Antalya’nın çekirdek kenti tarihi Kaleiçi’nin sorunlarla boğuştuğunu, yetki karmaşasının kurbanı olduğunu anlatmayı hedefleyen yazımda ‘Kaleiçi bataklığı’ başlığını kullandım.
Amacım yıllardır kaderine terk edilen bu tarihi bölgenin sahipsizliğini dikkat çekmek, yerel yönetimlere mesaj vermekti.
Yerel yönetimlerden bu konuda her zaman olduğu gibi ses çıkmazken, Kaleiçi’nin sahipleri ‘bataklık’ sözcüğüne üzüldüklerini belirtip, tepkilerini gösterdiler.
Aslında onlardan farklı düşünmüyoruz.
Nitekim Kaleiçi’nde 13 yıldır bir otelin yöneticiliğini yapan Nermin Sümer, düşüncelerimizin örtüştüğünü vurgulayarak, “Başlığınızı yerel yönetimlerin dikkatini bir nebze olsun çekebilmek adına atılmış bir başlık olarak nitelendiriyorum” yorumunu yapıyor.
Yaşar Duranoğlu, Zehra Akbaş ve İzzet Soytürk’le de farklı bakmıyoruz olaya..
Yazıma yorum gönderenlerden Zehra Akbaş, “ Kaleiçi hakkında ne kadar olumlu düşüncelere sahip olduğunu biliyorsam da diye başlayan yorumunda, “Kaleiçi bataklık olsa idi 1965 yılında kendi ellerimizle yaptığımız evimizi şimdiye dek satmış olurduk” diyor.
Prof.Dr. Yaşar Duranoğlu, Kaleiçi’nde Arma, Seraeser, Alp Paşa Konağı, Oyuncak Müzesi, Gizli Bahçe gibi mekanların, irili ufaklı alış veriş dükkanlarının, şirin pansiyonların bulunduğunu, ayrıca Paşa Cami, Kesik Minare, Hıdırlık Kulesi, Kırk Merdivenler, Balık Pazarı, tarihi hamamlar gibi eski eserlerin turizm yönünden cazibe yarattığını vurguluyor ki, yerden göğe kadar haklı.
Şunları söylüyor Yaşar Duranoğlu, “ Size akşam saatlerinde Kaleiçi’nde yürümenizi tavsiye ederim. Eminim çok keyif alacaksınız ve tekrarlayacaksınız. Üstelik ön yargılarınızdan ayrılmanız da cabası olacak. İyi temennilerimin kabulünü dilerim”
En kısa sürede birlikte yürüme sözünü veriyorum sevgili hocam Duranoğlu’na..
Ancak ön yargılı olmadığımı da kabul ediniz lütfen.
Eleştirilere her zaman saygı duyarız.
Amacın yerel yönetimleri harekete geçirmek olsa da Kaleiçi sakinlerini üzmek beni de üzdü..
‘Kaleiçi bataklığı’ başlığı üzüntü ve sıkıntı yaratmış olsa bile sevindirici, umut verici yönü de tarafları da var.
Kişilerin davalarına sahip çıkması..
Kaleiçi’ni onca olumsuzluğa rağmen koruyup, kollama anlayışının ön plana çıkması..
Keşke Antalya’nın diğer sorunları için de kişi ve kurumlar harekete geçse, tepkilerini ortaya koysa, yönetenleri uyarıp, sorunların çözümü noktasında baskı unsuru olsa..
Gerçek şu ki Antalyalı, gerçek anlamda Antalya’ya sahip çıkmıyor.
Kentin ivedi çözüm bekleyen sorunları konusunda üzerine düşeni gereği gibi yapmıyor.
Antalya’da üzülerek vurgulamak gerekirse kentlilik bilinci tam olarak yerleşmedi.
Yerel basın, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve bazı siyasi partilerin ve kendini ‘Antalya aşığı ‘ olarak yorumlayanların dışında Antalya’ya sahip çıkan, Antalya’nın sorunlarını kendisine dert edinen kişi ve kuruluş sayısı çok az..
Sesini çıkaran, tepkisini ortaya koyan, gerektiğinde yazılı ve sözlü açıklama yapan, bu da olmadı eylem yapan kişi ve kuruluşlar hep aynı..
Bu kentte yaşayan herkesi ilgilendiren konularda bir araya gelenlerin sayısı belli, Antalyalılık bilinci ile hareket edenlere yeni kişi ve kuruluşlar ne yazık ki elenmiyor..
Nitekim şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ceylan derili koltuklarında oturan bir siyasetçi, bu duruma biraz da alaylı bir ifadeyle, “sağdan say beş kişi, soldan say beş kişi” yorumunu getirmişti.
Antalya’da sahiplenilecek, tepki gösterilecek, kamunun gücünün ortaya konacağı o kadar çok sorun var ki burada saymaya kalkışsak bırakın köşeyi, gazetenin tamamı yetmez.
Sonuç olarak Kaleiçi’nin sahipsizliğini, yetki tartışmaları nedeniyle sorunlarının çözülemez bir noktayla taşınmasını anlatmayı hedefleyen yazımızla birilerini kızdırdık ama hedefimize de ulaştık..
Kaleiçi’nin sahipleri, paha biçilmez zenginlikleri bünyesinde barındıran tarihi bölgeye ne denli sahip çıktıklarını, ne denli gönül verdiklerini bize tepkilerini göstererek ortaya koydular.
Keşke her soruna, her eleştiriye bu kentin bireyleri bu denli duyarlı olabilse..