DUAYEN

Yanlışlarda Direnmek Yerine

Yanlış işler yapmaya devam ediyoruz. Aklımıza eseni hayata geçirmeye çalışıyoruz. Toplumda kabul görür mü, tepkilere yol açar mı,hiç düşünmüyoruz…

Yıllardır süren böyle bir anlayışı kabullenmek mümkün değil.Toplumun yarısını yok sayan,kararlarda onlara hiç aldırmayan  bu yürüyüşün,Türkiye’yi esenliğe çıkarmasını bekleyemeyiz. Dünya ileriye koşarken, biz her gün geriye gidiyoruz. Öyle şeyler yapıyoruz ki, şaka gibi…

Medeni, kanuna boş verip, Anayasa’daki laiklik ilkesini tekmeleyip, müftülere evlendirme yetkisi veriyoruz. Yarın onlara bir de boşanma yetkisi tanınırsa, ailelerin başına gelecekleri hiç düşündünüz mü? Amerikan vatandaşı Merve Kavakçı’yı büyükelçi yapıyoruz. Gerçi Cumhurbaşkanı veya Başbakan istediğini Vali ve Büyükelçi atayabiliyor. Atayabiliyor ama, önlerine geleni atarlarsa devletin ağırlığına ve ciddiyetine büyük yaralar vermezmiyiz? Merve hanımın devlet tecrübesi ne,bırakın devlet tecrübesini hayat tecrübesi nedir? Hangi bilgiyle koca Türkiye’yi dışarıda temsil edecektir?Devlet yönetimi,kanunları, kararları öyle bir gecede öğrenilecek şeyler değil ki.. Ayrıca öyle görevler vardır ki, önemli özellikler ve donanımlar ister. Bir Vali yada bir Büyükelçi kolay mı yetişiyor.

Son yıllarda yurtdışına yaptığımız tayinlerin isabetsizliğine dair çok haberler alıyoruz. Öyle diplomatlar, öyle ataşeler yolluyoruz ki dışarıya, çoğu gittiği ülkenin lisanını bilmiyor. Bazılarına binlerce dolar ödenerek tercüman bile veriliyor. Büyükelçiler genel diplomasi kurallarına ve çizgilerine çok dikkat etmek zorundadırlar. Bugün bırakın büyükelçileri, Dışişleri Bakanımız bile buna uygun hareket etmiyor. Diplomasinin zarif dilini kullanmak yerine, muhatap ülkelere verip veriştiriyor. Diplomaside haklı olduğunuz konularda bile dikkatli bir dil ve üslup kullanmak zorundasınız. Bunu yapmazsanız, hem sonuç alamaz ve hem de ülkenizi çok zor durumlarda bırakabilirsiniz.

Bir gecede okullarda müfredatı değiştiriyoruz. Atatürk’ü ve devrimleri kitaplardan kaydırıp, çocuklara cihat duygularını aşılamaya, yeşertmeye çalışıyoruz. Bu doğru bir karar, doğru bir hareket midir? Hiç düşünmüyoruz sonuçlarını, ben yaptım oldu diyoruz. Diyoruz ama olmaz işte. Olmayacağını da ilerde görmek zorunda kalacağız. Herşeyi yaz-boz tahtası haline çevirdik. Yeni Türkiye adıyla devletin temelini çatlattık, düzenini bozduk. Toplumun yarısı yeni düzenlemelere şiddetle karşı. Olağanüstü hal yasasıyla yönetilen bir ülke haline geldik. Parlamentomuzun sesini soluğunu kestik. İktidar istediğini söyleyecek, muhalefet memleket meselelerini beş dakikaya sığdıracak. Olur mu böyle şey, demokrasi bunun neresinde?

     Basının sesini kısacağız, Parlamento’nun muhalefet kanadını işe yaramaz hale getireceğiz, dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışacağız ve ondan sonra da demokrasiden bahsedeceğiz. Kargaları bile güldürdüğümüzü artık fark etmeliyiz. Parlamento’nun ve basının sesini kısmak kimseye fayda getirmez. Aksine insanlar sokaktan medet ummaya başlarlar ki, bu çok tehlikeli bir durumdur. Ülkeyi yönetenler derhal bu tehlikeyi fark ederek, kısılan seslerin dilediklerini ifade etmelerine imkan tanısınlar. Eylem olmadığı sürece, yasalar çiğnenmediği sürece, güvenlik güçlerine zorluk çıkarılmadığı sürece, insanlarımız düşüncelerini rahatça ifade edebilmeliler, söyleyebilmeliler, yazabilmeliler. Böyle olursa ülkede demokrasiden bahsedebiliriz.

     İşimize gelmeyen yazarları içeri tıkıyoruz. Adam FETÖ tehlikesini yıllarca yazmış, devleti uyarmış,şimdi tutmuş bunları FETÖ’cü diye hapis yatırıyoruz.Cumhurbaşkanının Marmaris’te tatil yaptığını dünya alem biliyor, biz kalkmış aylar sonra (sen haber verdin) diye masum bir gazetecinin yakasına yapışıyor,zindana atıyoruz. Bunların çoğu yarın beraat edecek, o zaman haksız yattıkları hapsin hesabını kim verecek? Gerçekten çok yanlış işler yapıyoruz,çok yanlış kararlar alıyoruz. Türk halkı görmüyor ama,dünya basının yazdıkları yenir yutulur cinsten şeyler değil. Yazık değil mi ülkemize, Türkiye’mizi en geri Afrika ülkelerinin çizgisine düşürmeye ne hakkımız var?

     Ayrıca bir şeyi çok merak ediyorum. İktidar partisinin seçim beyannamelerinde, yaptığı işlerin ve kararların hiçbirine rastlamadım. Ne eğitim müfredatının değiştirilmesine, ne Parlamento içtüzüğünün kırpılmasına, ne ülkenin Olağanüstü Hal yasasıyla yönetilebileceğine dair tek bir işaret yok.Kaldı ki,son seçimlerde Parlamento’ya girenlerin hepsi, mevcut Anayasa’ya sadakat yemini etmediler mi? Ettiler ama, yine

 de Anayasayı diledikleri şekilde değiştirdiler. Başkanlık sistemini getirdiler, referandumu dayattılar. Seçimlerden önce millete vaat ettiklerinin yerine, etmediklerini yaptılar. Nasıl oluyor bu işler, bir sormak gerek.

     Zararın neresinden dönersek kardır. Yaptığımız yanlışları düzeltme şansımız hala var. Bunları düzeltmek yerine yanlışları sürdürmekte ısrar edersek, güzel Türkiye’mize büyük zararlar verebiliriz. Ortalığı daha fazla germeye, milleti daha fazla bölmeye gerek yok. Gerginlikler artarsa, milleti bir uzlaşma yolunda buluşturmamakta ısrar edersek, telafisi mümkün olmayan sonuçlara sebep olabiliriz. Bu tehlikeyi gözden uzak tutmamakta, ülkenin tansiyonunu düşürmekte ve konuşma dil ve üslubumuza çok dikkat etmekte büyük faydalar var. Siyasetçiler milleti ayrıştırmakta değil, kucaklaştırmakta başarılı olmalılar ve politikalarına buna göre yön vermeliler. Türkiye’nin buna çok ihtiyacı var çünkü.

 

 

Yayın Tarihi
30.07.2017
Bu makale 858 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!