Kuşlar Nereye? Biz Nereye?

Uçun kuşlar uçun doğduğum yere,

Şimdi dağlarımda mor sümbül vardır (taşocağı yoksa),

Ormanlar koynunda bir serin dere (üstüne Hes yapılmayıksa),

Dikenler içinde sarı gül vardır…

 

Sait Faik ABASIYANIK “Son Kuşlar” adlı öyküsünde bir lokma eti için insanların zalimce kıyıp kökünü kazıdığı kuşları üzüntüyle anlatır ve der ki;

 

“Hâlbuki sonbahar kocayemişler, beyaz esmer bulut­ları, yakmayan güneşi, durgun maviliği, bol yeşili ile kuşlarla beraber olunca, insana, sulh, şiir, şair, edebiyat resim, musiki, mesut insan­larla dolu anlaşmış, sevişmiş, açsız, hırssız bir dünya düşündürüyor. Her memlekette kıra çı­kan her insan kuş sesleriyle böyle şeyler düşünecektir. Konstantin Efendi(ler) mani oluyor. Za­ten kuşlar da pek gelmiyorlar artık. Belki bir­kaç seneye kadar nesilleri de tükenecek. Her memlekette kaç tane Konstantin Efendi var kimbilir?

 

Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yol­lar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer le­keler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saç­larını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuş­ları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi…”

 

Evet, bir zamanlar kutsal sayıp yaşamımızın her evresine kattığımız, camilerde onlar için kuş evleri yapıp beslenmeleri için bütçeden ödenek ayırdığımız kuşlar üstadın 1952’lerde öngördüğü gibi bugün neredeyse tükenmek üzereler...

http://www.avyaban.org/vakif.htm sitesinde;

 

Bugünün sorumluları; Bilinçsiz tarım yöntemleri, yerli yersiz ve gereksiz yoğunlukta kullanılan tarım ilaçları, zehirli tohumluklar, anız yakmalar, sulak sahaların -özellikle devlet kurumları eliyle- ortadan kaldırılması, doğal yaşama ortamlarının, çarpık sanayileşme, kentleşme nedeniyle tahribi, çevre kirlenmesi, düzensiz ve bilinçsiz avcılık, denetim ve korumadaki vurdumduymazlık, ağır görev ihmalleri ve eğitim eksikliğidir” deniyor.

 

 

Orda geçti benim güzel günlerim;

O demleri anıp bugün inlerim.

Destan-ı ömrümü okur dinlerim,

İçimde oralı bir bülbül vardır.

 

Türkiye -gerisini geçelim- sadece ardıç kuşlarının gövdesinden (midesinden) geçip yaşam bulan, orman ve kentlerin vazgeçilmez oksijen kaynağı,  rüzgâr, kar ve seslere perde,  tıp, alkollü içki, kozmetik sanayi, inşaat sektörü ve mobilya sanayinde hammadde olan ardıç ormanlarının yüzde 92'si niteliğini yitirmiş, kendinden beklenilen fonksiyonları yerine getiremez duruma gelmiştir. Yani kuşsuz ağaç, ağaçsız kuş ya da kuş ağaçsız, ağaç kuşsuz, insan da onlarsız olmuyor, olamaz da.

 

Yeşil Atlas Dergisi’nin verilerine göre;

 

“Önce Amik, Avlan, Kestel ve Gâvur gibi göller drenaj kanalları açılarak doğrudan kurutuldu. Sonra Sultansazlığı, Kulu, Bolluk, Eşmekaya, Hotamış ve Ereğli sazlıkları gibi birçok sulak alan kendilerini besleyen su kaynaklarının tarımsal projelere kaydırılması nedeniyle dolaylı olarak yok edildi. Baraj, sulama, yeraltı suyu çekimi, taşkından koruma, tahliye bu alanların yani kuşların yüzyıllardır barındığı yaşam alanlarının sonu oldu.

 

Barajlar sulak alanları besleyen yüzey sularını tutarak Sultansazlığı gibi pek çok alanı önce küçülterek tümüyle yok etti. Kırşehir’deki Seyfe Gölü’nün kurutulmasıyla alanda üreyen ve aralarında nesli dünya ölçeğinde tehlike altında olan kuş türlerinin de olduğu en az 3 bin 375 çift su kuşu zarar gördü. Bu türler arasında ise en az 10 çift akpelikan, 5 bin 490 çift flamingo ve 500 çift gülensumru gibi hassas türler vardı…”

 

Gerek bilinçsiz avlanma ile “bir avuç kanı için” öldürülen, gerekse sulak ve doğal yaşam alanlarının birer birer yok edilmesiyle yersiz yurtsuz kalan kuşlarımız kendi vatanlarında soykırıma uğruyor. Ve yüzyıllardır, bilir bilmez leylekler gibi lak lak eden bizler özelde kuşlarımız, genelde yiten vatan topraklarımız için olmuş, olan ve olacak soykırımlar için tek söz etmiyoruz…

 

 

Uçun kuşlar uçun burda vefa yok,

Öyle akarsular, öyle hava yok,

Feryadıma karşı aksi seda yok,

         Bu yangın yerinde soğuk kül vardır… (Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI)

 

Böyle olunca da; bu yılı gezerek mi yoksa pinekleyerek mi geçireceğimizin habercisi leylekler, göle karşı uçup giden gövel ördekler, diyar diyar sevdiklerimize selam saldığımız telli turnalar, ilk postacılarımız güvercinler, denizlerimizin kanatları martılar, azmin simgesi ağaçkakanlar, çobanaldatan, baştankara, ötleğen, sinekkapan ve ebabiller, sıvacı, yelkovan kuşları, gül için figana başlayan bülbüller, adını yuvasından alan göknar kargaları, gagasını iğne gibi kullanan “terzi kuşları”, bir mimar titizliği ile tavanı akmayan, muazzam yuvalar inşa eden “dokumacı kuşlar” sabahın seherinde bizi şen cıvıltıları ile uyandıran onbinlerce kuş türü artık göklerimizden değil belleklerimizden de uçup gidiyorlar… Ve hayvanların kerametlerini her ulus ve inançtan çok duyduğuyla övünen bizler, hayvanbilimin kuşları inceleyen dalı ornitoloji uzmanları da dahil hepimiz, onlar gibi “kuşbakışı” bakamadığımız sorunlar için taktığımız at gözlüklerimize daha sıkı sarılıyoruz. Onların kanadının bir tek telini geri getiremeyecek lanet olası “çıkar”larımız ve gözü dönmüşlüğümüzle yitip gidenin aslında onlar değil bizler olduğunu göremiyoruz. İnsanın bu duyarsızlık karşısında; “kargalar (zaten görmeyen) gözlerimizi oysa yeridir!” diyesi geliyor.

 

Fotoğrafçı Chris Jordan’ın tüketimciliğin doğaya etkisinin ne boyutlarda olduğunu göstermesi açısından Kuzey Amerika ve Asya'nın yaklaşık olarak tam ortasında bulunan Midway Adaları'nda yaptığı çalışma bu yokoluşun bir başka boyutunu ortaya koyuyor.

 

Pasifikte sahile vuran plastikleri besin maddesi sanan anne albatros kuşlarının bu plastikleri yemesi, bebeklerine de yemeyi öğretmesi ile normalde 50 yıl kadar yaşayabilen kuşların 1 yıl içinde ölüp hızla çürümesi bugün karşı karşıya olduğumuz acı gerçeğin kanıtı. Üstelik sadece albatroslar değil, birçok kuş ve deniz türü yok olma tehdidi ile karşı karşıya ve durum yalnız Pasifikte değil tüm dünyada aynı…

 

 

 

Doğa Derneği’nin verilerine göre; 386 - 453 dolayında kuş türü ile (bunlar sadece kuşlar sınıfının üst türleri, örneğin sadece gündüz yırtıcılarında 290 alt tür var) Avrupanın en çok kuş türüne sahip ülkesi olan Türkiye’de en çok kuş türünün bir arada bulunduğu ve kuşlar için en önemli sayılan Çamaltı Tuzlası,  Sultan Sazlığı, Manyas Kuş Cenneti, Darıca Kuş Cenneti, Eğridir Gölü, Beyşehir, Eber,  Akşehir gölleri çevreleri  ile Kızılırmak, Yeşilırmak ve Çukurova’daki lagünlerde yaşayan kuş popülasyonunun yüzde 53.6’sı geçen 10 yılda yokolmuş.

Ama bizler, güzel Anadolu’nun “kuşdili bilmez iken şakıyıp bülbül olan uyanık insanları”, hepsi birbirinden güzel kuşlarımızı her geçen gün bitiren,  doğal yaşamı tehdit eden bunca can kıyımına, talana dur demeye kuşca canımız yok, yüreğimiz yetmiyor ki; memleketimizin doğal dengesini düzenleyen ağacı-taşı, kurdu-kuşu birer birer yok edilirken “dut yemiş bülbül” gibi susuyoruz…

 

Huma Kuşu yüksek düştü ölmedi,

Dünya Sultan Süleyman’a kalmadı,

Dedim yâre gidem nasip olmadı,

Ağlama gözlerim Mevla kerimdir… Pir Sultan ABDAL

 

 

Anadolu’nun, yüreğinde duyduğumuzda gözyaşlarımızı tutamadığımız öykülerini düşleyen, onlarla taşa can veren, kuşu konuşturan, belleğinde yaratıp zahir ve batın yanlarıyla yaşattığı “mukaddes” kuşları kuşaktan kuşağa taşıyarak çocuklarına aktaran kadın ve erkekleri olarak aptallık bonuslu tv programları ile aslında onları değil, kendimizi aşağıladığımız deyimle nasıl “kuş beyinli” bir hale geldiğimizi aklım, yüreğim almıyor?...

 

Havada ağzı şeker ve hurma dolu sökün gelen allı turnalar, sevgililerimizin gelişini müjdeleyen ibibikler göklerimizden, gözlerimizden,  gönüllerimizden birer birer silinirken aşağıda onlardan ve doğadan fersah fersah uzaklaşan biz “büyük insanlığın” (!) hali böyle nic’olur?

 

Bu sabah öğrendiğim bir bilgi kuşların dünyasına eğilmekle ne kadar isabetli bir karar verdiğimi gösterdiği gibi onlara hayranlığımı daha da arttırdı;

 

Yakın zamanda yaşadığımız deprem felaketi öncesi Van’ın bir köyünde bir aile yıllardır besledikleri 20 kadar güvercinin hep birlikte tünedikleri pencereden uçarak kaçıştıklarını görünce dışarı fırlayıp peşlerine düştükleri sırada deprem olur. Deprem nedeniyle 15 kişinin can verdiği köyde güvercinlerinin önsezileri sayesinde hayatta kalan aile şimdi onlara daha bir bağlanmış, yardım için gelen battaniyeleri çocuklarından çok onlara örter olmuşlar…

 

Ya bizler; önümüzde kendi başlarına gelecek bir şey yokken sahibi bildiği insanoğlunun başına gelecek tehlikeleri sezip uyaran böylesi varlıklar ibret için dururken daha ne işaret bekleriz? Yaradan’ın gözümüzün içine soktuğu bu mucizelerin sessiz çığlıklarına, doğanın talanı ve canlıların kıyımına susarak ortak oldukça “paranın yenmediğini” anladığımız gün geldiğinde bizi başka kimin kurtaracağını düşünüp susarız???

 

Sözün bittiği yerde, benim gözüm ve gönlümle altıncısını okuduğunuz uçsuz bucaksız kuş anlatılarında gelin son sözü birlikte Sevgili Gökhan BİRBEN’in dillendirdiği ölümsüz bir Karadeniz Türküsü ile ezeli ve ebedi yaşama bağlayalım. -Bu gidişin sonunda kuş kalırsa- kuşlarla gelen kutlu haberleriniz, yaşanacak güzel günleriniz olsun.

 

Sağlıcakla…

 

Ey kuş alacalı kuş, o daldan bu dala düş,

Dediler yar yaylada, gittun ki yaylalar boş…

 

Bu yalancı dünyada her seven bir eş arar,

Taşun kalbi yok ama oni da yosun sarar…

 

E kuku ne ötersun? O dillerun kurusun,

Daha sabah olmadu, koyver yarum uyusun…

 

Akdi gözumun yaşi, dere oldi sel gibi,

Hey gidi yalan dunya, geldi geşdi yel gibi…

 

 

KAYNAKÇA:

 

Feridüddin ATTÂR; "Mantık al-Tayr" (Kuşdili) Farsça aslından çeviren: Abdülbâkî Gölpınarlı çevirisi) İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul, Ekim 2006 1. Basım

Hasan Ali GÖKSOY; “Osmanlılarda Kuş Sevgisi, Kuş Evleri”, İlgi, Y. 10, S. 24, 1976, s. 13

Halim Baki KUNTER; “Türk Vakıfları ve Vakfiyeleri Üzerine Mücmel Bir Etüd”, Vakıflar, C. 1, Ank. 1938, s. 107.

İsmet Zeki EYÜBOĞLU; Anadolu Mitolojisi. Derin Yay. İstanbul 2007

Lemi Ş. MEREY; “Kuş Evleri-Serçesarayları”, Fifth International Congress of Turkish Art, Budapest, 1978, p. 607.

Malik AKSEL; “Eski İstanbul’da Kuş evleri ve Kuşlar”, Türk Folkloru Araştırmaları C. XI, S. 225, İst. 1968, s. 4722

Muharrem KAYA; Mitolojiden Efsaneye. (Türk Mitolojisinin Türkiye’deki Efsanelerde İzleri.) Bağlam Yay. İstanbul 2007

Özhan ÖZTÜRK; Folklor Ve Mitoloji Sözlüğü. Phoenix Yayınevi. Ankara 2009

Pertev Naili BORATAV; Az Gittik, Uz Gittik. İmge Kitabevi Yay. Ankara 2006

Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU; 101 Türk Efsanesi. Akçağ Yay. Ankara 2009. 3. Basım

Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU; 101 Anadolu Efsanesi. Kültür Bakanlığı Yay. 1096 Ankara 1989

Yaşar KEMAL; Sarı Defterdekiler (Folklor Derlemeleri). İş Bankası Kültür Yayınları G.Y.: 586, K.Y.: 200 İstanbul 2002. 1. Basım

Yılmaz ÖNGE; “Mimar Gözü ile Kuş Evleri”, Kültür ve Sanat, S. 5; 1977, s. 86.

 

Yayın Tarihi
19.12.2011
Bu makale 17578 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!