İşsizliğe mizahi çözüm!

     Mizah konusunda elimize kimse su dökemez! Oğuz Aral klâsiği ünlü “Gırgır” dergisi, 1980’li yıllarda  ülkeyi askeri darbe kıskacında yöneten 12 Eylül generallerinin” asaplarını”  mizahın keskin ucuyla yerinden oynatır,  sıkıyönetim komutanları tarafından ikide bir toplatılır, dava üstüne dava açılırdı.

    Günümüzde de Gırgır geleneğinden gelen bazı dergiler siyasi iktidarlara yönelik eleştirel mizahı “ana akım” denilen çoğu gazete ve TV kanalını yaya bırakan cesaretle sürdürüyor ve özellikle ülkenin “karabasan” zamanlarında, en azından, okurlarına  iyi geliyor.

    Siyaset ve siyasetçinin ister iktidar ister muhalefet düzeyinde verdiği malzeme mizahın söz ve çizgi gündeminde önemli bir yer tutar. Ama, ilişki tek taraflı değildir: Siyasetçi de kendi  mizahını yaratır.

    Memleketin önemli bir sorununu çözeceği iddiasıyla bazen öyle formüller üretir ki,  bırakın gülmeyi,  düşünmekten hâliniz kalmaz!  (Malûm, mizah veya komedi için kullanılan yaygın kalıp ‘güldürürken düşündürüyor’ cümlesidir!)

                               

                             Her Çinli  1 portakal yemedi…

    Bir zamanlar güzel ve talihsiz ülkemin iş âleminde “Her Çinli’ye bir portakal veya 100 gram fındık yedirebilsek, ihracatımız patlar!” önermesi ciddi ciddi konuşulur, gazetelerde haber olurdu. Çalıştığım gazetede ve başkalarında bu tür haberlere rastladıkça   “gırgıra” vururduk!

   Nitekim “gırgırda” haklı çıktık: Her Çinli’ye bir portakal veya 100 gram fındık yediremedik ama Çinli’ler neredeyse sanayimizi ele geçirecek  konuma geldiler; bugün Türkiye’nin ithalatında ülke olarak ilk sıradalar.

     İktidar büyüklerinin  konuşula  tartışıla “arkaik” hâle gelen işsizlik sorununa çözüm diye buldukları “Her işveren 1 işçi alsa, memlekette işsizlik kalmaz!” afişli milli istihdam seferberliği formülü  kanımca bu kapsama giriyor. Ne var ki niyet “iyi” de… formülü ekonominin mevcut  yapısına ve akla sığdırmak mümkün değil!

     Böyle bir önerme veya formül,  iktisat fakültelerinin birinci sınıfında bile akla gelmez; gelse dahi öneren her kimse  hocasından koskoca bir sıfır alır. Çünkü, istihdam karışık bir meseledir. İstatistik anlamıyla  “Ücretli, maaşlı, yevmiyeli, kendi hesabına, işveren ya da ücretsiz aile işçisi olarak, sorgulanan son 4 hafta içinde (referans dönemi) en az 1 saat herhangi bir iktisadi faaliyette bulunan kişileri” kapsar.

    Bu kapsama bir de işi ile bağlantısı devam ettiği halde, referans döneminde çeşitli

nedenlerle işinin başında olmayan kendi hesabına çalışanlarla işverenler de girer.

Ancak,  “Ücretli ve maaşlı çalışan ve çeşitli nedenlerle referans döneminde  işlerinin başında bulunmayan fertler, ancak maaş veya ücretlerinin en az yüzde 50 ve daha fazlasını almaya devam ediyorlarsa”  istihdamda kabul edilir.

    Kafanız karıştı değil mi?  

  

                          Her işveren 1 işçi alabilir mi?

     İşsizliğin istatistik tanımı özetlediğim gibi kafa karıştırır.  Ama, bir de ekonomik sistemin yarattığı “işsizlik”  dramı var ki,  sistemin  karmaşık yapısı içinde yerli yerine oturtacak “kalıcı” ve” akılcı” çözümleri zorunlu kılar.

     “Her işveren en az 1 işçi alsın” talimatlı iktidar “çözümü”  niyet halis olsa bile, tam da bu noktada anlamını yitirir.   Dramın iki boyutu var: Nitelikli ya da niteliksiz olsun… hayatını, asgari de olsa insani  standartlarda yaşamak arzusuyla Türkiye ekonomisinden iş talep edip de bulamayan işsizler…  ki  dramın yürek acıtan, vicdan sızlatan aktörleridir.     

     Bir de Türkiye İstatistik Enstitüsü (TÜİK)’nün  Kasım 2016 bazlı resmi  verilerine göre birikmişler bir tarafa,  son 12 ayda işgücüne katılan 980 bin vatandaşa iş imkânı sağlayacak çap ve güce sahip bulunmayan bir ekonomik yapı… 

    Yılda 980 binlik iş talebi ( kayıt dışılarla birlikte rahatlıkla ortalama 1 milyonu aşkın kişi), bizim ekonominin kaldırabileceği, sindirebileceği bir rakam asla değildir.

    Bugünün “tuzu kuru”   İktidar sahiplerinin üç çocuk, dört çocuk artırmasıyla çoğalmayı özendirdikleri nüfusun 15-24 yaş arasındaki “genç” kesiminde işsizlik oranı yaklaşık yüzde 23.  “Çalışma çağı” nüfusunu kapsayan 15-64 yaş aralığında da bu oran yüzde 12,1. Çalışmak isteyip de iş bulma ümidini yitirmiş vatandaş sayısı da yaklaşık 2  milyon 300 bin.

     Türkiye ekonomisi yeni iş üretme kabiliyetinden yoksun.  Yeni iş üretmek, istihdam yaratıcı yeni ve nitelikle sınai yatırım türleri demek. Son 15 yıldır inşaatın ötesinde istihdam yaratıcı yeni yatırım yok!  Kamu sanayisini bitirmişsiniz. Yabancı gelirse kamu veya özel sektöre ait “eldekileri” ele geçiriyor. Yerli sermaye, bırakın yeniyi, elindekini korumakta zorlanıyor veya yabancılara satıyor.

     Okurları rakamsal boğuntularla sıkmayayım. Son bir yılda 590 bin kişinin işini yitirdiğini, resmi işsiz sayısının 3 milyon 700 bine ulaştığını,  “iktidar korkusundan” yüzlü, binli rakamlarla sallama işe alma vaatlerinde bulunan iş adamlarının iktidar büyüklerine verdikleri “ söze”  kendilerinin bile inanmadığını dikkate alarak…

    İstihdam denilen hadisenin şakaya, niyete, ciddiyetsizliğe, zorlamaya gelir bir problem  olmadığını belirteyim. Cumhurbaşkanına toplantılarda söz veren iş adamlarının da “azarlanmaya” ve “teşhir edilmeye”  hazır olmalarını da tavsiye ederim! Çünkü, verdikleri “söz” verilen 1 yıllık devlet desteğine rağmen “sürdürülebilir” değil. Ya sonra?

    Atölyende, fabrikanda, işletmende ihtiyacın yoksa, ilâve 1 istihdam belki vicdanı teskin eder;  ama kesinlikle ekonomik ve hesabi değildir. İş adamı her kime söz verirken dürüst, akılcı ve cesur olmalı, yerine getiremeyeceği bir “sözü” sırf güçlülerin  “gözüne girmek” için vermemeli!  İşletme yönetmek “ağalık” değil,  ekonomik  hesap işidir. İstihdam meselesi de öyle!

Yayın Tarihi
23.02.2017
Bu makale 1327 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!