Bir yabancının gözüyle 19. Yüzyıl Antalyası

Tekelioğlu İbrahim Bey, Osmanlı Devleti’ne başkaldırısı sırasında, yanında yer almayan Antalyalıları Türk, Hıristiyan demeden kılıçtan geçirmiş. 200 kadar Antalyalıyı kalenin kulesinden aşağıya attırmış. Halk bir süre sonra ölülerin kemiklerini toplayıp törenle gömmüş.

 

Bugün sizlere 1862 sonbaharında Alman E. Sperling’in Antalya’ya yaptığı seyahat sırasında tuttuğu notlardan yola çıkarak 19. Yüzyıl Antalyasındaki yaşamdan bazı kesitler vermek istiyorum.

E. Sperling, yolculuk esnasında tuttuğu notları, "Allgemeine Erdkunde" (Genel Coğrafya) adlı dergide 1863-1864 yıllarında yayınlamıştır. Daha sonra, ünlü Alman coğrafyacı ve haritacı Heinrich Kiepert bu yazıları bir araya getirerek kitaplaştırmıştır.

123-127 sayfalarında Antalya hakkında özetle şunları yazar:

 

“Antalya'da 14 ve 21 Ekim1862 tarihleri arasında kaldım... İstanbul’dan buraya kadar yaptığım yolculuk beni yormuştu; dinlenmeye ihtiyacım vardı. Sıcakkanlı Antalyalılar da bunu fazlasıyla sağladılar. Benim için verilen davetler ve ziyafetler nedeniyle Antalya benim için bir tür ‘istirahat’ oldu. Aynı zamanda kötü havalar kapıdaydı ve benim iznim de bitiyordu. Bu yüzden de, ‘ha bugün gelir, ha yarın gelir’ diye Rodos'a gidecek yelkenliyi bekledim durdum. Böylece, tam sekiz gün geçti. Çünkü buharlı gemiler artık çalışmıyordu. Söylenenlere göre Avusturya-Lloyd birkaç yıllık navlun bulmuş, bunun üzerine ‘Messagieres Imperiales’ (Gemi Şirketi) Antalya'yı planına dahil etmek istemiş. Fakat ticareti yeni yeni gelişen Antalya, ikinci şirketin beklentilerini karşılamaktan henüz çok uzak olduğu için onlar da bu seferden vazgeçmişler. Böylece Antalya kala kala yine yelkenlilere kalmış.

ANTALYA’DA 3 BİN EV

1836 yılında Antalya'ya gelen, limanı boş, çarşıyı fakir bulan Texier'den sonra -eğer Texier'den önce gelen gezginlerin verileri doğruysa- Antalya oldukça önemli sayılabilecek gelişmeler kaydetmiş. Şu anda 500'ü Rumlara ait olmak üzere yaklaşık 2.500-3.000 ev var şehirde. Rumların 3 kilisesi bulunuyor. Bu Rumlar, büyük olasılıkla II. Justinian zamanında Suriye’den göçe zorlanan Mardalılar ve bu insanlar bugün kendilerini gururla yerli olarak addediyorlar. Aynı zamanda şehrin varlıklı kesimini oluşturuyorlar, dolayısıyla ticareti ellerinde tutuyorlar ve şehrin en iyi 100 evine sahipler. Diğer 400 eve ise 1822/23 yıllarında Mora'dan kaçıp buraya yerleşen Moralılar sahip. Mora'dan gelen bu insanlar, tamamen Türkleşmiş olan yerli Rumlara kendi ana dillerini tekrar öğretmişler, milli duygularını vermişler; bu göçten sonra şehirde Rum okulları da açılmış. Fakat Moralılar da Türkler gibi yoksul kalmışlar.

Türklerin nüfusu, Memlûk egemenliğinden ve Mehmed Ali Paşa'dan kaçıp buraya yerleşen Mısırlı fellahlardan dolayı oldukça artmış ve şehir rengârenk bir görünüm kazanmış.”

 

TEKELİ İSYANI

E. Sperling 1812 yılında Hacı Mehmed Paşa'nın ölmesi üzerine oğlu Tekelioğlu İbrahim’in Osmanlı Devleti’ne karşı isyan etmesi konusunda duyduklarını da notlarında şöyle anlatıyor:

“Halkın anlattığına göre, Hacı Mehmet Ağa, paşa falan değil, bütün ‘Pamfilya’ kendisine ait olan özerk bir derebeyi imiş. Derebeyin ölümünden sonra oğlu Tekelioğlu İbrahim, kendi egemenliğini ilan etmiş ve bunu da II. Mahmut'a büyük hediyeler vererek onaylatmak istemiş. Kaptanı Derya Hüsrev Paşa donanmasıyla Antalya'ya gelmiş ve Tekelioğlu İbrahim'e teslim olma çağrısında bulunmuş.

Söylenenlere göre Tekelioğlu kuşatmaya iki yıl dayanmış; tabii bu kuşatma halkın büyük sıkıntılar çekmesine yol açmış. Halk, bombardıman esnasında sığınak ve bodrumlarda saklanmış, akla gelmeyecek şeyler yemek zorunda kalmışlar. Tekelioğlu, düştüğü kötü durumda, herkesi düşman ve hain bellediği için Antalyalıları Türk, Hıristiyan demeden kılıçtan geçirmiş. 200 kadar Antalyalıyı kalenin kulesinden aşağıya attırmış. Bu kuleyi bana da gösterdiler. Halk bir süre sonra ölülerin kemiklerini toplayıp törenle gömmüş. Antalyalıların dayanma gücü kalmadığı bir anda Tekelioğlu, Hüsrev Paşa'ya teslim olmayı kabul etmiş. Ve bir gemi güvertesinde kellesi kesilerek tuzlanmış ve İstanbul'a götürülmüş. Yaşlılar, Tekelioğlu'nu açık seçik hatırlıyorlar. Bana doğduğu evi gösterirken sanki o günleri tekrar yaşar gibiydiler. O zamandan beri şehrin barışçıl yaşamı bir daha bozulmamış.”

 

KALEİÇİ’NDEN NOTLAR

E. Sperling’in notlarından o yıllardaki Antalya Kaleiçi’n hakkında da bazı bilgiler ediniyoruz:

“Antalya, İbni Batuta'nın yazdığından beri çok az değişmiş. Şimdi yıkık durumda iki dalgakıran bulunan hilal şeklindeki körfezin kıyısında, yaklaşık 40 ayak yüksekliğindeki traverten üzerine kurulmuş bir şehirdir. Hatta batı tarafı biraz daha yüksektir. Bu kesimdeki kuleler daha sık inşa edilmiş ve bu kesim bir duvarla şehirden ayrılmış. Bu iç kaleye Tophane diyorlar. Şehrin geriye kalan kısmı, dört köşe kuleleri bulunan ve şehrin en yüksekteki evlerinden daha yüksekte olan bir kale tarafından ve onun çevresini saran bir çukurla çevrili. İç şehir ise iki yüksek duvarla üç ayrı kısma bölünmüş; batı tarafındaki iç kalenin yanında kalan kısım, Selçuklu egemenliğindeyken idari yer olarak ön görülmüş burada küçük bir alanda, şehrin en iyi yapılan olan medreseler, hanlar, kıvrımlı minaresiyle bir cami ve Konya'daki gibi çokgen kubbeli bir mozole bulunuyor. Fakat hepsi de ihmal edilmiş bir durumda. Çarşı, Paşa Konağı (Hükümet Konağı) ve şehrin en güzel hanı şehir dışında inşa edilmiş. Şehrin iç kesimi, çevresi yüksek duvarlarla çevrili oluğu için hava akımından yoksun kalıyor ve bu yüzden de çok sıcak oluyor; dolayısıyla burasının sağlıksız bir havası var. Osmanlılar Antalya'yı önemli bir şehir olarak gördükleri için de Antalyalıların bu duruma katlanmaları gerekiyor. Bana refakat eden Türk subaylarının söylediği gibi Antalya sadece bir uç kalesi.”

E. Sperling Rodos’a gitmek için Antalya’da bir hafta beklemesine rağmen bir gemi gelmez. Bunun üzerine 21 Ekim’de Antalya ile Rodos arasında posta seferi yapan küçük yelkenliyle buradan ayrılmaya karar verir. Gemicilerin kendisine söylediğine göre, “Bu küçük yelkenli bu mesafeyi yaklaşık 40 saatte gidiyormuş. Taşıdığı yengeçler nedeniyle bu kadar süratli yol alıyormuş.”  Ne var ki E. Sperling’in yelkenlisi yolda fırtınaya yakalanır. İçecek sıkıntısı çeker ve yolculukları kırk saat yerine tam yedi gün sürer.

 

Bir Alman gezginin 1860’lı yılların Antalyasından anlattıklarını sizlere aktardım. Böylece o yılların Antalya’sı gözlerinizin önünde canlanmıştır sanırım.

 

 

19. YÜZYIL’DA ANTAYA’DA TİCARİ DURUM

Bu tabloda verilen rakamlar, Antalya ve onun art bölgesini oluşturan Elmalı'dan Konya'ya kadar Burdur, Isparta ve Beyşehir'in de ticari hareketliliğini çok açık gösteriyor. Merkezi Antalya olan sancak, 9 kazasıyla birlikte vergi ve ondalık olarak toplam 3 555 000 kuruş veriyor.

 

DIŞSATIM

Hububat; Adalara ve İzmir'e      (İzmir kilosu olarak)   300 000

Arpa; Adalara ve Girit'e                                "                  50 000

Mısır, Avrupa'ya                                            "                 20 000

Palamut; Avrupa'ya                                        "                10 000

İpek; İskenderiye ve İzmir'e                           okka             2 000

Tulü; Marsilya'ya                                             "                  5 000

İnşaat tahtası; İskenderiye'ye                           kg.         5 000 000

Yakacak odun; İskenderiye ve Beyrut'a          kg.         5 500 000

Balmumu; İzmir ve Suriye'ye                        okka              5 000

Susam; Marsilya'ya                                          kg.              30 000

Pamuk; İzmir'e                                                  "                25 000

Ayrıca az miktarda da olsa karasakız, anason, halı, pösteki ve ceviz.

 

DIŞALIM

Kahve; Syra(Siros), İzmir ve İskenderun'dan        çuval  3 000

Sabun; Yafa ve Girit'ten                                  "        3 000

Demir; Syra, İzmir ve İskenderiye'den                 kg      5 000 000

Baharat; İskenderiye'den                                 çuval            150

Pirinç; Domiette'den                                       çuval  2 000

Manüfaktur; İzmir'den                                     tane   2 000 000

İpek kumaş; Şam ve Halep'ten                          tane   5 000

Manda derisi; İskenderiye'den                           tane   1000

Tuz; İskenderiye ve İzmir'den                           kg      5 000 000

Kadın ve erkek köle İskenderiye’den                   kişi               300

(1856 yılında köle ticareti resmen yasaklanmasına rağmen.)

Bu bilgiler 1855 yılında bir kitap yayımlayan Antalyalı Danieloğlu Dimitri'den aktarılmıştır.

Yayın Tarihi
19.07.2008
Bu makale 11995 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
bu değerli araştırmalarınızı ve bilgilerinizi bizlerle paylaştığınız için emeğinize sağlık, çok teşekkürler. Antalyamızın tarihinin ve kültürünün araştırılmasına çok ihtiyacı var.

yaşar çalışgan 03.05.2009

anne tarafından hacı mehmet ağanın torunu olduğum için büyük onur ve gurur duyuyorum. ama ne yazık ki aile çok parçalandığı için soy ağacının gecmisini ancak böyle öğrenebiliyorum.

asuman çevik 29.08.2008

Antalya ile ilgili bir çalışma yapmam gerekti ve ulaşabildiğim en doyurucu kaynak Hüseyin Çimrin'di... Antalya için bu kadar emek vermek, üstelik de bunu gönüllü yapmak... Antalya adına size teşekkür ediyorum! Saygılar

Şenay Bıtırak 24.07.2008

Hüseyin Hocam, böyle derinlemesine ve anlamlı bir araştırma yapıp bizlerle paylaştığınız, Antalya tarihini yıllardır bize öğrettiğiniz için tüm Antalyalılar size minettardır. Eksik olmayın sağolun Sayın Hocam...

Onur NUGAY 24.07.2008

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!