Bendenizi ‘öfke dolu çığlık’ atmaya zorlayan şey, ortalıkta ‘Bilgi’ adına ‘Bilgisizik’ dolaşıyor olması,
‘20-21’inci asrın cahiliyetinin sürmesi’ oluyor. Hal bu olunca da, bu
şehrin “Tura (-ezber) bozan” bir
evladı olarak, bugün bir kez daha cahiliyetin karşısında, bu
satırlardayım…
***
Amerikan dış politikasının gereği
olarak son yıllarda sivil darbeler
yap(tır)ılıyor olsa da, sürecin eski
versiyonu olan askeri darbelerden ‘27
Mayıs’ olanının katkısıyla, tapusu
cami olan Trabzon Ayasofya’sının, Cami
olmaktan çıkartılıp müze yapılması ve bir süre önce de mahkeme kararıyla Kültür ve Turizm Bakanlığından Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmesi
sonrası cami değil de, ‘cami gibi’ yapılıp ibadete açılmasına, ‘Müslüman bilinen’ bazı kişiler tepki gösteriyor. Onlar, ‘yarı cami-yarı müze’ denilebilecek, bir
başka deyişle de, ‘cami gibi cami’ olamamış bir yapıya bile tahammülsüzlerini şu mübarek ramazan günlerinde bile sürdürüyor.
Ayasofya’nın, fetih sonrası mescit, 1583’den 1962’ye kadar yaklaşık
380 yıl da cami olmasını yok sayan bu cahiliyet, “müzeyi cami yaptınız” demesi gerekirken
de, sıkılmadan, “kiliseyi cami yaptınız”
da diyor. Ayasofya’yı cami’den müze haline
dönüştürme amaçlı resterasyon çalışmalarına, Mayıs/1961’de katılanlardan -ömür boyu Bizantist köktendinci- Prof.David Talbot Rice’ın, İngiliz Askeri İstihbarat Yakın Doğu Bölümü’nde Başkan ve Doğu Avrupa sorumlusu olarak çalışmış bir ajan olması bile, bu cahiliyeti/bilgisizliği birazcık olsun düşündürtmeli ama, ne gezer; sahip
olunan ‘Didon kafa’, sanki bu toprakları kendileri fethedip,
sanki kendileri Ayasofya’yı mabed yapmışlar gibi, “Ayasofya cami olmasın da olmasın’ davranışı sergilemelerini sürdürüyor…
***
Ayasofya, ‘cami!!’ olarak ibadete açılmadan önce bu cahiliyete de seslenmiş, “Ayasofya’yı
Komnenoslar yaptırmadı, ilk Ayasofya kilise değildi” diye yazmıştım. Bu gerçeği bir defa daha, ‘kiliseseverlere’ de:
1- Trabzon Ayasofyası’nı Komnenos denilen, ‘Ortodoks Roma Hıristiyanları’
yaptırmamıştır.
2- 1550 doğumlu Trabzonlu Seyyah
Aşık Mehmed’in, “Menazirü’l-avalim”
veya Evliya Çelebi’nin (1611-1682) Seyahatnamesinden de okunabileceği gibi; “..cami-i Ayasofya, sahil-i bahr üzere ebniye-i kafiriyyeden yed-i Nasârâ’da
bir kinîse (kilise) idi.”.
Birazcık
‘görebilen/farkındalık yaşayan’
herkes, yukarıdaki cümlede, iki ayrı tanımlama yapıldığını;
hem “ebniye-i
kafiriyyeden”, hem de “yed-i Nasârâ” tanımlamasından
sözedildiğini okuyabilir ama, Bendenizin,
Günebakış Gazetesi’nde, 04-10/10/2012 tarihlerinde, “Ayasofya’sına,
Trabzon’uma ‘borcumu’ ödüyorum…”
başlığıyla çıkan yazılarıma kadar -‘kes kopyala yapıştır’ yapıldığı,
okunan sorgulanmadığı için- okunamamış, tıpkı ‘Çakma Manastır Sümela’ örneği gibi, Komnenoslar üzerinden de Trabzon
ve Ayasofya tarihine sahte bilgiler
yüklenmiştir.
Oysa,
; “..cami-i Ayasofya, sahil-i bahr üzere ebniye-i kafiriyyeden yed-i Nasârâ’da
bir kinîse (kilise) idi.” cümlesinde söz edilen
şu oluyor :
“Cami—Ayasofya: Bu camii sahilde kafirler zamanından kalma Hıristiyanlar
elinde bir kilise idi.”. Bir
başka şekilde söylersem, Ayasofya ilk,
kilise olarak yapılmamış, çünkü, Hıristiyanlar tarafından değil, kafirler/putperestler tarafından yapılmıştır.
Haliyle
de, “Bu topraklarda Müslümanlardan önce Hıristiyanlar
vardı” deyip, onlara ait “tapınakları-toprakları” aldığımızı ‘bilmemizi’ isteyen ‘kilisesever cahiliyetin’, Trabzon’da, vasal bir devlet statüsündeki ‘Ortodoks
Roma Hıristiyanları’ndan önce, Putperest Roma’nın ve
onun da öncesinde Putperest Persler’in hükümferma olduklarını; Trabzon’daki ‘Rum/Ortodoks Hıristiyan kiliselerinin’
hemen hepsinin, “Putperestlerden kalma”
olduklarını da bilmeleri gerekiyor.
Bu
sebeple, hemen pek bir münevveri bulunmayan
sözde sivil kuruluşların; İSLAM İKLİMİNİ gereği gibi SOLUMADIKLARI İÇİN cami
yapamadıkları da zaten görülebilen mimar
mühendisler de dahil hiç kimsenin, “Kiliseyi
cami yaptınız” demek lüksü bulunmadığı gibi, ‘kilise mimarisi için değil, ağlayacaklarsa eğer, Ortodoks Hıristiyanlık
öncesi yeşermiş putperest mimarisi Bazilika için ağıt yakmaları gerekiyor! Ayasofya’nın,
hemen-bitişik kuzeyindeki orjınal
yapıyı da yoksayıp, müze-kilise görmek
isteyenler, Ayasofya’nın ilk yapılması-tarihini,
‘putperestlerden/kafirlerden
çalanlar’, tarihi karartanlar oluyor.
Bilinmelidir
ki, farkındalıktan yoksun kimilerinin, “Kendi/ÖZ değerlerine” yabancı
olma ‘tercihleri’, Bizi; “kendi mülkümüzde ‘ev sahibi’ gibi değil de,
‘kiracı’ gibi yaşatma tehlikesi içeriyor. Müslüman kimlikli ‘Maskesiz misyonerlik’, bu kafa
yapısıyla; Anadolu’muzun her bir karış toprağını
“kendi toprakları” olduğunu ‘inanç ahlakında’ yaşatan ‘Fundemantalist Batılı Beyaz Adam’ın amaçlarına katkı denilebilecek hareketlerin, ülkenin
milli bütünlüğüne zarar verdiğini olsun
artık görmesi gerekiyor…
***
Fakat,
ne yazık ki de, “kendine yabancılaşma”
terk edilmediği için de, sahip çıktıkları ‘sözde devlet Komnenoslar’ın da
‘Vakıf senedi mi vardı!!..” diye düşünmeden, Trabzon Vakıflar Bölge
Müdürlüğü’nün kamuoyuna açıkladığı Fatih Sultan Mehmed Han Vakfına ait senedine
de itiraz edip, Fatih Sultan Mehmet ‘Vakıf senedi’ olup olmadığının peşine de
düşülüyor...
Oysa, Türk Tarih Kurumu yayını olan Belleten
Dergisi’nde (Cilt:XXVI, Sy. 102, s.309),
M.Tayyip Gökbilgin’e ait; “XVI. Yüzyıl başlarında Trabzon Livası ve
Doğu Karadeniz Bölgesi” başlıklı çıkan çalışmada, Trabzon’un 16. yüzyıl başlarına ait belgelerine
atfen görülebileceği gibi de; “Trabzon’da
Fatih Sultan Mehmed Evkafı/Vakfı” denilerek şu ifadeler yer alıyor:
“Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon’da bazı evkafı kayıtlıdır. Dükkan
değirmen, hamam ve kervansaray icarlarından mürekkep bu gelirlerin nereye,
Trabzon’daki bir câmie mi tahsis, yoksa İstanbul evkafına mı bağlandığı
zikredilmemiştir. Ancak, Fatih’ten
sonra Trabzon’da Câmie tahvil edilen Hrisokefal
Manastırı (Fatih Cami) ile yine
sonradan cami olan Ayasofya Manastırı
bilinmektedir. Bu vakıf gelirlerinin bir hususiyeti, evkafın aylık icarları ile
kaydedilmiş olmalarıdır.
Bu evkaf şu kalemlerden terekküp
etmekte idi:
1) 53 göz dükkan,
aylık icarları 439 akçe
2) Değirmen-dere’de 24 göz
değirmenin aylık icarı 175 akçe
3) Orta-kale’deki hamam taksiti, 398
akçe
4) Kale dışındaki hamam taksiti,
ayda 173 akçe
5) Şehirdeki kervansay taksiti, ayda
20 akçe.
Yekûn hâsıl 1205
***
Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed
döneminde değil, 1583 yılında, Kür/Yiğit Ali Bey sayesinde cami yapılmıştır. Bu durumda ise, soru şu oluyor:
Eğer Kür Ali Bey zamanında/1583 Cami olmuşsa, Kilise iken mi cami olmuştur?
Bunun cevabı, “Mecid iken Cami yapılmıştır” şeklinde vermiştim, bir kez daha:
Ayasofya’nın, Fatih
Sultan Mehmed döneminde cami yapılmamasının sebebi, o dönemdeki Ayasofa’nın, şehrin
merkezi olan Ortahisar’ın çok uzağında olması, çevresinde ‘Müslüman mahallesi’ bulunmaması, ‘Cuma
namazı’ kılınan camiin Ortahisar Fatih Camii olması olmuştur. Ayasofya o
dönem cami olmadı ama, Fatih tarafından mescid
yapılmıştır. Hanefi Bostan; “XV. ve XVI. Yüzyıllarda Trabzon Şehrinde
Nüfus Hareketleri ve Yerleşim Yerleri” makalesinde yer alan; XV. Yüzyıl
tarihçilerinden Neşri’nin, Padişahın Trabzon’da mescidler yaptırdığı
şeklindeki açıklaması da, bu düşüncemizi doğrulamaktadır.
Mescid, Cuma Namazı kılınmayan
küçük Cami veya namaz kılma yeridir. 1583’de Ayasofya’da, ‘Müslüman mahallesi’ doğunca, Cuma
namazı, Bayram namazı kılınabilmesi için,
mevcut mescide, padişah
III.Murad’ın izniyle, “minber ve müezzin
mahfili İLAVE edilmiş ve cami yapılmıştır. Bu
şekildeki mescid ve cami ayrımının
sadece ülkemizde olduğunun bilinmesi de bahs-i diğer oluyor. Ayasofya da, tıpkı Erdoğdu Camii’nin; eskiden mescid olarak yapılmış iken, sonradan Erdoğdu Bey’in, padişah emri
ile câmi şekline sokması gibi cami olmuştur…
***
Fatih Sultan Mehmed Han döneminde bulunmayan ‘Müslüman Ayasofya Mahallesi’, 1583’de doğup da 2013 yılına kadar geldi ama, ne yazık ki de, Habitat denilen ‘kimliğimize, yaşam biçimimize yapılan saldırı’ ile, ‘Mahalle yapımız’ yokedilince, neredeyse
tüm mahallelerimiz gibi, “Mahalleden
Mahallesizliğe’ geçilmişti. ‘Mahalleden Mahallesizliğe’ geçilmesi
demek, “yabancı bir kimliğin, öz-kendi kimliğin
gibi yaşanılması” demek oluyor. ‘Mahalle/Kimliğin’
yerini ‘Mahallesizlik/kendine
yabancılaşma’ alınca da, ‘başörtülü
göbeği açık kızlar’ da üreyebiliyor, ‘cami
istemezük’ciler’ de. ‘Kimlik
kırılması’ sonucu ortaya çıkan davranışlar, geçmişin ‘Didon kafası’ gibi duruyor..
***
I.Tanzimat Dönemi-Kırım Savaşı sonrası Müslüman halk, “Frenk” dedikleri yabancılara, Didon adını takmıştı. Didon tabiri, Müslüman halk arasında
sadece gayrimüslimlere verilen bir
tanım olmakla kalmamış, -Ben Müslümanım
diyenlerden alafrangalığa heves edenlere;
şöyle ifade edersek de, ‘insanoğlunun gerçek
tarihsel kültürel modeli´nden bihaber oldukları için ‘kendini, şehrini, ülkesini, inanç ahlakını gereği gibi sevemeyenlere’
verilmişti…
Sahi, Ayasofya’yı camilikten
çıkartıp müze yapan David
Wınfıeld
ve David Talbot Rice’gillere, “90.000
liralık cömert bir bağış yapan Evkaf”ın o günkü davranışı da, ‘Didon kafa’ icraatı olmuş olmuyor mu!..
http://www.ahmetmusaoglu.org