YARINA YOLCULUK

Issız ADA’m

 

Git artık hikâyemden,

istemiyor seni hiçbir kahramanım.

 

O küçüklüğümde kalan babamı ve

 ruhumu ruhuna değdiren,

diğer yanımı,
Siyah gömlekli adamı özlüyorum.

Aleyna

 

 

Konuyu tekrardan ve hala “ıssızlıkta” tutuyorum. Etrafımızdaki birçoklarının bu konuda derdi olduğu için bu yazıda ilişkilerdeki ve aşklardaki yalnızlıklardan söz etmek istiyorum. İlişki konusunda çok başarılı olduğum için değil ama benimde içinde olduğum hayatta ilişkilerin tarafları ne kadar ıssızlaştırdığına bir kez daha dokunmak istiyorum.

 

İnsan, duygu, fikir, çocuk, mekan, eşya, ilişki ne olursa olsun ya başında ya da süreç içinde yada en sonunda ıssızlaşıyor. Giderek tükeniyoruz, tüketiyoruz. Issızlık kapalı toplumlarda, örneğin köylerde çok yok, ama şehirlerde hatta büyük şehirlerde çok derin. Bunun yanında şehirlerdeki ilişkiler, özellikle duygusal ilişkiler ve dostluklar, sağlam değil, güçlü değil.  

 

Terk edilerek öğreniyor insan sevmeyi, çarpa çarpa, çarpıla çarpıla düşerek aşağılara sevgi için çıktığın yücelikten, yükseklikten. İşte artık şunları, şunları yapmayacağım dediğinde birileri gelip kapıyı çalıyor, yıllarca hayır denilen kapıyı açılıyor ve o içeri aldıktan kısa bir süre sonra ezberler bile kafi gelmiyor.

 

Seyredenler iyi hatırlayacaklardır Issız Adam filmindeki ADA’yı ve ADA kendi halinde yaşarken, onun için değerleri olan her şeyi hoyratça oyuncağı olarak kullanan adamı. Önce mutluluk balonunu şişirip sonra patlatıyor ve çekip gidiyor. ADA’yı ne halde bıraktığını düşünmeden ve umursamadan.

 

Atilla İlhanın “Ayrılıkta sevdaya dahil, ayrılanlar hala sevgili” şiirindeki gibi, “Bence... İlişki ve aşk iki kişi arasında yaşanır. Taraflardan biri terk etmiş, bitirmiş, sonlandırmış olabilir ama bu hiçbir şeyi değiştirmez "aşk" varsa ve ortada da bir ayrılık varsa etraflarında milyonlarca kişi olsa bile Adam, ADAnın yalnızlığında yalnızdır ve tam terside ADA da Adamın yalnızlığında. Neticede ikisi de ıssız ve yalnızdırlar sol köşelerinde” diyor Aleyna ADA’nın ıssızlığı için.

 

Emre Yılmaz ilişkilerin “yalan” üzerine, “çıkar” üzerine kurulu olmasını tarif ederken “Sevginin karşıtı nefret diyorlar. Hayır, sevginin karşıtı nefret değildir. Sevginin karşıtı yalandır. Nefrete daha çok güvenirim, sahtesi olmaz” diyor. Yalan üstüne kurulu her şey bizi tükenmeye daha hızlı yaklaştırmakta. Issız Ada filmindeki güya ıssızlığı söylenen adam ADA ile yakınlık kurarken onu terk edeceğini biliyordu. Yalan söyledi ona. Hoşuna gitmişti ADA nın dik duruşu, yıkması gerekiyordu ve yıktı da. Ama onurlu bir insanın onurunu yıkıyorsa birileri mutlaka o da altında kalacaktır. Nitekim ADA’dan kalan bir saç tokası ADAnın yapamadıklarını yaptı ona.

 

Cezmi Ersöz ilişkilerinde ıssızlaşmayı “Kimi sevsem, onun hep uzakta bir sevdiği vardı, unutamadığı ilk aşkı ya da onu terk edip giden sevgilisi. Kimi derinden sevsem, o bir başkasını derinden hatırlardı. Öylesine çok sevdim ki onları, başkalarına duydukları sevgiyi anlatmalarını sessizce, içim acıyla kanayarak dinledim. Beni yitirmekten hiç korkmadılar; çünkü onlara göre fazla iyiydim; bu yüzden ilk anda vazgeçilebilirdi benden. Beni terk edenlerden tek bir isteğim olurdu. ‘Ne olur, bir daha beni aramayın! Çünkü ben kolay unutamıyorum. Çünkü ben size duyduğum o akıl dışı aşk yüzünden keder bahçemi dağıtıyorum. Çocukluğumun o güzel bahçesini’. Böyle derdim onlara ama yine de ararlardı beni... Soluksuz ve umutsuz kaldıkları bir gece mutlaka akıllarına ben gelirdim...” diyerek anlatıyor.

 

Terk edip gitmek, gideni değil kalanı güçsüzleştirir. Gideni değil kalanı tüketir. Giden daima güçlüdür, yaptığından emindir ve doğru kararı verdiğine inanır. Geride kalan, Yangın yerinde kalır, artık sahipsizdir. Kendinden vazgeçmiştir o gideni var edebilmek için, o da gittiğinde sahipsiz(ıssız) kalır.

 

Aleyna, kendi terk edilişi içindeki ıssızlığını; “Ben bu şehirde kaybettim tüm geleceğimi, bu şehirde unuttum adını anmamayı, oysa uzak iken gözlerim sana beni büyütmene izin vermezdi suretim, hep uzak kalırdı sensizliğim ile bensizliğim… Ve bir gün karşıma çıkıp “Geldim” dememeni diliyorum tanrıdan, ben kâinattın meleği değilim ki affedeyim seni… Senden sonra kimse canımı acıtamıyor, hiç kimse bana kendimden daha kötü davranamıyor ve biliyorum ki daha bir asır geçmeden bensizlik içini acıtıyor, hissettiklerimin arkasına sığındığım zamanlardan bir tanesi say şimdi de…  Ama bil ki geçmiş beni silerken bende senli olan zamanları eteklerime toplayıp seçtiğin hayatta verdim, ben istesem de yabancılığım çarpar yüzüne ağlarsın. Hiç olmamışsın gibi, şehir artık sen kokmuyor, caddelerde ayak izlerin yok, kayıpsın artık bu kâinatta, duvarlar utangaç yüzüme çarpıyor seni, gürültüler bile sustu. Yaşanılanlar eski artık ve ben boşluklara düşüyorum... Düşerken ağlıyorum, hem de çok...”.

 

Kalabalık bir dünyada yalnızlığa ihtiyaç duyulduğu gibi, yalnızlıkta da mutlaka başkalarına ihtiyaç duyarız. Benim geçenlerde yaşadığım derin yalnızlığın içinde destek isteyip de “yorgunum” bahanesiyle reddedilmişliğim gibi. Yazıda kalan o akşamın izleri; “ ben senin kuytuna sokulmak istiyorum, yer var, ama kuytun sen kokmuyor... Başkası kokuyor, aklın da kuytun gibi o da sen kokmuyor,  gelip gelip duvara çarpar gibiyim… Dün kendimi gerçekten yalnız hissetmiştim, yapa yalnız. Çocukluktaki gibi… Saçımda dolaşmayan bir elin varlığı gibi. Yüreğime dokunmayan bir söz veya elin yokluğu gibi.  Yine kendime sarıldım, Yine kendime dokundum. Bir insan yorgunken bir başkasına sarılamaz mı? Bir insan yorgunken bir başkasının gözlerinin içine sevgi dolu bakamaz mı?  Bir insan yorgunken iki laf edip, karşısındakinin yüreğine giden “iyiki varsını diyemez mi?”, dostum yorgunluğun bu mu sonucu. Ben hala yorgunum... Ama sen iyi ki varsın…”

 

Mutluluğun da, coşkunun da, öfkenin de, barışın da sebebi de sonucu da insandır. Bazen sevmek adına başkalarını eksik bırakabiliyor insan. Özellikle bizim gibi doğu toplumlarında kızlarımız çok mağdur bırakılmakta. İstemediği evlilikler ve ilişkilere zorlanarak. Hatta ilişkilerinde de bu yalnızlığı sürdürme pahasına içinde tutulmaktalar. Bir öğrencim Dolunayda Şiir Gecesi ardından bana gönderdiği mailde kendi ıssızlığını en derin haliyle yazmıştı. Yazdıklarını aynen aktarıyorum. “Hocam; aslında ben pek anlatmam yazmaya da korkarım yazsam da yırtar atarım... Korkarım okurlar diye, korkarım anlamazlar diye ama size yazmak istedim… Hani derler ya mutluluk insanın elindedir diye. Öyle değil hocam. İnsanların elinde ben hiç mutlu olamadım. Ufacık hayallerim vardı. Ama o ufacık hayallerim bile olmadı... Hayallerim ufaldıkça umutlarımda ufaldı. Olmadı çünkü olmasına fırsat vermediler. Çocukluğum çoğu kişinin en güzel günleri benim ise en acı veren günlerim... Ben neyin hayalini kurup mutlu olayım. Dediğim gibi mutluluk insanların elinde değil...”

 

Issızlık öykülerini çoğaltmak mümkün. Herkes bir yerinden kanıyor ya da geçmişte kanamış ve sarabildiği kadar sarmış yaralarını. Geceleri şehrin ışıkları bir gün sönecekleri gerçeğiyle beni hüzünlendirir. Şimdilerde ışıkları yanan insanların ıssızlıkları beni daha çok acıtmaya başladı.

 

Giderek ıssızlaşıyoruz, erkekler, kadınlar hatta çocuklar bile. Evler, sokaklar, anılar, okullar bile. Issızlaştırmanın en önemli sebebi, bireyin hissettiği eksiklik duygusu. Bu mutlaka öfkeye ve öç almaya dönüp başkasına yansıyor. Kendini sevmeyen, başkasını sevemez. Kendini değerli bulmayan başkasını değerli bulamaz. Bunu önlemek için, önce birey kendinden başlamalı, değerlerine ve onuruna sahip çıkmaya, sonra da toplumun değerlerine ve onuruna sahip çıkmalı. Kendi çocuğu ve aile içindeki çocuklardan başka bir çocuğa, kendi mekanları dışındaki bir mekana ve bir insan dışındaki bir canlıya sahip çıkmalı…

 

Canım!

Görebileceğin kadar uzaktaki Dağı

Tutabileceğin kadar uzaktaki Bulutu

Koklayabileceğin kadar çok Çiçeği

 

Önce Kendini

Sonra Beni

Daha sonra da

Sevebileceğin kadar çok ÇOCUĞU sev.

Yayın Tarihi
17.01.2009
Bu makale 9261 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Makaleniz çok güzel hocam. Biraz mutluluk, biraz yanlızlık, biraz acı işte gene hepsi birarada. hayatımızdaki herşeyde bu karışım var.

Arzu ÜSTÜNDAĞ 19.01.2009

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!