın yapıp geçim ettiği bu su kaplarına yeni bir yorum getirmiş Fehmi Amca ve bunun su kabı işlevini bertaraf edip sadece süs için olanını geliştirmiş. Buna da “altın bardak” demiş. Çomaklı Belediyesi de bunu kasabanın sembolü ilan edip 80’li yıllardan beri düzenledikleri güreşlerde bu altın bardağın gerçeğini ödül olarak verir olmuş.

 

Ancak gel zaman git zaman her güzelliğin bir sonu olduğu gibi çocuklarının öğrenmeye yanaşmadığı ustalar birer birer göçüp gidince ganimetleri kapanın elinde, hayalleri değer verenlerin anılarında kalmış. Geride yalnızca 85 yaşında kalp vurgunlarından bitap ama hâlâ sapasağlam, çekik Tatar gözleriyle insan insan bakan Fehmi Amcamız kalmış.

 

Şimdi Fığla Bardağın bugünü de, geleceği de anlatmaya çalıştığımız; semercilik, çarıkçılık, su değirmenleri ve benzer birçok el sanatı gibi aşikâr. Duyuyor, görüyor, yaşıyor, anlatmaya çalışıyoruz. Anadolu’nun bereketli toprakları her ölümlü gibi Fehmi Amcalar gittikten sonra da mucizeler yaratacak, biliyoruz. Ama umarım Fehmi Amcaların asıra yaklaşan deneyimini onlar kadar ağır bedeller ödemeden kazanmaya, öğrenmeye hevesli, sahip çıkan nesiller yetiştirebiliriz ve insanımız böyle yetenekleri özendiren çağdaş bir eğitim sistemine ve yozlaşmanın yarışmadığı nitelikli yarışma programlarına uyanır.

 

Adı bugün Fığla Bardak, yarın taş kristal bezeme olsun, yeter ki insanlarımız bilinçli olsun, değerlerine sahip çıksın. Güzel Anadolumuz sevgiye, kardeşliğe, güzel günlere beşik olsun…

 

Fehmi Amca’nın ağzından uzun bir şiir denemesi yaptım. Haklarında henüz çok şey bilmememe karşın beni bu özgün yaratı ve ustası konusunda bu denli coşturan ve çokça konuşturan sevdalandığım diğer bütün ustalar gibi Fehmi Amca’nın da bilgeliği oranında alçakgönüllü oluşuydu. Ve meyvesi olgunlaştıkça dallarını yere eğen ağaçlar misali sanırım asıl meziyet de buydu. Ellerin dert görmesin Fehmi Amca. Evrenin bütün ağaçları yoldaşın olsun...

 

*Ümit Yaşar OĞUZCAN: İki Kişiye Bir Dünya – Karanlığın Çağırışı

 

 

Fığla Bardak düzerim,            Belledim goca çamı,

Yeri göğü gezerim.                 Üstümden attım gamı.

İçine can doldurur,                 İşledim, şekil verdim

Üstüne düş çizerim.               Rızık kazandım hemi.

 

Bardak yaptım ülüklü,            Örttük üste çaputu,

Güzel sevdim belikli.              Öteledik tabutu.

Altı çocuk büyüttük,               Çam kokulu su yaptık,

Emek ile çelikli.                       Buyur ettik mabudu.

 

Yayla yayla dolaştık,              Ağaca can işlerdik,

Yağlı, yavan üleştik.               Güzel günler düşlerdik.

Bakma gözlerden düştük,      Bilseydik sonu böyle,

Yol çatına ulaştık.                   Başlamadan boşlardık.

 

Kâh yapar kâh bozarım,         Çin’den gelir ruhu yok,

Derdim büyük, bizarım.          Katığımda şavkı yok.

El malı baş üstünde,               Âlem bizi unutmuş,

Buna gönlüm üzerim.             Ona sarmış, aklı yok.

 

Çam bardağa dayandım,        Havas etmedi biri,

Ne günlere uyandım.              El sanatı, el kiri.

Çocuklarım beller de,              Vefasıza kalmasın,

Unutturmayız sandım.            Hünerimin hiçbiri.

 

Bardağım dört kanatlı,            Emek verdik, almadık,

Kandırır yaya, atlı.                   Kıymet bilen bulmadık.

Gönül yapar, can katar,          Ata aklı servetmiş.

Kötü mala inatlı.                       Geç kaldık, tez bilmedik.

 

Bakın evlatlar bakın,               Biz gider olduk gayrı,

Aklınız başa takın.                   Yaşadık hasta, sayrı.

Geçmişi bellemeden,               Sizsiniz umudumuz,

Yola çıkmayın sakın.               Sakın düşmeyin ayrı.

 

Bugünleri biz yaptık,               Bu gidiş gidiş değil,

Sanırlar; “pula sattık”.            Kana vicdan, baş eğil.

Değerimiz bilmeyen,               Sahip çık geçmişine,

Sanmasın “doğru ettik”.         Yola tedbirli koyul.

 

 Seksen beş yaşındayım,         Söyle Eyvaz’ın gızı,

 İşimin başındayım.                  Ayırma sizi-bizi.

 Umut tükenmez servet,          Emrine şükür Mevla,

 Uyanış düşündeyim.                Korusun cümlemizi.

 

Öznur TANAL 25-28 Şubat 2011 (Eyvaz: Rahmetli Babamın lakabı.)

Yayın Tarihi
01.03.2011
Bu makale 25409 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
01.03.2011 - Çamdan Bardak Akıyor/ Fığla Bardaklarım Vaarrr!!! İle ilgili bir yazı gönderdim. O yazımı istediğiniz yerde benim ismimle yayınlayabilirsiniz. Ancak yayınlarsanız haber vermenizi rica ederim. Adil Yüksel

Adil Yüksel 08.12.2011

KAYIP MESLEK FIĞLA BARDAĞI Özet Fığla bardağı yıllar önce,Göller Yöresi olarak bilinen bölgeye özgü, çam ağacından yapılan, çok önemli bir su taşıma ve bulundurma kabıydı. Yapım yeri ise Antalya ili Korkuteli ilçesinin Fığla Köyü (bugünkü Çomaklı Kasabası) İdi. Fığla bardağı, Fığla’da yapılır. Oradan diğer köylere hediye veya ticaret yoluyla dağıtılırdı Önemi ise o yıllarda tarlaya, bahçeye, harmana, odun dağına, kısaca su ihtiyacı olan her yere kolayca, emniyetli , soğuk bir şekilde su taşıma ve saklamakta kullanılır olmasıydı. Pilastik kaplar yoktu. Toprak testiler taşıma anında çabucak kırılırdı. Bakır kaplarda uygun değildi. Fığla bardağı sağlıklı, emniyetli, temiz ve suyu soğuk tutardı. Bardak yapmak için ilk önce çamlığa gidilir. Orada bardak yapmak için elverişli olan çam ağaçları seçilir. Her ağaçtan bardak yapılmaz. Kesilen çamın kalın kısmından senek, ince kısmından bardak, orta kısımdan yatık yapılırdı. Bardaklar üç ile yedi litre arasında su alırdı. Senekler de ortalama sekiz ile on sekiz- ondokuz litre arasında su alırdı. Bardakçılığın tüm aşamaları Orman İşletme Müdürlüğü, orman muhafaza memurları ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki orman askerlerinden, ve karakollardan gizli yapılırdı. Bardaklar genellikle tek ülüklü olurdu. Fakat bazen iki çok nadir olarakda dört ülüklü olurdu. Dört ülüklüler çoğunlukla küçük ve hediye edilirdi. Kısaca, hediye edilecek yere ve kişiye göre bardak yapılırdı. Dört ülüklü bardak az su alır, çabuk buzulurdu. Tarlada, harmanda kullanılamazdı. Bu ara bardağın içinin oyma ayarı çok önemlidir. İçini az oyarsan: Suyu az alır. Bardak çok ağır olur. Bardak geç yarılır, zor bozulur. Suyu daha soğuk tutar. Çok oyarsan: Suyu çok alır ama ağaç kısmı az olunca küçük bir darbede çabuk parçalanır. Hafif olur, kolay taşınır. İçi boş kalırsa çabucak yarılır. Suyu çobucak ılır. Normali ortadır. Bu ayarı bardakçılar ustalarından öğrenirken belirler ve öğrenirler. Bardakçının kendine ait özel aletleri vardı. Bardak yapılacak yere, ortası özel kesilmiş bir ağaç yatırılır ve buna kerti denirdi. Bardak aletleri testere, keser, eğdi, boğaz burgusu, oyma burgusu, ülük burgusu, bardak oygusu, bardakçı çakısı, ışk ı, ışkı önlüğü. Bu aletleri, testere hariç beldemizdeki demirciler yapardı. Burgular konik şeklinde ve görevine göre farklı büyüklükte olurdu. Burgularla tahta ağaç vs delinemezdi. Satılacak bardaklar büyük çuvallar içine yerleştirilir, merkebe yüklenir veya at arabası ile nakil yapılrdı. Gidilecek yerin uzaklığına veya yolların tenhalığına göre bazen akşam geç saatlerde bazen de sabahın çok erken saatlerinde yola çıkılır ve ekseriyetle varılan yerleşim yerine sabah varmak tercih edilirdi. Orada tanıdık bir eve misafir olunur bardaklar pazarlanırdı. Akşam varınca sabaha kadar ev sahibi ve bardak sahibi rahatsız olurdu. Şikayet olabilir. Baskın olabilir korkusu insanda ister istemez hakim olurdu. Bardak satılacak yerde orman muhafaza memuru yortur ama, baskın jandarma tarafından olabilir. Hatta bazen köy muhtarları , köydeki bekçi veya fırsatçılar santaj yapmak isterlerdi. Belki de karakollar veya orman işletmeleri işi bilerek hafife alıyorlardı. Çünkü o zamanlar bardak bir olmazsa olmazdı. Bardakçılık o zamanlar görülen tütün, mermi, silah ve afyon sakızı vb kaçakçılıklardan çok farklıydı. Onlar almazsa çok iyi olur. Bardak olmazsa çok kötü olurdu. Satış için, yöredeki köy, kasaba veya ilçelerden tüccarlar da gelirdi. Çam kokusu, çam akması (reçinesi) yeni bardakta su, birkaç saat beklediği zaman o güzelim koku ve tat bambaşka olur ve suyunu içenler tekrar içmek için can atardı. O yıllarda yeni bardak veya senek görenler tarafından çok imrenilirdi. Neyse zaman geldi geçti. Ben de görev, ziyaret, ihtiyaç, taziye, dügün vb nedenlerle yöremizin pek çok köyünü gezdim. Ama o köylerin hemen hepsinde, yıllarca önce ki bardakların, seneklerin, yabaların, anıları anlatılırdı. Yine o köylerden edindiğim izleninlere göre, bardak ihtiyacı olanlar, köylerine bir bardakçının gelmesini dört gözle beklerlermiş. 1950 li yıllarda veya daha önce doğanlardan, başka köylerde yaşayanlara dahi sorsanız Fığla Bardağıyla ilgili bir anısı veya bilgisi muhakkak ve kesnlikle vardır. Dolayısıyla o yıllarda fığla bardağı çök gözde bir ihtiyaçtı. Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Pilastik kaplar çıktı. Buzdolapları çıktı. Makinalı tarıma geçildi. Artezyen kuyuları açıldı.Su şebekesi çoğaldı… Fığla bardağına olan ilgi ve ihtiyaç da azaldı. Bardak ustaları yavaş yavaş hakkın rahmetine kavuştu. Yeni ustalar, tüm kaybolan mesleklerde olduğu gibi, bardakçılkta da yetişmedi. Yöremizde ve beldemizde bize özgü bir deyim vardır. ‘’Eski çamlar bardak oldu.’’diye. Şimdi de, o bardaklar da kayboldu. Tarih oldu. Eski bardaklar antika oldu. Eskisi dahi bulunmuyor Belki bardakçılık başka yerlerde yörelerde, başka ad altında da vardır ama bilemiyorum. Olması da gerekli. Çünkü , oralarda da su kabına ihtiyaç vardı. Varsa bilenlerin görenlerin ilgi ve bilgilerini bekliyorum. Ancak Atatürk’ün 19 mayıs 1919 da Samsun’ dan sonra ilk ayak bastığı yer olan Havza’daki konakladığı binada , Havza Atatürk Evi Müzesi’nde bir tane gördüm. Bilenlerden ve ilgilenenlerden haber bekliyorum. KAYIP MESLEK FIĞLA BARDAĞI Fığla bardağı yıllar önce,Göller Yöresi olarak bilinen bölgeye özgü, çam ağacından yapılan, çok önemli bir su taşıma ve bulundurma kabıydı. Önemi ise o yıllarda tarlaya, bahçeye, harmana, odun dağına, kısaca su ihtiyacı olan her yere kolayca, emniyetli , soğuk bir şekilde su taşıma ve saklamakta kullanılır olmasıydı. Pilastik kaplar yoktu. Toprak Toprak testiler taşıma anında çabucak kırılırdı. Bakır kaplarda uygun değildi. Fığla bardağı sağlıklı, emniyetli, temiz ve suyu soğuk tutardı. Yapım yeri ise Antalya ili Korkuteli ilçesinin Fığla Köyü (bugünkü Çomaklı Kasabası) İdi. Fığla bardağı, Fığla’da yapılır. Oradan diğer köylere hediye veya ticaret yoluyla dağıtılırdı. Bardağa Fığlalılar Bardak, diğer köylüler ise ‘’Fığla Bardağı ‘’derlerdi. Fığla bardağı üç boy olurdu. Küçüklerine bardak, Büyüklerine ‘’senek’’ denirdi. Her ikisinin ortasında olanlarada ‘’yatık’’ adı verilirdi. Yaba, yabaaltı, (büyük yaba,samanda kullanılırdı) oklava, döven vb zaruri ihtiyaçları pek çoğu yine bizim kasabamızdan temin edilirdi. Kasabamızın kuruluş efsanesi bardakçılığa dayanır. Bardakçılık sayesinde kurulduğu söylenir. Her ülkenin, her şehrin, her ilçenin, her köyün bir takma adı (lakabı) sembolü vardır. Makarnacı, sambacı, baklavacı ,pastırmacı, halıcı, hamsici, patatesci, iğdeci, kirazcı vb. bizim kasabamız da bardakçı olarak anılır. Bardaklar üç ile yedi litre arasında su alırdı. Senekler de ortalama sekiz ile on sekiz- ondokuz litre arasında su alırdı. Bardağın kendine özgü yapım, kullanım, ticari özellikleri, avantaj ve dezavantajları vardı. Bunları şu şekilde özetleye biliriz. Bardak yapmak için ilk önce çamlığa gidilir. Orada bardak yapmak için elverişli olan çam ağaçları seçilir. Her ağaçtan bardak yapılmaz. Çünkü bazı ağaçların doğal yapısı, litaratürde ‘’lifi eğri veya lifi doğru olarak anılan’’, yöremizde, özü doğru veya özü buruk adı verilen yapısı olur. Hani derlerya’’ doğrunun hasmı çok olur diye ‘’ özü doğru ağacın, düşmanı çok olur. Bir ağacın özü doğrumu burukmu olduğu göz ile kabuklarının yapısından kolayca belli olur. Özü doğru ağaçların kabukları yukarıdan aşağıya doğru düz olur. Özü burukların kabukları da buruk olur. Hatta bazen çamlara yıldırım düşünce, çamlardaki yanık izi bazı ağaçlarda doğru doğru olur, bazılarında da sarmal dalambaçlı olarak görünür. Bu ağacın telinden dolayı farklı şekil alır . Teli doğruda doğru, teli burukta yıldırımda buruk (sarmal, dolambaçlı) iner. Teli buruk ağaç doğramacılıkta bile çok sevimli kullanılmaz. Bardak, oklava,yaba, yabaltı, düven yapmak için kullanılan ağaçlar göz ile seçildikten sonra, bazen de, o ağaçtan bir miktar kesilerek emin olmak için balta ile test yapılırdı. Bardaklık ağaç o zamanlar yörede, golostor adı verilen büyük testere ile dibinden kesilerek yere yatırılırdı. Testerenin buyu ortalama yüz elli santimetre, kurban edilen çamın kökü ( kuturu) çapı ise otuz ile elli santimetre arasında değişirdi. Yere yatırıldıkta sonra gövdesinin uygun yerlerinden ortalama seksen – yüz yirmi santimetre uzunluğunda kesilir. Buna bardak tastağı adı verilir. Bir taslaktan iki veya üç bardak çıkar. Taslaklar, merkeplere yüklenerek yapım yerine getirilirdi. Bu ara insanlar yorulup susayınca aynı işlemlerden daha önce geçmiş olan bir bardaktan, buz gibi suyunu kana kana içerek susuzluğunu giderirdi. Kesilen çamın kalın kısmından senek, ince kısmından bardak, orta kısımdan yatık yapılırdı. Bardakçılığın tüm aşamaları Orman İşletme Müdürlüğü, orman muhafaza memurları ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki orman askerlerinden, ve karakollardan gizli yapılırdı. Ormandan getirilen küçük parçalar bardak yapım ustaları tarafından işlenmek için işlem yapılan yere getirilir, işleme başlanırdı. Burası evlerin, behçenin veya ormanın sessiz sakin ,en emin bir yeri olur ve herkezden gizlenirdi.. Bardakçının kendine özel aletleri vardı. Bardak yapılacak yere, ortası özel kesilmiş bir ağaç yatırılır ve buna kerti denirdi. Aletleri testere, keser, eğdi, boğaz burgusu, oyma burgusu, ülük burgusu, bardak oygusu, bardakçı çakısı, ışkı, ışkı önlüğü. Bu aletleri, testere hariç beldemizdeki demirciler yapardı. Burgular konik şeklinde ve görevine göre farklı büyüklükte olurdu. Burgularla tahta ağaç vs delinemezdi. Bardağın belirli bölümleri vardır. Suyun içeriye giren kısmına ağız, su içmek için kullanılan kısmına ülük, taşımacılıkta tutulan kısmına kulp, su doldurulan kısmına gövde, gövde ile ağız arasına boğaz denirdi. En alt taban kısmına ketez denirdi. Bir bardakta su bazen üç-beş gün bazende bir hafta rahatlıkla durabilir. Bu süre bardağın işçilğine, kalınlığına mevsimin özelliklerine göre değişir. Bazen özellikle yaz mevsiminde bir bardak veya senek günde iki üç defa yada daha fazla dolar suyu içilir, tekrar dolardı. Yani,bu amele veya çalışan sayısına, bardak sayısına bağlıydı. Yaz mevsiminde oraktan veya harmandan gelince akşamdan senekler doldurulur. Serin bir yerde gece dolu olarak bekletilirdi. Seneklerdeki su gece serinliğini alır ertesi güne soğuk bir su hazır olurdu. Bu yapılan iş, ‘’ayazlatma’’ adını alırdı. Bardak ve seneklerin ağzında bir tıpa olurdu. Bu tıpa ekseriyetle çam kozalağı, çaput veya bir ağaç parçasından yapılır. Bir ip ile seneğin sapına bağlanırdı. Bazen seneklerin sülükleri, bilhassa tozlu topraklı yerlerde, harman yerinde ve rüzgarlı günlerde bir temiz çöp veye otlarla tıkanırdı. Amaç içeriye toz toprak vs girmesin. Bu iç için çoğunlukla hoş güzel kokulu otlar ve çiçekler tercih edilirdi. Çünkü o güzel koku, su içerken insana bir ferahlık ve güzellik verirdi. Yetişkinler ve çocuklar bitkileri çok iyi bilirler. O yıllarda ne buz, ne buzdolabı ne de başka bir su kabı vardı. Şekil 1 Bardaklar genellikle tek ülüklü olurdu. Fakat bazen iki çok nadir olarakda dört ülüklü olurdu. Dört ülüklüler çoğunlukla küçük ve hediye edilirdi. Kısaca, hediye edilecek yere ve kişiye göre bardak yapılırdı. Dört ülüklü bardak az su alır, çabuk buzulurdu. Tarlada, harmanda kullanılamazdı. Bardakçı, bardağa şeklini verir, sonra bardağın iç kısmını , alt kısmından , önce oyma burgusu ile oyar. Sonra yarıdan boyuna kesilmiş, kepçeye benzeyen, eğdi ile içini boşatır, (bardakçı ağzıyla bardağı oyardı). Daha sonra bardağın boğazını boğaz burgusu ile ülüğünü ülük burgusu ile deler, en sonra son rutuşları yapar, üzerine de çizgi çizgi süsler yaparak son şeklini verirdi. Bazı bardakçıların kendine has süsleme şekli ve süsleri olurdu. Bazı kimseler süslerden ve yapılış şeklinden , gördüğü bir bardağın kimin elinin emeği ve eseri olduğunu bilirdi. Bu ara içinin oyma ayarı çok önemlidir. İçini az oyarsan: Suyu az alır. Bardak çok ağır olur. Bardak geç yarılır, zor bozulur. Suyu daha soğuk tutar. Çok o yarsan: Suyu çok alır ama ağaç kısmı az olunca küçük bir darbede çabuk parçalanır. Hafif olur kolay taşınır. İçi boş kalırsa çabucak yarılır. Suyu çobucak ılır. Bu ayarı bardakçılar ustalarından öğrenirken belirler ve öğrenirler. Normali ortadır. Sıra bardağın, oyulan alt kısmını kapatmaya gelirdi. İşçilik yapılan yer kapanacak. Oraya yaş çam ağacından, ayrı, daire seklinde, her iki tarafı hafif oval, aynı çopta bir parça yapılırdı. Buna bardağın dibi (tıpası) denirdi. En son olarak bardağın diplenmesi yani tıpasının yerleştirilmesi işlemi yapılırdı. O iş ise dibi yerine güzelce yerleştirilir. Daha sonra yine teli doğru bir çamdan alınmış, kuru küçük bir tahta parçası alınır. Bu parça incecik teneke kalınlığında inceltilir, bıçak ucu şekline getirilir. Bu ara bardağın ülüğü bir el ile kapatılır, ağzından üflenir. Hava kaçan yer öbür elle kontrol edilir. Hava kaçan yere, bardağın ana kısmı,ketezi ile dip kısmı arasına hafifçe tıkıklayarak yerleştirir. Sonra bıçakla kesilirdi. Hava çıkışı bitince, bardak kullanıma hazır hale gelmiş olurdu. Tahtanın kuru ve iyi çamdan olmasının nedeni , hem işçiliğin kolay olması hem de kuru çam, yaş ağaçtaki nemi görünce veya bardak ,su ile dolunca, hacmi genişler, şişer. Bu şişlik hem dibin çıkmsını, hem de suyun sızmasını engeller. . Sıra bardağın kullanılmasına gelmiştir. Bazı bardaklar, beldemiz Çomaklıda kullanılır. Bazen hediye gönderilir. Bazen de komşu ve uzak köylere satılmaya giderdi. Satış için, yöredeki köy, kasaba veya ilçelerden tüccarlar da gelirdi. Satılacak bardaklar büyük çuvallar içine yerleştirilir, merkebe yüklenir veya at arabası ile nakil yapılrdı. Gidilecek yerin uzaklığına veya yolların tenhalığına göre bazen akşam geç saatlerde bazen de sabahın çok erken saatlerinde yola çıkılır ve ekseriyetle varılan yerleşim yerine sabah varmak tercih edilirdi. Orada tanıdık bir eve misafir olunur bardaklar pazarlanırdı. Akşam varılırsa sabaha kadar ev sahibi ve bardak sahibi rahatsız olurdu. Şikayet olabilir. Baskın olabilir korkusu insanda ister istemez hakim olurdu. Bardak satılacak yerde orman muhafaza memuru yortur ama, baskın jandarma tarafından olabilir. Hatta bazen köy muhtarları , köydeki bekçi veya fırsatçılar santaj yapmak isterlerdi. Belkide karakollar veya orman işletmeleri işi bilerek hafife alıyorlardı. Çünkü o zamanlar bardak bir olmazsa olmazdı. Bardakçılık o zamanlar görülen tütün, mermi, silah ve afyon sakızı vb kaçakçılıklardan çok farklıydı. Onlar almazsa çok iyi olur. Bardak olmazsa çok kötü olurdu. Çoğunlukla bardakların yeri hazır olur ve pazarlama kısa anda yapılırdı. Çünkü bardak ve senek her evin çok önemli bir ihtiyacı idi. Üretimi ise az ve sınırlı idi. Bu işleri genellikle tarlası, bağı, bahçesi az olan kişiler yaparlardı. İhtiyaç sahipleri çoğunlukla bardak satıcılarının misafir olduğu eve önceden haber bırakırlar bazen de para dahi bırakırlardı. Pazarlama ve baskın korkusu kısa anda biterdi. Bardağı ister satın al, ister kendin yap, istersen yaptır, İstersen hediye gelsi: Sıra kullanıma geldi. Ev çeşmeye veya suyun kaynağına yakınsa el ile veya merkeple, uzaksa mecburen merkeple bardak suyun kaynağından doldurulur. Eve gelince yeni bardağın suyunu içelim diye hemen konuşulurdu. Hani meşhur bir söz var ‘’yeni kap suyu soğuk tutar diye’’ gerçekten çok doğrudur.Yeni senek ve bardak, suyu soğuk tutardı. Fakat yeni bardağın apayrı bir özelliği daha vardır. Çam kokusu, çam akması (reçinesi) yeni bardakta su, birkaç saat beklediği zaman o güzel koku ve tat bambaşka olur ve suyunu içenler tekrar içmek için can atardı. O yıllarda yeni bardak veya senek, görenler tarafından çok imrenilirdi. Bardak sahipleri gösteriye çıkmazdı ama bardaklar mecburen görülecektir. Çünkü; insanlar, her nereye çalışmaya giderse muhakkak yanında su bulunduracak. Başka bir şey, bardağın görevini yapamadığı için yeni bardak, hem görülecek hem de kullanılacaktı. Bardağın el ile, at arabası ile , at, deve veya merkeple taşıması çok kolaydı. Yük hayvanlarının semerinde her zaman hazır bir ip, urgan olurdu. Bardağın kulpı ile ülüğü arsından ip kolayca geçirilir, ipin ucu da semerdeki semer ağacı adı verilen yere geçilir ve işlem hemen tamam olurdu. Hiç bağlamaya gerek yoktu. Çünkü urganın semere özel bir bağlanış şekli vardı. Urgan semere bağlandıktan sonra, çoğunlukla eskiyince semerden alınırdı. Bu urgan ormandan taslak, odun, zahire, ot vs. getirirken her zaman kullanılırdı. Bunların farklı farklı yükleniş ve bağlanış şekli vardır. Ama bazen, hele hele küçük çocuklar, merkebe bardağı asarken yere düşürür. Veya bardak bir metre kadar yüksekten düşerse ekseriyetle bardığın alt kısmındaki tıpası yani dibi, çıkardı. Bardağın dibinin çıkması yine iyidir. Daha kötüsü de olabilir. Bardak yarılır. Ah işte o zaman. Çocuksan küçüksen vay haline. İnsanı bir korku alır, geriye üzüle üzüle gelirsin. İşin bir başka kötü yönü daha vardır. Yük hayvanlarına yüklenenen yükün ağırlığı, her iki tarafta mümkün olduğunca eşit olmak zorundadır. Bir taraf hafif bir taraf ağır olusa, semer ağır taraf yatıverir. Eğer çocuksan,senek yarıldıysa yada seneğin dibini çeşmede çıkardıysan öbür seneği dolu olarak eve getiremezsin. Birde semer devrilir. Semeri de doğrultamazsın. O zaman vay haline. Büyükler iyi kötü, tek seneği getirirler. Semeri devirtmezler. Yarık bardak su için kullanımdan çıkmıştır. Yarık az ise evde ihtiyaca göre, mutfakta, içerisine tuz, bulgur, nohut vs konabilir. Yada inşaat halindeki bir evin duvarına yerleştirilir içrisine anahtar, kibrit, çıkın vs. konabilir. Belki zenginler, gizli yerdeki bardak kırıklarına başka şeylerde saklıyorlardı. Geri gelince, çocuğun durumu evdeki tavra, ebeynin karekterine veya evdeki misafir sayısına göre göre değişir. Çünkü evde misafir varsa, çocuklar… Bir de dipleme işinin yapıldığını çocuk bilmiyorsa. Bardağın dibini orada bıraktıysa vay haline. Harmanda, orak tarlasında, yaz sıcağında, su bekleyen, varsa, suya giden de boş gelirse…. Aslında bardağı, merkebe asamayacak çocuklar su için çeşmeye giderse onlara tembeh edilir. Birileri gelinceye kadar bekle, yada falan kişiye söyle o senekleri asıversin derler. Kuyuya yaklaşma havuzlara suya girme, merkepten düşme vs gibi. Harman, davran derler. Çünkü bir yetişkinden ziyade çocukların suya gitmesi tercih edilir. Büyüklerin gitmesi iş, zaman vb çeşitli kayıptır. Çocuk dedikse, rahatça gidib gelebilecek yaşa gelenlerdir. Ama, bu iş bazan büyüklerde de olabilir. Kaza geliyorum demez. Ölümü görmeyen hastalığa razı olmazmış. Seneğin dibinin çıkması yarılmasından, çooç çoook iyidir. Bazen çocuklar çeşmeden ağlıyarak gelirse, çocuğun teselli olması sağlanırdı. Beki pataklananlarda olmuştur. Dibi çıkan parça ilk defada olduğu gibi, aynen yerine yerleştirilir ve diplenirdi. Ama küçüğün çektiği korku, ona, zazen yeterdi. Bu dipleme işini herkez yapamazdı. Eğer diplemeyi yapan küçüğe iyi davranır teselli ederse ikinci bir vakada üzülme az olurdu. Atalarımız boşuna tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır dememişler. Bir bardakta su bazen üç-beş gün bazende bir hafta rahatlıkla durabilir. Bu süre bardağın işçilğine, kalınlığına mevsimin özelliklerine göre değişir. Bazen özellikle yaz mevsiminde bir bardak veya senek günde iki üç defa yada daha fazla dolar suyu içilir, tekrar dolardı. Yani,bu amele veya çalışan sayısına, bardak sayısına bağlıydı. Yaz mevsiminde oraktan veya harmandan gelince akşamdan senekler doldurulur. Serin bir yerde gece dolu olarak bekletilirdi. Seneklerdeki su gece serinliğini alır ertesi güne soğuk bir su hazır olurdu. Bu yapılan iş, ‘’ayazlatma’’ adını alırdı. Bardak ve seneklerin ağzında bir tıpa olurdu. Bu tıpa ekseriyetle çam kozalağı, çaput veya bir ağaç parçasından yapılır. Bir ip ile seneğin sapına bağlanırdı. Bazen seneklerin sülükleri, bilhassa tozlu topraklı yerlerde, harman yerinde ve rüzgarlı günlerde bir temiz çöp veye otlarla tıkanırdı. Amaç içeriye toz toprak vs girmesin. Bu iç için çoğunlukla hoş güzel kokulu otlar ve çiçekler tercih edilirdi. Çünkü o güzel koku, su içerken insana bir ferahlık ve güzellik verirdi. Yetişkinler ve çocuklar bitkileri çok iyi bilirler. O yıllarda ne buz, ne buzdolabı ne de başka bir su kabı vardı. Bardaklar ve senekler uzun süre susuz kalırsa yarılır, kullanılmaz hale gelirdi. O sebepten uzun süre kullanılmadığı zaman suları ara sıra tamamlanır veya dolu kazanlarda bekletilirdi. Kazanların suyu arasıra değiştirilir, yenilenirdi. Uzun süre kullanılan bardakların içleri ara sıra kum ile çalkanır temizlenirdi. Bazen de dibi çıtığı zaman, diplenmeden önce el ile temizlenirdi. Kasabamızda bardağın ticaretini yapan insanlar vardı. Bunlardan bir tanesi, beldemizde Koca Iraz lakaplı Raziye Nine idi. Raziye Nine çevre köylere bardak, senek, yaba, yabaltı, çam sakızı, oklava… satmaya giderdi. Kendisi çok kabadayı çok çalışan biriydi. Atlıyı atından indirir denirya bu söz ona çok uyardı. Hiç kimse ona yan bakamazdı. - Ben, seksen iki köy gezdim; derdi. Bizler de çocukluğumuzda ona güler geçer dik. Çünkü seksen iki az bir sayı değildir. Bizim ilçezin ellidört köyü vardır. Bu sayı komşu ilin, yakın ilçlerinin köyleriyle anca tamamlanabilir. Bu yolculuk merkeple yapılmıştır. Bu da gösteriyor ki, sadece bir kişi seksen iki köye bardak nakli yaptıysa kimbilir o bardaklar kaç köye ve yerleşim yerine ulaştı. Neyse zaman geldi geçti. Ben de görev, ziyaret, ihtiyaç, taziye, dügün vb nedenlerle yöremizin pek çok köyünü gezdim. Saymadım ama belki Raziye Nine kadar, belki ondan fazla, belki de az köy gezdim. Ama o köylerin hemen hepsinde, yıllarca önce onun adı bardakları, senekleri, yabaları, anıları. anlatılırdı. Bazıları -Biz daha uyanmadan şafakla gelirdi. Diye konuşurlardı. Yine o köylerden edindiğim izleninlere göre, bardak ihtiyacı olanlar köylerine bir bardakçının gelmesini dört gözle beklerlermiş. O köyler bardak yapamazlardı çünkü bazılarında çam yoktu. Bazılarında çam vardı ama; hani, övünmek gibi olmasın, bardak yapacak insan yoktu. Bardağı ancak ve ancak bardakçı olan , bizim beldemizin insanları yapardı. Yine anlatılanlara göre, o köylerde de bardağın kullanımı, saklanması, ayazlatılması aynı imiş. Ancak bardağın dibi çıkınca dipleme işini, bazı köyler çimento, bazı köyler sakız, bazı köyler balmumu, cam macunu vb ile yaparmış. 1950 lı yıllarda veya daha önce doğanlardan başka köylerde yaşayanlara dahi sorsanız fığla bardağıyla ilgili bir anısı veya bilgisi muhakkak ve kesnlikle vardır. Dolayısıyla o yıllarda fığla bardağı çök gözde bir ihtiyaçtı. Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Pilastik kaplar çıktı. Buzdolapları çıktı. Makinalı tarıma geçildi. Artezyen kuyuları açıldı.Su şebekesi çoğaldı… Fığla bardağına olan ilgi ve ihtiyaç azaldı. Bardak ustaları yavaş yavaş hakkın rahmetine kavuştu. Yeni ustalar, tüm kaybolan mesleklerde olduğu gibi, bardakçılktada yetişmedi. Yöremizde ve beldemizde bize özgü bir deyim vardır. ‘’Eski çamlar bardak oldu.’’diye. Şimdi de o bardaklar da kayboldu. Tarih oldu. Eski bardaklar antika oldu. Eskisi dahi bulunmuyor. Beldemizde bir ara geleneksel altın bardak güreşleri yapıldı. Sonraları o da bitti. Son yıllarda bazı özel günlerde özel kişilere belediyemiz , beldemizin sembolü aran Fığla Bardağı hediye ediliyor. Bu bardaklar ise küçük ve sembol olarak veriliyor. Resimde gördüklerimiz, bu bardaklardandır. Beldemizde bir tane bardak ustası kaldı. Oda artık kısa süre sonra, sanırım bu işleri yapamaz. Çünkü malum, yaşı kemale bir hayli yaklaştı. Bu yazıyı hiçbir yazılı kaynağa bağlı kalmadan, kendi bilgi, deney ve tecrübelerime dayanarak ve başta babam Hasan Yüksel olmak üzere diğer büyüklerden duyduğum sözleri bir araya getirerek kaleme aldım. Belki bardakçılık başka yerlerde yörelerde,başka ad altında da vardır ama bilemiyorum. Olması da gerekli. Çünkü , oralarda da su kabına ihtiyaç vardı. Varsa bilenlerin görenlerin ilgi ve bilgilerini bekliyorum. Ancak Atatürk’ün 19 mayıs 1919 da Samsundan sonra ilk ayak bastığı yer olan Havza’daki konakladığı binada , Havza Atatürk Evi Müzesi’nde bir tane gördüm. Bilenlerden ve ilgilenenlerden haber bekliyorum. 26.01.2011 Adil YÜKSEL Emekli Öğretmen. Doğum yeri Çomaklı. adilyksel@hotmail.com . 0 532 5867010

ADİL YÜKSEL 08.12.2011

türkünün annesine tebrikler. diğer araştırma yazılarını keyifle okuyacağım. size sağlık ve esenlikler. türkünün gözlerinden öpüyorum.başarılar...

ibrahim ünay 14.04.2011

Yurdumun Emekçi güzel insanlarının dış dünyaya açılan penceresi olduğunuz için teşekkür ediyorum.Onurlandırmak kadar güzel bir duygunun olmadığını biliyor ve tüm onurlu insanlar üzerindeki emeklerizden dolayı sizi tebrik ediyorum.Başarılı çalışmalarınızın devamı dilğiyle...

Atile ÜNLÜ 28.03.2011

Öznur Hanım, yazılarınızı beğeniyle okuyorum. Antalya Bugün yazı ailesine katılmaktan mutluluk duyuyorum. Mesajınız için teşekkür eder ve başarılarınızın devamını dilerim. Saygılarımla ( Tuğrul SARITAŞ )

Tuğrul SARITAŞ 17.03.2011

Öznur Hanım; yazılarınızı keyifle takip ediyorum. Bu değerli eserlerin bir kitapta toplanması en büyük dilek ve arzularımdandır. Umarım bu önerimi dikkate alırsınız. Sevgi ve saygılarımla.

Yrd.Doç.Dr.İbrahim Baykan 11.03.2011

Öznur hanım, Hayri amca ile ilgili; "-Mevla kerim, belki bir gün çamdan düdük akıtan, sihirli ezgilerin dahisini de yazarım." dediğin yazıyı ben daima bekleyeceğim, Fehmi amca ile ilgili yazdığın güzel yazının satır aralarında geçen; "şimdi zaman dağıtma ve satma değil, farkında olma, sahip çıkma, kazanma ve çoğaltma zamanı." dediğin gibi, gönül istiyorki; sanat okullarımız,ilgililer,yetkililer de aynı konuya sahip çıksınlar,farkındalık yaratsınlar, Allah Fehmi amcaya uzun ömürler versin ama bu değerler de nesilden nesile kalsın,kaybolmasın,çoğalsın, bilineni yinelemiş oluyorum ama; "değerlerine sahip çıkan toplumlar hep ileride..." yüreğine sağlık, kalemine sağlık, selam ve saygılarımla,

Mehmet Keza KUNDAKÇI 08.03.2011

Öznur Hanım! Gerçekten çok güzel dile getirmişsiniz. Yüreğinize sağlık. Siz ve Fehmi KARAMAN gibi insanlarla ne kadar gurur duysak azdır.

Nazif ÇATALKAYA 04.03.2011

FIĞLA BARDAĞI için bir proje hazırlanır. buna değer. Kalkınma Ajaslarında buna örnek projeler var. onlar aramızdan ayrılmadan bu mesleğin öğretiilmesi, Antalya gibi bir turizm bölgesinde pazar bulunması daha kolay. bu konuda Mersin de el sanatları vakfı başarı üstüne imza atıyorlar. Vakıf Başkanı Hilmi Dulkadir . şu anda Özel İdare İnsan Kaynakları Daire Başkanı. yazıyı okuyunca inanın aklıma bunlar geldi. üretelim, üretelim. tarihliğin derinliğinde kalmasın. o Fırda Bardağı nda ne ezgiler vardır. orasına , burasına bulaşmış, iç içe olmuş ezgiler.

celal necati üçyıldız 03.03.2011

Çok sağolasın, köyleme doleştim geldim ve çam bardaktan su içtim geldim

Salih Sıkı 03.03.2011

Sevgili Öznur Güzel bir başlık ve güzel bir belgesel yüreğine emeğine sağlık. Keşke bir üniverisitede öğretim görevlisi olsaydında da, öğrenciler senin bu araştırma tekniğinde ve bu akıcı yazılarını örnek alsalardı. Çok teşekürler

Ali YILMAZ 01.03.2011

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!