“Nasıl kurtulur?”dan nasıl kurtuluruz?

Kaleiçi nasıl kurtulur? Lara nasıl kurtulur? Falezler nasıl kurtulur? Tramvay nasıl kurtulur? Zeytinlik nasıl kurtulur?

Cümlenin sonu “nasıl kurtulur” ile bittiğine göre argüman belli: Demek ki buralar batmış!

Ağır mı oldu? Hafifletelim: Atıl, istenen verim alınamıyor, yatırım geri dönmüyor.

Antalya uğraşıyor didiniyor, bir gayret Konyaaltı’ya aslan gibi “Beach” konsepti getiriyor, 3 yıl sonra “Nasıl kurtulur?” demeye başlıyoruz. Atatürk Parkı yapalım, it kopuk temizlensin diye mükemmel bir proje hayata geçiriliyor, 2 yıl sonra mırıltılar başlıyor. Lara Beach hazırlanıyor, ona keza… Kaleiçi için seferber olunuyor, inanılmaz işler başarılıyor orada. Hakikaten dünyanın birçok kenti nelerini vermez, yüzük taşı gibi bir mekan çıkıyor ortaya ama bir türlü kurtulamıyor. Tramvay sistemi kuruluyor, Hala “Menderes Türel’in başını tramvay yedi” diyorlar. Haydi “esnaf iş kaybetti” kısmını bir yana bırakalım. (Esnaf daha o kadar çok şeyden zarar etti ki tramvay listede kendine yer bulamaz.) Yahu, 5 dakikada bir her tür dolmuşun geçtiği bir sistemde, şoföre “dur” dediğinde yolun ortalık yerinde kazık fren yapan bir trafikte, elini nerede olursan ol kaldırdığında otobüsün minibüsün kapıyı açıverdiği bir kentte, kim ne yapsın disiplinli tarifeli tramvayı? Sonra soruyoruz: Raylı sistem nasıl kurtulur?

Antalya adeta sürekli “Türk gibi başlayıp, İngiliz gibi bitirememe” sendromu yaşıyor. Tabii sadece bu değil, kentin kendi değerlerini benimsememesi, ya da sahiplenmemesi de büyük etken.

Mekanları yaşatamıyoruz. Bırakın gaza basmayı, motoru çalıştıracak kadar gücü bile veremiyoruz. Herşey turiste bırakılmış. Çocuğu doğurup kucağına veriyoruz. O da bakmıyor işte. Her şey dahil otellere kendini hapsedip, “Verdiğimi kuruşuna kadar geri almalıyım” telaşında olduğundan dışarıda cennet olsa çıkmıyor. “Bu profili değiştirelim, daha zengin turist gelsin” desek, önümüzdeki 10 yılı çöpe atmayı göze almış yiğitler nerede?  Tesisler, bunlara kredi veren bankalar, vergi alan belediyeler, milli emlaklar, defterdarlıklar, SGK 10 yıllığına “mola” alabilecekler mi? (10 milyon kişilik bir sosyal dönüşümden bahsediyoruz burada, akıllı olalım…)

“Buralar turistik” diyoruz. Mekanlara yabancılaşıyoruz Biz gitmiyoruz. Antalya’da 10 gün gece gündüz gezin, 500 bilemedin 1000 kişi var. Her yerde onları görürsünüz. “Sistemi ayakta tutanlar”  bunlar. Onlar da belli semtleri, belli mekanları benimsemişler. Halkın parası yok. Yok ama örneğin İzmir halkı Antalya’dan daha fakir. Buna karşılık kentine inanılmaz sahip çıkıyor. Herşey Antalya’nın yarı fiyatı. Neredeyse zengini fakiri kimse evinde yemek yapmıyor. Kendi bütçesine uygun bir şeyler bulabiliyor. 4 kişi 40 TL’ye Alsancak’ta karnını doyurabiliyor. Kentte var olabiliyor. Varoş kahvelerine tıkılıp kalmıyor.

Bazen kendimi Lara’da şu olsun, Belek’te bu olsun, gelsin Disneyland, gitsin EXPO diye kaptırıyorum. Olsa ne olur? Haydi Disneyland yapıldı diyelim. Nereye mi? Nereye isterseniz. Kepez’e, Lara’ya, sizin tarlaya. Fark etmez. Burdur’la, Isparta mı gelecek Disneyland’a? Kaç kişi, kaç kere ziyaret edecek, Oranın en azından günlük giderini karşılamaya bu bölge yeter mi? Kaldık mı gene turiste? Yukarıda yazdım. Hangisi tesisten çıkacak? Acenteler ne atraksiyonlar yapacak, konaklama paketinin içine bedava giriş koyacaklar, alışverişe giderken “havuç” yapacaklar. Miki doğduğuna pişman olacak…

EXPO desen, düzenlendiği yıl harika geçecek, sonra akibeti İzmir Enternasyonal Fuarı ya da Bursa’daki park modeli!  Koskoca alan, yapay bir göl, gölde kayıkla gezen okul kaçağı sevgililer, botanik parkı, üç beş kuğu, tost yapan kafeterya…

Sosyologlar, toplum mühendisleri bu işler yapılırken danışıldığını zannetmediğim kişiler. Bu saatten sonrası için kapılarını bir çalmak, sormak lazım: “Çadır niye çöküp duruyor?”

 

 

Mardan senin otelindir

 

“Antalya bu-şu-o kent gibi olacak, Antalya markalaşacak, Antalya cazibe merkezine dönüşecek…”

Bu ve benzeri hedefleri ve altı boş kalan sloganları her dönem, yıllardır duyar, onaylar, kafa sallarız ama içten içe “Hayal bunlar” der, küçük dünyamızda mehter marşına uyarız.

23 Mayıs akşamı belki de bu iki ileri, bir geri gidişe “Dur!” diyecek bir açılış var.

Size bu satırlar ulaştığında Antalya’da Mardan Palace kurdelesini kesmiş olacak…

Sahibi kim?

Mimarı hangi ülkeden?

Kaç para harcanmış?

Bu sorular profesyonel turizmci kimliğim dahilinde belki önem taşıyor ama “Antalyalı Özer” olarak beni fazla da ilgilendirmiyor.

Benim için asıl önemli olan yabancı sermayenin Antalya’ya gelip dünyada sayılı bir tesisi açma cesaretini göstermesi, çıtayı en yukarı koyup, bu amaca ulaşmak için de bizde hiç yapılmamış ve denenememişleri, bir saniye arkasına dönmeden hayata geçirmesi...

Ben çok iddialıyım, Mardan bugün itibariyle Antalya’yı en az 10 yıl ileri taşımıştır… Şimdi

çok daha büyük adımlar atmasını sağlamalı ve desteklemeliyiz.

Benim bugün yetkim olsa Mardan‘ı Antalya’nın sembolü ilan ederim.

Bizim “Burj Al Arab”ımız olsun diye Antalya’da taksi kapılarına, hatta  plakalarına kazırım.

Şimdi bana “Abartma Özer, dur hele ne oluyor?” diyenleri o küçük dünyalarında yalnız bırakıyorum. “Bir binaya bakın, bir harcanan paraya bakın, açılışa gelen yıldızlara, ünlü yağmuruna bakın” diyorum...

İnancım şu:

Biz Mardan’la Antalya’da 23 Mayıs Cumartesi gecesi başka bir dünyaya doğru yola çıktık. Eğer bu yolculukta, ufak kafaları, dar görüşleri, ben-sen çekişmelerini geride bırakabilirsek, Mardan’ın yarattığı ve devam edeceğine inandığım sinerjiyi de doğru kullanabilirsek, işte, o zaman Dubai-Nice ve diğerlerini yakalar ve geçeriz.

Mardan  basit bir olay değildir, eğer doğru değerlendirilirse Antalya’nın düşünce yapısını yeniden şekillendirecek bir değişimdir. Yeni yabancı yatırımcılara “Hop arkadaş, buraya sıradan bir otel yapmanın artık bir kıymet-i harbiyesi yok, işte çıta!!!” dedirtecek bir referans noktasıdır artık... Evet, böyle de bir misyonu var... Bir Mardan, bir tane daha, bir tane daha, temalı parklar, havai hatlar, “Tower”lar, marinalar... Ha gayret, biraz daha hayal gücü, biraz daha vizyon… Hemen “olmaz”lamayın… Hatırlayalım, Sera Otel’in önüne dolmuş gelmez, sonuncusu da akşam belli bir saatte Halk Pazarı’nın önünden kalkardı… 20 yıl önceden bahsediyorum hanımefendiler, beyefendiler… Yani kentin tarihine bakarsanız, dünü bile değil…

Bu yatırımı algılayamayacaklar, “Kitch, gereksiz şaşaa” diyecek çıkacaktır... Eskiden sinir yapardım, yaş 41’e dayanınca artık seviyorum bu insanları... Benim gibi sıradan insanları kahin seviyesinde ileri görüşlü yapıyorlar (Bakınız eski yazılarım)… Sonuçta onlar tarihin arka odalarında yaşamaya mahkum kalacaklar… Ben de evimi seviyorum, ama balkona çıkmak içimi ferahlatıyor…

Tüm kalbimle Mardan’a “Hoşgeldin” diyorum ve Antalya’da yaşayan bir Türk vatandaşı olarak bu emeğe ve sermayeye teşekkür ediyorum.

**

Bu yazıyı Mardan açıldığında yazmıştım. (24 Mayıs 2009) Tekrar aynı yazıyı yazıp altına imzamı atıyorum. (26 Aralık 2010)

Sahibine ve yönetimine kocaman bir “Selam” gönderiyor, kolaylıklar diliyorum.

 

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

Yayın Tarihi
28.12.2010
Bu makale 9618 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
süperrr kalemine sağlık, budur işte

yalçın çakır 28.12.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!