Sanırım bir şeyleri kendi içimizde ve yerinde yaşayamıyoruz.
Filmdeki espiriyi mutlaka yanımızdaki ile tekrarlıyoruz. Düğünlerde kendimizi eğlendireceğimize piste başkalarını ittiriyoruz. İhtiyacımız olan en önemli konudaki bir toplantıda bile yanımızdaki ile anlamsız sohbetten geri kalamıyoruz. Her konuda son derece bilgiliyiz ve her konuda haklıyız.
Giderek artan sosyal medya kullanımında da bu yaklaşımların hakim olduğunu görmek mümkün. Hemen her gün yapılan paylaşımlarda bilgilerimizi, gelişmeleri, beklentilerimizi ve sorunlarımızı bu bakış ile paylaşıyoruz.
Bilgi, en çok paylaşılanı ancak; en az üretileni. Kendi adımıza ürettiğimiz bilgi yok denebilecek kadar az. Başta, Atatürk ve Mevlana gibi insanlar ve düşünürler olmasaydı ne paylaşırdık bilemiyorum.
Paylaşılan gelişmeler ise ne iş ne de yaşam odaklı, ağırlıkla gittiğimiz yerlerle ilgili. Bir şeyleri yaşamak ve ondan keyif almak yerine onu defalarca duyurmaktan daha çok keyif alıyor gibiyiz. Ve herkesin her yerde bulabileceği ya da dinleyebileceği şarkıları, ısrarla, paylaşıyoruz.
Beklentilerimiz ve sorunlarımız ise başlı başına bir inceleme konusu.
Buna birkaç örnek verelim; Ayrıldığı eşinin adını yeni edindiği köpeğine veren hanımefendi “ kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyeceksin” diyor.
Bir diğeri de “hayatıma giren tüm odunları bir araya toplayıp bir hatıra ormanı yaptırmak istiyorum” diyor.
Bir diğeri de “ben dostlarımı yolda bırakmadım, onlar müsait bir yerde indiler” diyor.
Bir diğeri de “bir elmanın yarısı gibi gördüm sevdiklerimi, sürekli onların tarafı kurtlu çıktıysa suç bende mi” diyor.
Sayısı çok daha fazla artırılabilecek bu örneklerin ortak tarafı; (1) Okumuyoruz, bu nedenle sürekli aynı şeyleri gönderiyoruz; (2) En özelimizi bile paylaşmakta sakınca görmüyoruz; (3) Başkalarının sıkıntılarında kendimizi buluyor ve ona kendimizi de ekleyerek paylaşıyoruz; (4) Giderek kusursuzlaşıyoruz.
Bu paylaşım örneği ise anlatmak istediklerimin çoğunu içeriyor;
“Ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim. Ne hissettiysem onu söyledim, onu yaşadım. Yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım. Asla keşkelerim olmadı. Hiçbir zaman kendimle vicdan muhasebesi yapmak zorunda kalmadım. Karşıma bazen gerçek yüzler, bazen sahteler çıktı ama olsun ben yine sadece hislerimi yaşadım. Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim ya da asla birini severken karşılığını beklemedim. Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim. Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim. Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım. Ama hata insana mahsustur dedim. Afettim, af diledim. Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yine afettim. Onlar belki beni saflıkla yargıladılar. Belki de sinsice içten güldüler. Ama asıl unuttukları şuydu. Ben aldanmadım. Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar. Bir insanın kaybının ne olduğunu bilmedikleri için. Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için. Oysa ben hiç kaybetmedim. Sadece zamanı geldiği zaman vazgeçmeyi bildim”.
Sanal gerçek; Kişisel gelişimimizi tamamladık. Kendi kusursuzluğumuza ve kendi mükemmelliğimize ulaştık. Her yazdığımızı beğenenler, haklısın deyip ekleme yapanlar ve paylaşanlar bunun şahididir. Beğenmeyenler ise her zamanki gibi bizi çekemeyenlerdir.
Reel gerçek; Kendi cümlelerimizi kuramıyoruz. Kendimizi ifade edemiyoruz. Başta ailemiz olmak üzere çevremizle sürdürülebilir ve sağlıklı iletişim kuramıyoruz.