Baronlar çağında?

     Bizde “baron” deyince  ilk akla gelen  uyuşturucu madde mafyasının patronları olur.  Oysa bir de “soyguncu baronlar”sınıfı varmış.  17’nci yüzyıldan itibaren  “yükselen” sistem” olarak  dünyanın kaderine  damgasını vuran  vahşi kapitalizm döneminde  yasasız, kuralsız baş döndürücü zenginlik devşiren tipler böyle anılırmış. 

     1800’lü yıllar malûm:  Büyük Britanya İmparatorluğunda  buharın makineye aktarılmasıyla  başlayan  sanayi devriminin ateşlediği  kapitalizmin yoğun göçlerle  Amerika kıtasına aktardığı kural dışı zenginleşme ve bu dinamiğin tetiklediği ekonomik yapılanma ve atılım çağı…

    Kuzey Amerika’da dört yıl süren  iç savaşla eyaletler birliği temelinde kurulan ABD’de devlet-iktidar gücü  “soyguncu baronlara”  teslim olduğu sürede bu dinamiğin  sosyo- politik “yıkıcılığını” kavradığında yasalara ve yargıya dayalı disiplin tedbirlerini almayı da akıl edecekti.

     Bu arada, Britanya’da gerçekleşen sanayi devriminin “tarım devriminden” sonra ikinci küreselleşme çağını başlattığını da belirtmeliyim. O dönemin ekonomik yapılanması entelektüel ve bilimsel gıdasını, “serbest piyasayı” kutsayan klasik iktisat teorisinden aldı.

   Piyasa ne kadar “serbest” bırakılırsa “milletler”  o kadar zenginleşirdi! Teorisyeni papaz, felsefeci ve iktisatçı Adam Smith’in yazdığı “Milletlerin Zenginliği” adlı kitap hâlen entelektüel düzeyde serbest piyasa ekonomisinin “kutsal kitabı” muamelesi görür!       

                       

                                      Bizim baronlar!                        

     Dünya, 1970’li yılların ortalarından itibaren gittikçe hızlanan ve ülkeler kapsamında  “kurumsallaşan”   gelişmeyle “neo klâsik iktisat teorisinin” beslemesinde  üçüncü  küreselleşme çağını yaşıyor. Tabii, bu çağın  “baronları”  da kendine göre…     

     Bizim millet bu tiplerin farkında değil. Çünkü, iktisat yazını ve  özellikle ekonomi basını 20’nci yüzyılın son çeyreğinden itibaren Türkiye’yi de kıskacına alan neo liberal politik ekonominin ürünü bu tiplerin  “başarı öykülerine” çok meraklıdır da o “başarıların” arka planında  siyasi iktidar destekli  hangi sömürü mekanizmalarının yattığı ile hiç ilgilenmez.

    Siyasi iktidarlarla iç içe geçmiş bir iş çevresi; yani iktidarların “öncelikli” ve “en ziyade müsaadeye mazhar” sınıfına yazdığı sektörler, ki Türkiye kamu otoriteleri tarafından 14 yıldır kural tanımaz özgürlüğe sahip inşaat  sektörünün etkisi altında!

   Sektörün özellikle “büyükleri” geçmiş hiçbir iktidar döneminde hayal edemedikleri güce, zenginliğe ve devlet garantilerine bu destek sayesinde  kavuşmuşlar; iktidarın politik taleplerini, elbette kendilerine  verilen büyük altyapı ihaleleri karşılığında, yerine getirmişlerdir.

                           

                          ABD’de olanlar bizi de anlatır

     Burada sözü genişçe bir alıntıya bırakıyorum.  New York merkezli bağımsız bir haber-yorum sitesi olan “Amerika Bülteni”nden aktaracağım bu bölüm 1980’li yıllardan itibaren ulusal ekonomisi istisnasız tüm siyasi iktidarlar tarafından   küreselleşme dalgasına  kayıtsız koşulsuz teslim edilen Türkiye’nin bugün geldiği noktaya ışık tutacak. İşte Cemal T. Demir imzalı makalenin o bölümü:         

    “19′uncu yüzyılın ortalarından sonra özellikle de Amerikan iç savaşını müteakip, süper zengin bir sanayici grubu oluşmaya başladı.  Aralarında, etki ve hatıraları bugüne kadar ulaşan Andrew Carnegie (sanayici), John Jacob Astor (emlak ve kürk piyasası), James Buchanan Duke (tütün piyasası), John D. Rockefeller (petrol ve finans), J. P. Morgan (bankacılık ve çelik), Cornelius Vanderbilt (demiryolu işletmeciliği ve Milton S. Hershey (çikolata, gıda) gibi isimlerin de bulunduğu bu 19′ncu yüzyıl zenginlerine Amerikan literatüründe  “robber barons (hırsız baronlar)” deniyor.

     “Robber baron” deyimi, 800 yılından 1800 yılına kadar Avrupa’nın en büyük  su yollarından biri olan Ren Nehrinde yük taşıyan gemilerden “keyfi”  şekilde geçiş ücreti alan Almanca isimden ödünç alınmış. Alıntıya devam ediyorum:

    “O dönemin en kudretli zenginleri ise demiryolu işletmecileriydi. Zira o dönemin, interneti de, medyası da, telekomünikasyonu da, enerjisi de demiryoluydu. Buna sahip olan her şeye sahip oluyordu. Bütün bu sanayicilerin işçileri her türlü temel haklarından mahrum şekilde köle gibi çalıştırması, Kongre’yi ve yönetimi manipüle etme güçleri, hukuk karşısında dizginlenemez etkileri, sendikaları ve kiliseleri bir araya getirdi. Büyük bir ahlâk ve demokrasi mücadelesi verildi. Baronların ABD’de her şeyi “açıktan” belirlediği 1865 – 1901 yılları arasındaki bu döneme Mark Twain ve Charles Dudley Warnerin obur işadamlarını eleştirdikleri 1873 tarihli “The Gilded Age: A Tale of Today (Gilded Çağı: Zamanımızın hikayesi)” adlı kitabından ilhamla, “Gilded Age (Gilded Çağı)” deniyor. Yolsuzluğun, kâr ve ahlâksız paranın hükümferma olduğu bir çağ.”

     Demek ki, siyasi iktidarları da kapsayan  yolsuzluğun; iş dünyasının  gözü kararmış kâr, arazi ve inşaat rantı hırsının, soyguncu baronlar sultasının ve hepsinden önemlisi  ahlâksız paranın çürüttüğü bir ülke, rotasını ancak  ”büyük bir ahlâk ve demokrasi mücadelesini” göze alarak düzeltebilir. Türkiye  “dümeni” hangi rotaya kırıyor dersiniz?

---------------------------

        

Yayın Tarihi
17.02.2017
Bu makale 1324 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

ÇOK OKUNAN

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!