Kadının adı neydi'

     Bu yılın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü  geride bıraktık diye, “Kadının Adı Yok” adlı romanıyla (1987) memleketin tüm kalelerini ele geçirmiş  “kazma erkek egemenliğini”  cesaretle sorgulamaya açan değerli  meslektaşımız Duygu Asena’yı (1946-2006)  sevgi ve saygıyla anmayı unutacak değilim.

    Edebiyat ve  medya  âleminde fünyesi çekilmiş el bombası etkisi yaratan romanın 1988 yılında “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu” tarafından “müstehcen” bulunarak yargı kararıyla yasaklandığını, yakasını “devlet ahlâk bekçilerinin” elinden  iki yılda zor kurtardığını da hatırlatayım.

    Asena, dünyada olduğu gibi Türkiye’nin  de yüz kızartıcı “kadın sorununu” medya üstünden ateşleyen kadın meslektaşımız olarak asla unutulmamayı hak eder: Unutmayın!

    8 Mart dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gözde günlerden biri. Neden mi? Çünkü ezilen, horlanan, erkek kabalığına, şiddetine, zorbalığına  uğrayan, “dinci kara yobazlığın tahakkümü” altında evlere kapatılan, ekonomiden, siyasetten, bürokrasiden tam dışlanamasa bile erkek önceliği uğruna  gizli veya açık “kotalanan”  kadına  “vicdan borcu taksitleri” her yıl bugün ödenir (!) ve rahatlanır da ondan…  

     Siz bakmayın her yıl 8 Mart’ta kadınlar için dökülen gözyaşlarına, yayımlanan  ağdalı mesajlara, döktürülen yazılara… Hepsi daha dünden itibaren unutulmaya başlandı.  Bugün her şey eskisi gibi,  8 Mart 2018’de ödenecek  “vicdan borcu taksitine” kadar devam edecek!                             

                                     Sadece doğuşta eşit!

    Kadın ekonomik, sosyal, siyasal tüm alanlarda erkeklerin gerisinde. Şu kanıksanmış klişe “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” lâfı bile sosyal bilinçaltında kadına lâyık ve yeterli görülen yeri anlatıyor. Yani, neden böyledir de, her başarılı kadının arkasında bir erkek yoktur beyler!

    Hâl böyle olunca ekonomi, kamu yönetimi ve siyaset gibi  varoluş alanlarında kadının vaziyeti ne dir, görelim: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2016 yılı için Türkiye nüfusunu yuvarlak hesap 79,8 milyon kişi olarak açıkladı. Bu nüfusun yüzde 49,8’i ( 39,3 milyon) kadın, yüzde 50,2’si erkek (39,5 milyon).

    Görülüyor: ülkede kadın ile erkek arasındaki eşitliğe yakın tek anlamlı denge cinsiyette, hemen hemen yarı yarıya…  Ne var ki  bu denge iş ekonomiye, siyasete, kamu yönetimine , aile ve sosyal yaşama gelince  ağır eşitsizliğe dönüşüyor.

    TÜİK verilerine göre ülkede kadınların işgücüne katılma oranı erkeklerin  (yüzde 72,1) yarısından az (yüzde 33,1). Bu rakam,  üye ülkeler ve adaylar dahil Avrupa Birliği’nin en düşük seviyesi…Siyaset alanında durum  farksız. 7 Haziran 2015 genel seçiminde TBMM’ye 98 kadın vekil girdi. Dört ay sonra tekrarlanan seçimde sayı, erkek rekabeti nedeniyle 81’e düştü (yüzde 14,5.)

 

                                      Yaşama kapalı !                     

    2016 yılı itibarıyla 15 yaş üstü çalışabilir durumdaki  19,9  milyon kadın işgücü dışında tutuluyor. Bunların  yaklaşık 11 milyonu  (yüzde 55) eve kapalı, çocuk doğuruyor, ev işleriyle uğraşıyor, kocasının,  çoluk çocuğunun, büyük olasılıkla kayın validesinin,  kayın pederinin, kayın biraderinin,  sevgilisinin, ergenlik krizindeki erkek arkadaşının  afur tafurunu, kaprisini, tehditlerini,  kahrını, saldırılarını (*) çekiyor!

      Çalışabilir kadın nüfusun yüzde 26,2’si (2 milyon 177 bin) ücretsiz aile işçisi sınıfında ömür tüketiyor.  Kadınlar işveren olarak veya kendi hesabına  çalışılan işlerde de çok geride, yaklaşık toplam 831 bin (yüzde 10.)  Çünkü, kadının önünde başta sosyo-kültürel  kazma erkek baskısı gelmek üzere görünür, görünmez engeller var.  Aksi halde neden kamu ve özel sektör üst düzey yöneticiliğinde kadın ile erkek arasındaki kat farkı 9 olsun? Neden bu postlarda oturanların yüzde 90,7’si erkek, yüzde 9,3’ü kadın olsun?       

    Yargı alanında hâkimlerin yüzde 63,7’sinin erkek, yüzde 36,3’ünün kadın oluşu, diğer berbat oranlar karşısında bu ülkenin topluca duyması gereken mahcubiyet duygusunu bir nebze olsun  hafifletir mi, sanmıyorum! Dengesizlik burada da ağır, ama, bilim dünyası affedilir gibi değil; profesör unvanlı akademisyenlerin yüzde 72’si erkek, yüzde 28’i kadın.

    Kamu görevlerine ilişkin veriler birkaç yıl öncesinden. Son duruma ilişkin istatistik bilgiye rastlamadım. Ama, kadın-erkek eşitsizliği sorununu  her alanda ayakta tutan   “betonlaşmış” sosyo- ekonomik ve politik  altyapının değiştiğini düşünmek için herhangi bir sebep veya gelişme yok. O halde sorayım: Sahi, 8 Mart’ta  “iki yüzlülükle”  kutsadığımız, kutladığımız kadınlarımızın adı neydi?

-------------

     (*) Kazma erkek rezilliğinin utanç istatistiği: Sadece 2016 yılında toplam 397 kadın erkekler tarafından ateşli silahlarla veya dövülerek, boğularak, yüksek bir yerden atılarak  öldürüldü. 109 kadın ve aile bireyi yaralandı. Cinayetlerin yüzde 85’ini kocalar, eski kocalar, ayrılmak istenen sevgililer işledi. Ortalama 10 kadından dördü [yüzde 40] erkek şiddetine maruz kaldı. Kadın cinayetleri en çok İstanbul, İzmir ve Adana’da yaşandı. (Kaynak: Umut Vakfı’nın ‘utanç’ raporu, Cumhuriyet gazetesi, 7.3.2016.)

---------------------

Yayın Tarihi
09.03.2017
Bu makale 1504 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!